Sennur'la konuşmalardan: Nişan yüzüğü
Adnan Özyalçıner ‘Sennur’la Konuşmalar’ adını verdiği bu ‘konuşmaları’ndan bir ‘düşü’ bugün için biraz kurgulayarak öyküleştirdi.
Adnan ÖZYALÇINER
Bir gemide birlikte yolculuk ediyoruz. Nereye gittiğimiz belirsiz. Kalabalık, bir o kadar da gürültülü olan güvertedeyiz. Öyle yerlerde hep olur ya. Adamın biri, bir ayak satıcısı altın nişan yüzükleri satıyor. Epey ötemizdeki yan banklardan birinde. Yüzüklerden birini alıp oturduğumuz yere getiriyorum. Sen o yüzüğe yanımızda oturan genç bir kız için bakmak istemişsin. Satıcı öteden:
-İki yüz liraya bırakırım, diye bağırıyor.
Ben, o duyacakmış gibi, sesimi alçaltarak:
-Yüz elliden fazla vermeyin, diye fısıldıyorum. O tür yüzüklerin, yüz elli liraya satıldığını bir yerden duymuşum, biliyormuşum da ondanmış gibisinden. Tam o anda sen, yüzüğü göğsüne yaklaştırmış, okşarcasına elinde evirip çevirirken:
-Sana alalım onu, diyorum. Param var. “Kaybolanın yerine hani...”
Gönlümden geçeni bildiğinden gülümsüyorsun.
-Bol gelmez mi?
Öteki bol geldiğinden parmağından düşmüştü.
-Gelmez gelmez. Tak da bak!
Ne güzel, parmağına takıyorsun. Tam oturuyor. Seviniyorum. O sevinçle karışık bir tedirginlik de duyuyorum. İçi yazılı değil, benim adım, nişan tarihi falan. Kim yazar şimdi. Gemiden inince nasılsa bir kuyumcu bulup kazıtıveririm yazıyı diye avunuyorum. Kuyumcular, o işe para mara da almıyorlar hem. Kazımadan çıkan altın tozları yeterliymiş onlara.
Aynı anda bir şimşek çakıyor kafamda. Bu kez, yüzüğün içinde ilk gecemizin tarihi yazılı olmalı, nişan tarihi yerine: 9.9.1966 Sennur-Adnan.
Gemi, uçsuz bir denizin ortasında, ufka doğru, son hızla yol alıyor şimdi.
* Adnan Özyalçıner ‘Sennur’la Konuşmalar’ adını verdiği bu ‘konuşmaları’ndan bir ‘düşü’ bugün için biraz kurgulayarak öyküleştirdi.