08 Ekim 2016 00:56

İnandığı dünya için inanmadığı dünyaya kafa tutan şair

Cenk Gündoğdu: Sennur Sezer, inandığı dünya için inanmadığı dünyaya kafa tutan adaletsizliklere karşı da öfkesini sakınmayan cesur bir şairdir.

Paylaş

Cenk GÜNDOĞDU

Şairler arasında mektuplaşma ve bu yazışmaların kitaplaşması neredeyse hiç kalmadı dememize inat “Perşembe Mektupları” adıyla Şair Sennur Sezer’in her perşembe günü Evrensel gazetesinden şair, yazar, ressamlara seslendiği yazıları dolaşıma girdi.

Tanpınar’dan Kemal Özer’e, Can Yücel’den Abdülkadir Budak’a, Haydar Ergülen’den Gonca Özmen’e kadar yaşayan ya da yaşamayan pek çok isme gazeteden seslendiği içten açık mektuplar. Hemen herkese karşı hitabı, üslubu ve içeriği farklı olan ve Sezer’in samimiyetini, edebiyata, sanata dair fikirlerini ve güncel meselelere bakışını gördüğümüz bu mektuplar, elbette muhatabına seslenirken, okura da edebiyat ortamındaki olayları, ilişkileri ve gelişmeleri ders çıkaracağı, tepeden bakmayan içten bir yaklaşımla aktarıyor.

Bu mektuplarda şair, yazar, entelektüel bir imza kadar emekçi, anne, yürekli, merhametli, vicdanlı bir insanın samimi sesini her kelimede hissederiz. Tanpınar’a özlemini dile getirirken duygularını saklamayan, 16 yaşındaki genç kızlığında Abdullah Efendi’nin rüyalarına nasıl özendiğini ortaya koyan; Akif’e korkarım inanmadığınız konulara sizi siper edecekler derken karanlık zihinlerin kurmak istediği dünya için fütursuzluğunu tedirginliğiyle paylaşan; Kemal Tahir’e anılarının ve hayatının hakikati için teşekkür ederken çiğleşen ve sessizleşen insanlara ‘höst’ demesini dileyen; Yaşar Nezihe’ye hayatına ve mücadelesine saygısını sunarken “Kızıl güller şiirinizin anlamını saptırmaya çalışıyorlar” diye hatırlatıp abla demek isteyen; Sait Faik’e “Sen bir kuşun tüylerinin kokusundan insanı merhamete çağıran bir güzellik duyan yazarsın” derken ustam diye seslenen; Cevdet Kudret’e bugünkü sevgisizliği, yozlaşmayı var eden ayrıştırıcı dilin sahibi muhafazakar sanat algısını ortaya koyan ideolojik siyaseti eleştirirken özlemini paylaşan; genç şairlere, ‘genç’ sıfatını özleyeceğiniz günler gelecek diye yaklaşırken yaşadığı olayları ve tecrübesini içeriden, hakikatli bir dille aktarıp nasihat etmek yerine mesajı alana bırakan bir Sennur Sezer var.

“Bu baharın da gülleri ne kadar/ Lekelenmiş şehit kanıyla gibi/ Ateşindi, kızıldı ya Rabbi” dizelerinin sahibi Yaşar Nezihe’nin emekçi sosyalist tavrı yerine şiirinin anlamından çıkarıldığını, “Silivrikapı’nın fakir bir sokağında fırtınanın çatıları titrettiği bir kış gecesinde doğmuşum. Doğduğum gece evde damla gaz yokmuş. Annemi altı yaşında kaybettim. Dört kızı ölmüş bir ailenin tek kızıyım” diye anlattığı hayat hikayesinin göz ardı edildiğini ve Bekir Yıldız’ın bir öyküsünde bu trajediye kurgusal olarak yer vermesi sonucu hapis yattığını bu incelikli mektuplardan öğreniriz.

BİLİNMEZLERİ KAYDA GEÇMEK

“Memleket isterim” şiirinin siyaset malzemesi yapıldığı Cahit Sıtkı’nın, Nâzım Hikmet’le ilgili yazdığı bir şiirinin kesilerek yani sansürlenilerek Varlık dergisinde yer aldığıyla ilgili bir bilinmezi de Sezer’in burada kayda geçmesi, bakışını göstermesi açısından önem arz eder. Sezer’in “eylem adamı değildin, Sait Faik de değildi. Her ikinizin de döneminizdeki tanıklığınız gözden kaçıyor/ kaçırılıyor. Üst sınıftan daha doğrusu büyük burjuvadan oluşunuz anımsatılıyor. Ama sınıfının sınırlarını aşmak da önemli” dediği Sıtkı’nın şiirinin sansürlenen bölümünü anımsarsak: “bir şey var ki hava gibi ekmek gibi su gibi/ Lazım insana lazım onsuz yaşanılmıyor/ Ana baba gibi dost gibi yavuklu gibi/ Kalp titremeden göz yaşarmadan anılmıyor// Bir şey ki gözünüzde memleket kadar aziz/ Aşk ettiğimiz kendimize dert ettiğimiz/ Adını çocuklarımıza bellettiğimiz/ Bir şey ki hasretine dayanılmıyor// Bir şey daha var yürek acısı/ Utandırır insanı düşündürür/ Öylesine başka bir kalp ağrısı/ Alır beni ta Bursa’ya götürür/ Yeşil Bursa’da konuk bir garip kuş/ Otur denmiş oracıkta oturmuş/ Ta yüreğinden bir türkü tutturmuş/ Ne güzel şey dünyada hür olmak hür/ Benerci, Jokond, Varan Üç, Bedrettin/ Hey kahpe felek ne oyunlar ettin/ En yavuz evladı bu memleketin/ Nâzım ağabey hapislerde çürür”
Can Yücel’in “Ilgaz/ Anadolu’nun sen yüce bir dağısın/ Eteklerinde kitaplar” diye seslendiği Rıfat Ilgaz’dan, bireysel hayatları yerine hep dünyanın yükünü sırtlayan bir kuşağın ferdi gördüğünü belirten Sezer şöyle bahseder: “Şimdilerde bizim yola çıktığımız tarihten çok sonra doğanlar, bize bakarken imreniyorlar mı bilmem ama bizim size duyduğumuz saygıyı duysunlar isterim.”

DAİMA DİRENİRKEN HATIRLAYACAĞIZ

Bazı insanlar hayatıyla şiir yazar ve şiirinden hayatı, hayatından şiiri farklı değildir. İşte “Ne kadar uğraşırsam uğraşayım ince paşazade kızlarının trajikomik aşklarını yazamadım/ yazamam” diyen Sennur Sezer o bahsettiğimiz sahici imzalardan biridir. Bütün hayatını ve sanatını ezilenlere, yokluğa, kırıma, baskıya, zorbalığa, horlananlara, emekçilere bir mücadele olarak ortaya koyan Sennur Sezer, yürekli ve haksızlıklara, adaletsizliklere karşı da öfkesini sakınmayan cesur bir şairdir. Gecekondu’dan (1958) İzi Kalsın’a (2011) ve dergilerde okuduğumuz son şiirlerine kadar hep aynı coşku ve inançla yaşadığı zamana tanıklığını ‘hayır’ diyerek, alanlarda, meydanlarda, dergilerde, gazetelerde, kitaplarda görürüz.

Şimdi bunca baskı ve savaş tamtamları arasında meydanlarda ‘hayır’ diyen, şiirlerinde barışı savunan, yazılarında kardeşliğe davet eden, insanı, insanca yaşamı savunan bir çift gözü gülümserken ve daima direnirken hatırlayacağız, son kitabında “karşı koy haksızlığa, izi kalsın” dediği gibi izi kalacak.

ÇARESİZ ÖZLEMLERİN ÇARESİ...

Kronolojiye göre sıralanan bu mektupları okudukça edebiyatımıza dair ipuçları ve değerli bilgilerin, hatıraların yanı sıra Sezer’i, mektup yazdığı bu isimlerle kurduğu edebi ve hususi hukuku üzerinden yeniden tanırız ve buradan onun şiirinin kaynaklarına doğru bir izle yönelebiliriz. Özellikle sosyalist gerçekçi şiir anlayışını benimseyen 40 Kuşağı şairlerine dair hatıralar ve verdiği değer anılmayı ayrıca hak ediyor. “Ve döne döne ateş/ Döne döne madde/.../ Döğüşe döğüşe madde/ Değişe tokuşa madde/ Öyle bir vakte erdi ki devran/ döne döne esir/ Yosun titreşe, yeşilleşe/ Işık dura değişe” diyen Enver Gökçe’ye şöyle seslenir: “Şiirlerinde hep ikili bir görüntü yansıyor. Bir yanda gülden ağır söz söylenmeyecek sevgili vardır. Bir yandan kan revan bir yaşamak. Hem ölmek yaşamaktan hayırlıdır hem de hayat ‘içi sevdalarla dolu yeşil bir dal’dır.”

Yine Arif Damar’la ilgili sözleri bir mektup özelinden bu kuşağın yaşadıklarını taşırır: “Şiirin için kim konuşacak olursa olsun söylenenleri yeterli bulmayacaksın. Kimi şairler öyledir. Neleri değiştirdiklerini bilirler, güçlerini tanırlar. Kimileriyse utanır övüldüğünde. Sen kuşağının farkını bilenlerdensin. Kuşağınla paylaştığın dünya görüşünün biraz farklı anlatılmasından yanasın. Ve sözcüklerin yalın, arı ve benzersiz sıralanıyor yan yana. Çanakkale işi bir vazoda susuz kalmış kır çiçekleri gibi renkleri akılda tutulan çaresiz bir ömrü anlatarak.”

Anıların kapısını aralayıp hatıralarını aktardığı dostları Kemal Özer’in şiirine baktıkça bir şiiri tasarlamanın önemini, yalınlığın derinliğini ve gerçekliğin büyüklüğünü gördüğünü belirten Sezer, şairin toplumsal meselelerdeki duyarlığını şöyle dile getirir: “Yıl boyu seni özlediğim günler oldu. TEKEL eylemlerinde. Kemal olsaydı neler yazardı diye düşündüm. Bu tip çaresiz özlemlerin çaresi özlediğin arkadaşların yapacağını yapabilmektir. Onun yazması gerekeni yazman. Gelmedi elimden belki daha sonra. Ama fotoğraflara baktığımda sanki oralarda bir yerdeydi gülüşün.”

ÖNCEKİ HABER

Sennur Sezer'siz bir yıl

SONRAKİ HABER

Yazılı sınavda 1., sözlü sınavda sonuncu oldu!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa