15 Mayıs 2012 13:07

Dibe doğru yarışta Türkiye önde

Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Standart & Poor’s (S&P), Türkiye’nin BB olan yerel ve yabancı para cinsinden uzun vadeli kredi notunu teyit ederken, not görünümünü pozitiften durağana çevirmişti. Çevirmez olaydı! Hükümetin en üst düzeydeki yetkilisinden neredeyse orta düzey bürokratlar

Dibe doğru yarışta Türkiye önde
Paylaş
Arif Koşar

Başbakan Tayyip Erdoğan “Bunu sen Tayyip Erdoğan’a yutturamazsın” derken, çeşitli gazetelerde S&P’nin kararından vazgeçtiği yönünde haberler yayılmıştı. Ancak, bütün bunların, Başbakan ve kimi gazetecilerin hülyalarından ibaret olduğu anlaşılınca dikkatler yeniden Türkiye’deki cari açık gibi temel ekonomik meselelere kilitlendi. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Murat Birdal ile hem kredi derecelendirme kuruluşlarını hem de Türkiye’nin notunun güncellenmesi üzerinden koparılan fırtınayı konuşuyoruz.

Kredi derecelendirme kuruluşları  da artık Başbakanın polemik yaptığı kurumlar arasında girdi. Dolayısıyla vatandaşın gündemini de bir süre işgal etti. Eğer ‘cesaret eder’ de, Türkiye’nin notunu düşürürlerse yine Başbakanlık düzeyinde memleket gündeminde yer bulabilir. Öncelikle; bu kuruluşların işlevi nedir, neyi ölçerler?
S&P, Moody’s, Fitch gibi uluslararası kredi derecelendirme kuruluşları; uluslararası büyük sermayeyi yönlendiriyor. Hangi ülkenin daha güvenli olabileceğini, hangi ülkenin yatırım yapılabilir seviyede olduğunu gösteriyor. O ülkenin tahvili yatırım yapılabilir seviyedeyse, ülkedeki para birimine ve kura dair bir güvence veriyor. Dolayısıyla sağlanan güvenle o ülkeye yatırım gerçekleşeceği düşünülüyor.

Kredi notları öyleyse doğrudan uluslararası sermayeyi ilgilendiriyor. Peki, neden bu kadar itiraz ediliyor. Sermaye için bu ölçü/değerlendirme bu kadar zor mu?
Yakın zamana kadar daha güvenilirdiler. Özellikle Yunanistan krizi ciddi bir biçimde bunların güvenilirliğinin sorgulanmasına neden oldu. Yine, geçtiğimiz yaz aylarında Amerika’nın notunun indirilmesi, bu indirimde bir hata yapmışlardı, 2 trilyon dolarlık bir hatadan bahsediyorum. Dolayısıyla çok alay edildi o dönemde bu kuruluşlarla. Sonrasında Obama’yı indirmek için yapıldığı söylendi. Çok tartışılabilir bir hamleydi. Çünkü ABD’nin notu Fransa gibi kimi sorunlu Avrupa ülkelerinin altında bir seviyeye çekilmişti.  

Türkiye’ye dair son düzenleme bu kadar önemli miydi?
Buradan bakıldığında Türkiye’nin notunun durağana çevrilmesi, bunun bir sene önce yapılması gerekiyordu. Çünkü bir sene önce koşullar neyse bugün de aynı. Ama şimdi değiştirilmesine karar verildi. İnsanın kafasında niye şimdi sorusunu uyandırıyor. Bunların hiçbiri bağımsız aktörler değil. Bunlar bildiğiniz şirket. Piyasada yer alan, büyük fonlara danışmanlık yapan, kâr eden, gelirini arttırmaya çalışan, belli ülkelerin tahvil fiyatlarının düşmesiyle daha fazla kazanabilecek aktörler. Burada bir çıkar çatışması var. Örneğin ünlü yatırımcı Warren Buffett, Moodys’in önemli oranda hissesine sahip.

Geçen sene, Türkiye’nin notu yükseltilmişti...
İki not veriyor. Bir, yabancı para cinsinden, bir de yerli para cinsinden yatırım yapmanın ne kadar güvenli olduğunu ifade ediyor. Mesela Türkiye’nin geçen sene yabancı para cinsinden notunu sabit bıraktı, yerli para cinsinden yükseltti. Adam, diyor ki, tamam ekonomi fena değil ama ben senin para biriminin uzun süre değerini koruyabileceğine inanmıyorum. Yabancı yatırımcı için bu ne demek? ‘Yok kardeşim, sen bu riske’ girme demek. Orada ‘değer kaybedebilir’ diyor. Buna benzer...

Yabancı sermaye ne kadar dikkate alıyor bu notları?
Amerika kararında, not indiriminde aynı şeyi gördük. Yabancı yatırımcı tam tersine not indiriminden oluşan panikte Amerika’ya kaçtı. Bizde ise çok öncenin, bir sene öncenin durumunu ancak gördü. Ekonomi bu sene aynı durumu tekrarladı. Bir sene önce görmesi lazımdı. Cari açığa yönelik kaygılar yeni bir şey değil çünkü.

Hükümet de yabancı sermayenin yatırım yapması için epey çaba harcıyor. Teşvik paketleriyle yabancı sermayenin gözünü Türkiye’ye çevirdiği de söyleniyor. Sermayenin Türkiye’ye girişini neden bu kadar istiyor hükümet? Bunu ‘yabancı sermaye iş birlikçiliği’ ya da ‘emperyalizm uşaklığı’ ile açıklamak yeterli midir?
Türkiye’nin sürdürmekte olduğu büyüme modeline baktığımızda çok büyük bir cari açıkla dönen bir model olduğunu görüyoruz. GSMH’nin yüzde 10’unu bulan bir cari açığı var. Bu ne anlama geliyor? Büyüyebilmesi, ayakta durabilmesi için bu ekonominin dışarıdan sermaye akışıyla kollanması anlamına geliyor. Böyle hastalıklı bir yapı var. Dışarıdan sermaye çekilmesi için Türkiye denetimden arındırılacak. Nedir bunlar? İşte çevre denetiminden arındırılacak. Ücretleri düşük tutacak, çalışma saatlerini uzatacak. Hatta bunların üzerindeki yasal denetimi de gevşetecek. Kontrol dışı bırakacak. Böylece sömürüye açacak.

Yani dibe doğru yarış...
Dibe doğru yarış denilen olgu bu zaten. Hem çevre standartları hem işçi ücretlerinde genel anlamda sosyal yaşam standartlarında dibe doğru bir yarış yaşıyor birçok ülke. Mevcut modelle emekçilerin haklarının gelişmesi mümkün değil. Yabancı sermaye çekebilmesi için diğer ülkelerden daha düşük çalışma standartlarının sunulabilmesi lazım. İşte bu yapılıyor. Deniyor ki, bizim ülkemiz diğer ülkelerden daha fazla sömürüye müsait bir ülke. ‘Daha yüksek kârlar elde edebileceğiniz bir ülke’ diyoruz. Kimin sırtından? Emekçinin sırtından. Çevreyi daha kolay tahrip ederek. Dolayısıyla böyle bir yarış içinde küresel sermayeden daha çok pay kapmaya çalışıyoruz ki, büyümemiz devam edebilsin. Manzara bu. (İstanbul/EVRENSEL)


NOTLA PEK BİR ŞEY DEĞİŞMEZ

Yabancı sermayenin alanında epeyce dolaştık. Kendi alanımıza gelelim yeniden. Bütün bunlar emekçiler için ne ifade ediyor?
Emekçiler açısından aslında pek bir şey ifade etmiyor. Yabancı sermaye giriş çıkışını yönlendirebilseydi belki ama öyle değil. Türk lirasının diğer yabancı para birimleri karşısında değer kaybetmesi, emekçiler açısından bir problem. Neden sorun? 2000 öncesinden de biliyoruz. Sabit ücretliler, TL bazında kazanıyor. Geliri, TL değer kaybettikçe azalıyor ve zam alamıyor. TL’nin yabancı para birimi karşısında kaybedeceği oran, doğrudan reel ücretlerin aşağı doğru çekilmesi anlamına geliyor. Dolayısıyla böyle bir kayıp söz konusu. Ama bugün için, bu yapılan görünüm değişikliğinin sonrasında o kadar büyük bir sermaye kaçışının yaşanacağına inanmıyorum. Çünkü daha önceden yapılması gereken bir düzenleme yapıldı Türkiye’nin notunda. Bu ne demek? Türkiye’nin notunu yükseltebiliriz anlamına geliyordu, durağana çevirmesiyle notunu kısa vadede yükseltmeyeceğim diyor. Notu durağana çevirme bu anlama geliyor. Dolayısıyla emekçiler açısından TL’de büyük değer kaybına yol açacak bir sermaye çıkışı söz konusu olmadığı sürece pek bir şey değişmemiş oluyor.

BAŞBAKAN’IN TEPKİSİ DE AMERİKAN İCAZETLİ

Peki, Başbakan S&P’ye sert çıkmıştı. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Başbakan önceleri bu tip kuruluşlara kafa tutmaya cesaret edemiyordu. 1.5 senedir Amerika’yla birlikte, bunun diğer ülkelerle beraber sorgulandığını ve itirazlar geldiğini görüyoruz. Türkiye’de de bu yaşanıyor. Başbakan, aslında mevcut tabloyu hiçbir zaman görmek ve kabullenmek istemedi. Başbakanın görmek istemediği cari açık gibi bir sorun var. Senelerdir söyleniyor içerideki ekonomistler tarafından. Dışarıdan verilen not değil, GSMH ile karşılaştırıldığında yüzde 10 gibi ortaya çıkan cari açık, patlamaya hazır bir ekonominin işareti. Başbakan bunu görmek istemiyor.

ÖNCEKİ HABER

Lefkoşalı emekçiler grev yasağına karşı ayakta

SONRAKİ HABER

Yüksekova'da anadil mitingi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...