08 Ekim 2016 00:00

Kiralık işçilik politikası ölüm ve yoksulluk getiriyor

Avrupa'da kiralık işçiliğin yaygınlaşması yoksulluk ve iş cinayetlerini artırıyor.

Paylaş

Avrupa’nın en ileri ülkeleri arasında olan Almanya ve Fransa ekonomik açıdan dünyanın en zengin ülkeleri arasında, fakat toplumda yoksulluk ve eşitsizlik oranları inanılmaz oranlara yükselmiş durumda. Bu hafta bu durumun iki yönüne dikkat çeken yazılar seçtik. Fransa’dan seçtiğimiz yazı kiralık işçilik sisteminin işçiler içerisinde artan iş kazalarına ve ölümlere dikkat çekiyor. Uzun yıllardır yürürlükte olan bu sistemin onlarca iş katliamına ve binlerce iş kazasına neden olduğu artık gözlerle görülür oldu fakat dayatılan ekonomik koşullar kiralık işçiliğin hâlâ artmasına neden oluyor. Yapılan tüm araştırmalar kiralık sisteminde çalışan işçiler arasında iş katliamlarının daha fazla, iş kazalarının ise hem orantısal olarak daha fazla olduğu, hem de sağlık açısından daha ağır sonuçlara yol açtığını kanıtlıyor.
Almanya’dan seçtiğimiz makale ise, mülteciler sorunu üzerinden işçilerin yerli-yabancı olarak bölünmesi ve ülke içinde ırkçılığın gelişmesini konu ediyor. Geçenlerde, Dresden kentinde yapılan iki Almanya’nın birleşmesinin 26. yılı ile ilgili merkezi kutlamada devlet başkanı ve başbakan katılanlar tarafından yuhalandı. “Yabancılar, mülteciler dışarı!” sloganları atılan ana sloganlar arasındaydı. Son haftalarda mülteci kamplarına, yabancılara yönelik saldırının olmadığı gün neredeyse hiç yok. Yaratılan bu ortam üzerinden yabancı ve İslam düşmanlığı üzerinden politika yapan PEGİDA ve AfD gibi parti ve oluşumlar da, toplumsal memnuniyetsizliği ırkçı, insanlık dışı düşünceleri için suistimal etmek için kullanıyor. Süddeutsche Zeitung gazetesinden çevirdiğimiz makale bu bölünmüşlüğe ve sonuçlarına dikkat çekiyor.


KİRALIK YAŞAM VE ÖLÜM

Jean Pierre JOSEPH
Ensemble dergisi (CGT Sendikasının Merkezi yayın organı)

Daniel 2015 yılının nisan ayının bir pazar günü, iki vagonun arasında kalarak iş yerinde hayatını kaybetti. Grande-Synthe şehrinde (kuzey bölgesinde) demir çelik şirketi ArcelorMittal’da ameleler sorumlusu olarak çalışıyordu. Birkaç ay sonra bu sefer de başka bir kiralık işçi, Fos sur Mer şehrinde (Bouche-du-Rhone bölgesinde) başka bir demir çelik fabrikasında çalışırken kaynar fıçının içine düşerek hayatını kaybetti. Bu iki örnek maalesef istisna örnekler değildir.  Sadece 2013 yılında, başta demir-çelik ve inşaat sektörleri olmak üzere, Sosyal Sigortanın verilerine göre 67 işçinin hayatını kaybettiği belirtiliyor. Diğer yandan sigortaya yapılan müracaatlara göre (Tabii ki bildirilmeyenleri de eklemek lazım buna) aynı yıl toplam 35 bin iş kazası yaşanmış.
Zaman konusunda baskılar, işlerin sürekli daha acil olması, kiralık sözleşme zamanların kısaltılması (Genelde haftalık kiralık işler oluyor), doktor muayenesinin olmaması, formasyonsuz ve dolayısıyla da iş ortam ve koşullarını tamamen bilinmemesine yol açıyor… Sonuçta da iş kazaları. Araştırma ve Güvenlik Ulusal Enstitüsüne (İNRS) göre aynı iş kolunda çalışan kiralık işçilerin süresiz iş sözleşmesiyle çalışan işçilere göre iş kazası yapma riski iki kat daha fazla. Aynı kurum iş kazalarının ağırlığı da iki kat daha fazla. Son yıllarda emir veren şirketler kazaları önlemeye yönelik söylemlerini arttırdılar, taşeron şirketlerine kurallar dayatıyorlar, evet, fakat üretim ve kâr oranı dayatmaları söylemlerine uymayan uzlaşma kurallarının kabul olmasına neden oluyor. 2012 yılında “Fransa ve Dünya’da Kiralık İşçiler Panoraması” adlı kitabı yayımlayanlardan olan Rachid Belkacem’e göre “üretimin belirsizlikleri ve yükümlülükleri sürekli işçilerin sırtına yıkılıyor”. (…)
Kiralık işçilerin çalışma koşullarının bir görünen (yani iş kazası ve ölümler verileri) bir de görünmeyen yüzü var. Uyku sorunları (Verilen işlerde çalışma süresi ve ritminin sürekli değişmesinden kaynaklı), aşırı stres, kas ve kemiksel ağrılar, çoğu zaman işverenlerin baskısı ya da baskısız bildirilmeyen “küçük kaza” diye adlandırılan vakaların sıklaşması… Diğer yandan giderek daha fazla gündeme gelen şu hastalıklar: Aşırı kimyasal maddelerle (çözücü temizlik maddeleri ve kaynak gazı) yüz yüze gelinmesine neden olan asbeste (amyant) bağlı gelişen hastalıklar, dün bunların adları konulmuyordu ama bugün bunların kanserojen olduğu biliniyor. Bu hastalıklar çoğu zaman 60 yaşından sonra bildiriliyor. Paris ve çevresi sosyal sigorta kasasında (Cramif) CGT Sendikası adına yönetim kuruluna katılan Rafik’e göre “Aslında sorulması gereken esas soru sağlıklı koşullara çalışan kiralık işçilerinin sayısının ne olduğu sorunudur. Bugüne kadar bize yapılan başvuru sayısı maalesef çok az, bunlar ya gerçekten hasta olduklarını bilmiyor, ya da işini kaybetmekten korkuyorlar”. İNRS ve İnserm’e (Ulusal sağlık ve tıpsal araştırma enstitüsü) göre her yıl binlerce yeni vaka çıkıyor. Fakat şu ana kadar, CGT sendikasına göre, bu durumu devlet hâlâ bir sorun olarak algılamıyor.

Çeviren: Deniz Uztopal


ALMANYA PARAMPARÇA

Heribert PRANTL
Süddeutsche Zeitung

Almanya’da eski bölünmüşlük sona erdiğinde yeni bölünmüşlük süreci başladı. Yeni bölünme eskisi kadar net görünmüyor ama. Tek bir bölünme de değil, çok sayıda bölünmüşlük var. Eski yarık 40 yıl boyunca iki ülkeyi birbirinden ayırdı. Hangi tarafta yaşadığınıza bağlı olarak bir tarafta “iyiler”, diğer tarafta “kötüler” vardı.
Bu bölünme 26 yıl önce bitti. Doğudakiler için mevsimler dışında her şey değişti, Batıdakiler için posta kodlarından başka bir şey değişmedi başlangıçta.
Doğu Almanya Cumhuriyeti, değişim bölgesi, Federal Almanya Cumhuriyeti ise değişimin olmadığı bölge ilan edildi. Değişim bölgesinde bölünme başladı sonra, değişimden parlayarak çıkan bölgeler, değişimden sönerek çıkan bölgeler… İşte bu bölgeler artık sadece doğuda değil Almanya’nın her yerinde var. Şimdi Almanya’nın ortasında onu ikiye bölen bir yarık yok. Yarıklar başka nedenlerle oluştu. Keskince yukarıdan aşağıya veya sağdan sola uzanmıyorlar, iki toplum biçimini birbirinden ayırmıyorlar. Çatlak ve yarıklardan oluşan bir ağ var. Yaşamın söndüğü her yerde ülkeyi ve toplumu bölüp çökertiyorlar. Almanya’nın her yerinde terk edilmiş, ya da kendilerini terk edilmiş hisseden yüz binlerce insan var. Bunların epeycesi nefretlerini haykırıyorlar. Bunlar küreselleşmenin kaybedenleri ve kazananları. Düşük ücretli ve yükselme şansı olmayan hizmet sektörü proletaryası giderek artıyor. Onlar sanayi proletaryasından farklı olarak güçlü bir temsilciliğe sahip değiller ve Sosyolog Heinz Bude’nin belirttiği gibi kadın, etnik heterojen ve gittikçe yaygınlaşan görüntüye sahipler.
Normal iş koşullarında erozyon yaşanıyor, giderek daha az sosyal güvence ve daha az düzenli gelir sahipleri artıyor. Almanya zenginlik ve yoksulluğun korkunç boyutta birbirinden kopuk ilerlediği koşullara sahip. Her hafta yayımlanan istatistiklerle bu durumu kader olarak kabul etme, alışmayla karşı karşıyayız. Gelirler hiçbir başka sanayi ülkesinde olmadığı kadar uçlaşıyor. Ülke aslında refah ülkesi ama yoksulları dışlıyor, refah artık toplumsal uyumu sağlayan bir makine değil. Halkın yüzde 30’u “offline” yaşıyor. Çoğunluğu yaşlılardan oluşan, sanal alemde dolaşmanın zor geldiği, bu nedenle de gerçek alemde de dışlanmış olan yaşlılar...
Kışkırtılan sosyal statüyü kaybetme korkusuyla asabiyet ve kavgacılık artıyor. Ülkeye kabul edilecek mültecilere üst sınır konulması tartışmaları aslında problemler için üst sınır getirilmesini gizliyor. Almanya’da epey mülteci var, tamam ama bu durumun sonuçlarıyla nasıl baş edileceği çoğunlukla öfke ve nefretle tartışılıyor. Tartışma, toplumu ve partileri bölüyor. Bir yanda göçmenlere yönelik anlayışlı olanlar ve yardım edenler diğer yanda ise kendi kimliğini kaybetme korkusu ile asabileşenler var. Sadece toplumda değil bireylerin içinde de bölünmüşlük yaşanıyor. Hümanistlikle reddetme arasında gelip giden bir bölünme… Halkın yarısı yabancı düşmanlığından korku duyuyor, sadece üçte bir bile olmayan bir kesim ise yabancıların ülkeyi dolduracağı korkusunu taşıyor. Ülkesine Müslüman sokmamak isteyen ABD Başkan Adayı Donald Trumpf’u haklı bulanlar da az değil ama.
Toplumun bazı kısımları açık bir toplumun kendisine yarar değil zarar getireceğini düşünüyor, etnik homojen bir ulus devlet istiyor, göçmenlere karşı saldırgan bir düşmanlık duyuyor ve bunu gösteriyor. Radikaller, mültecileri kabul eden sisteme karşı direniş çağrısı yapıyorlar. 25 yıl önce DDR yıkıldığında artık düşmanın olmadığı bir demokrasiye kavuşulduğu düşüncesiyle sevinç duyulmuştu. Yanılmışız. Yeni düşmanlar ortaya çıkıyor, İslamcı terör tehdidinden düşmanlar yaratılıyor. Bu düşmanca düşünce paranoyakça bir eğilimi içinde barındırıyor.
Toplum paramparça oldu, hiçbir şeyi göstermeyen eski otomobil camlarından tanıdığımız gibi berraklığını kaybetti. Fransızca parçalanmış anlamına gelen craquer, eski yağlı boya resimlerde veya seramik eşyalarda yaşlanmaya bağlı olarak ortaya çıkar. Eğer resim ısı değişiklikleriyle karşı karşıya kalır ve zemin buna bağlı olarak esner ya da büzülürse üstteki boya bu duruma uyamaz ve çatlar. İşte toplumdaki parçalanmışlık da böylesine derin ve tahrip edici güce sahip. Devlet ve toplum bu duruma müdahale etmeli, tuzla buz olmadan restorasyona girişmeli.
Bu restorasyon sadece fırça ve mürekkeple olmaz. Toplumsal pozisyonların insani şekilde biçimlendirilmesi gerekir. Toplumsal eşitliği genişletmek, örneğin sosyal mesleklerin her anlamda itibarını arttırmak zorunludur. Güçsüzlerin (huzur evlerindeki yaşlıların da)  değersizleştirilmesine son verilmelidir. İnsanın değerini insanın ekonomik yarar ve zararını gösteren bir cetvelle ölçen politika insanlık dışıdır.
Kontrolsüz dilli, hayata küsmüş ve kendini beğenmişlere hak veren bir politika tehlikeli bir politikadır. Ancak mültecilerin kabulüne bağlı olarak ortaya çıkan masraflar karşısında da sessiz kalınmamalıdır. Seçkin ve zenginlerin tekrar dayanışmacı toplumun içine çekilmesi, ödedikleri vergi oranlarının Helmut Kohl zamanındaki düzeye yükseltilmesi iyi olur. Alman demokrasisi  “öncü kültürünü” yeniden canlandırma gücüne sahip olduğunu göstermelidir. Bu öncü kültür Alman Anayasası’nda sosyal hukuk devleti olarak tarif edilmiştir.

Çeviren: Semra Çelik

ÖNCEKİ HABER

Soma işçisi Hayatın Sesi'ni yakından bilir

SONRAKİ HABER

Ankara'da iki canlı bomba kendini patlattı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...