03 Eylül 2016 00:54

Avrupa tekellere karşı direniyor

Almanya ve Fransa’da Transatlantik Serbest Ticaret Sözleşmesi(TTIP) ve CETA’ya (AB-Kanada Serbest Ticaret Sözleşmesi) karşı halkın mücadelesi sürüyor.

Paylaş

Almanya ve Fransa’da Transatlantik Serbest Ticaret Sözleşmesi (TTIP) ve CETA’ya (AB-Kanada Serbest Ticaret Sözleşmesi) karşı halkın mücadelesi sürüyor.

Fransa salı günü Transatlantik Serbest Ticaret Antlaşması’ndan (TTIP) geri çekileceğini ilan etti. Bu, TTIP görüşmelerinin bittiği anlamına geliyor. 2013 başından bu yana devam eden müzakereler tam bir gizlilik içinde yürütülüyordu. Söz konusu ticari anlaşmanın içeriği kamuoyuna yansıdıkça tepkiler de artmaya devam etti ve güçlü mücadelelerin patlak vermesine vesile oldu. Müzakereyi yürüten emperyalist ülkelerin çıkarları konusunda anlaşma sağlanamadığından dolayı uzayan görüşmeler daha fazla tepkilere neden oldu. Gelinen koşullarda müzakerelerinin 3 büyük ülkesinde, ABD, Almanya ve Fransa’da seçimler yaklaşıyor ve TTIP var olan iktidarlara karşı öfkenin daha da artmasına vesile oluyor. 

Almanya’da 17 Eylül’de değişik şehirlerde CETA’ya karşı eylemler yapılacak. Hükümetin içerikleri önemsizmiş gibi göstererek sözleşmeyi imzalama eğilimi medyada da eleştiriliyor. İnternet gazetesi NRhZ yorumunda tekellerin egemenliğine karşı sokağa çıkma çağrısı yaptı. 

İngiltere’de ise tekeller, referandumdan çıkan AB’den çıkma kararına bağlı olarak ayrılmanın koşullarını düzenlemekle uğraşıyorlar. The Morning Star gazetesindeki başyazıda AB’den ayrılmanın emekçilerin çıkarları doğrultusunda yönlendirilmesi için çaba harcanmasının zorunlu olduğu vurgulanıyor.


İLAN EDİLEN ‘DURDURMA’ MÜCADELELERİN SONUCUDUR

Bruno ODENT
Humanite 

Paris Transatlantik Serbest Ticaret Antlaşması (TTIP) görüşmelerinden vazgeçmeye hazırlanıyor, Almanya Ekonomi Bakanı buna inanamıyor. Müzakere artık ilerlemiyor ve Fransa adına görüşmelere katılan Matthias Fekl görüşmelerin eylülde bitirileceğini ilan etti. Bu ilk zaferi, şubat 2013’te müzakerelerin başladığından bu yana Atlantik’in iki yakasında da sürekli mücadele eden halk direnişlerinin lehine yazmak gerekir. (...)Vahşi bir toplum yaratmayı uman bu proje nihayetinde durduruldu.  

Transatlantik Serbest Ticaret Antlaşması (TTIP) artık bitti. Fransa Dış Ticaret Bakanı Matthias Fekl salı günü Avrupa komisyonuna eylül ayında Washington ile yürütülen müzakereleri ‘durdurma’ talebinde bulunacağını ilan etti. Fransız bakanın belirttiği temel neden şu: ABD tarafı “Ya hiçbir şeyde geri adım atmıyor ya da sadece kırıntı bırakıyor. Müttefikler böyle müzakere yürütmezler”. Bundan birkaç saat önce de Alman Ekonomi Bakanı, Gabriel, müzakerelerin ‘de facto başarısız’ olduğunu belirtmiş, aslında o da TTIP sonunu ilan etmişti.  

Her şeyden önce kendi tekellerinin çıkarlarını savunmak isteyen Washington ile farklılıkların giderek artması, Matthias Fekl’in ‘hızlı ve kesin olarak’ durdurmak istediği müzakerelerin başarısızlığını kısmen açıklıyor. Temel nedenleri anlamak için bu ekonomik çelişkilere bir de Atlantik’in iki yakasında da uyumlu olmayan siyasi ortamı da eklemek gerek. Obama’nın, ikinci ve son başkanlık dönemi bitmeden, ocak ayına kadar müzakereleri sonuçlandırmak istemesi, yaşanan Beyaz Saray yarışmasında yürütülen zor tartışmalarla karşı karşıya kalmasına neden oldu. Donald Trump, ABD kamuoyunun çoğunun karşı olduğu TTIP’ye olan tepkileri kendi lehine kullanmak istiyor. 2017 ilkbaharında Fransa’da, son baharda ise Almanya’da yapılacak seçimlerin yaklaşmasıyla alevlenme olasılığının büyük bir siyasi risk haline getiren bu sözleşme, özellikle de kamuoyu yoklamalarında çok kötü durumda olan bir Fransız Cumhurbaşkanı açısından, sırtlanması gereken ek bir dert olarak ertelenmeyi zorunlu kıldı. Fakat yanılmamak lazım: TTIP’ye karşı oluşan zaferi her şeyden önce Avrupa ve ABD’de halk direnişleri lehine yazmak lazım. Bu mücadeleler, ta şubat 2013’te Barack Obama’nın “Avrupa Birliği ile ticari ve yatırım ortaklığı için genel transatlantik müzakereleri” başlattığının ilanından bu yana devam ediyor. Avrupa kıtasında yedek pilot rolünü ise eski AB Komisyonu ve şu an Londra’da Goldman Sachs adlı bankanın birinci danışmanı olan José Manuel Barroso üstelenecekti. Derhal buna karşı bir mücadele örgütlendi. (…) Bu mücadelelerde müzakerelerin karanlık ve gizlice yürütülmesi teşhir ediliyordu. Müzakereler bu vesileyle kurulan “Ekonomi Dünyası Transatlantik Diyaloğu” adı altında toplanan Avrupa ve ABD’nin en büyük şirketlerinin denetimi altında kurulan küçük bir komite tarafından yürütülüyordu. (…) Büyük tekeller her yönüyle kazançlı çıkacaklardı: Yeni kamu veya özel pazara açılabilecek ve ülkeler arasında en düşük sosyal ve çevresel normlar düzeyinde bir eşlenme sağlanacaktı. Başka şekilde ifade etmek gerekirse demokrasi giderek söndürülmeye mahkum ediliyordu zira yüksek ekonomik nedenler, yani hiç durmaksızın kârlarını daha fazla arttırma nedeni, demokrasiyi oyun bozucu olarak görüyordu. İki yıl içinde yaratılmak istenilen bu güçlüler dünyasına karşı mücadele sürekli büyüdü. Humanite şenliğinden dünya sosyal forumlarına kadar gitgide sıklaşan ve kitleselleşen direnişlerle... Tıpkı 10 Ekim 2015’de Berlin sokaklarını dolduran Alman derneklerinin, ilericilerin ve sendikacılarının gerçekleştirdiği yürüyüş, gözlemcilerin belirttiği gibi 2. Dünya savaş sonrası yıllarında Alman başkentinin tanık olduğu en büyük gösterilerden birisi oldu. Aynı anda TTIP’ye karşı Avrupa düzeyinde gerçekleşen bir imza kampanyasında 3.2 milyon imza toplandı. Paris Dünya Çevre Zirvesinde, OHAL’ın getirdiği yürüyüş yasağını çiğneyerek çevreseverler ‘Büyük petrol tekelleri TTIP’yi seviyor’ pankartını taşıyorlardı. Tüm kıta ve Fransa’da onlarca köy, şehirden sonra Paris’in Republique Meydanı’nı işgal eden “Gece ayakta” hareketi de bu ünlü meydanı “Buraya TTIP giremez” diye ilan etti.  

Tüm bu art arda sürdürülen direnişler, Avrupalı yöneticilerin vazgeçmesine, en azından köklü bir stratejik geri çekilmeyi benimsemelerine neden oldu. Fakat dikkatli olmaya devam etmek gerekiyor. Matthias Fekl bu “durdurmanın” başka bir zaman “müzakerelerin yeni ve daha sağlam temelde başlamasına” vesile olması gerektiğini ifade etti. Üstelik Kanada ile serbest dolaşım ve hizmetler anlaşması (CETA) hâlâ masa üzerinde. (…) TTIP’ye karşı elde edilen bu ilk zafer Avrupa projesinin yeniden inşa edilmesini savunanlar için oksijen deposu oldu.  

Çeviren: Deniz Uztopal


CETA’YA KARŞI SOKAKLARA

Ulrich GELLERMANN
NRhZ

Dünya sahnesinde tekeller arasında bir yarış izlemekteyiz: Kim daha utanmaz, kim daha saldırgan, kim daha güçlü? Geleneksel olarak her yıl silah tekelleri tarafından bir ahtapot gibi kıskaçta tutulan mali oligarşi tarafından ‘ödül töreni’ düzenleniyor. Ancak ödülü kazanabilmek için sürdürülen rekabette çıta her geçen yıl daha da yükseltiliyor. Bu yarışta otomobil sanayi, Volkswagen’ın egzoz skandalına bağlı olarak ilk sıralarda yer alıyor. Bu skandalın sonucunda herhangi bir tekel yöneticisi cezalandırıldı mı? Yok. VW’ın ardından yine Almanya merkezli Bayer AG geliyor. Tekel 64 milyar avroya Monsanto AG’yi satın almaya ve dünyanın en büyük kimya tekeli olmaya hazırlanıyor. Kimya tekellerinin doğayı zehirlemelerine, genetik manipülasyonlarına ve insan haklarına yönelik saldırılarına karşı herhangi bir direniş yokmuş gibi davranılıyor. Ahlak, tekel yönetim kurulları açısından  tuvalet kağıtları kadar kıymeti harbiyesi olmayan bir şey! 

Savaşlarda zaten tekeller kazanıyor, savaşlar yoksa teröre karşı mücadele adına tekellere yeni pazarlar açılıyor, savaş sonrası ise bölgelerin yeniden inşası’ adına azami kâr elde ediliyor. Devletleri tekeller yönetiyor, hangi adımın atılacağına onlar karar veriyor...Yine de akciğer kanseriyle mücadele daha pahalıya mal olacağı için sigara reklamlarını yasaklayan, doğanın tahrip edilmesi sonrası olabilecekleri hesaplayarak doğal gübre kullanılmasını yasal olarak düzenleyen devletler var.  Hâlâ bazı ülkelerde tekeller üzerinde hukuk egemen olabiliyor.

Tekellerin gözüne diken gibi batıyor bu istisnalar. Kâr hırsını az da olsa durduracak, azami kârı sınırlandıracak hiçbir şeye tahammül yok. İşte bunun için tekellerin sınırsız dünya egemenliğini sağlayacak CETA ve TTIP gibi sözleşmeler dayatılıyor. (...)

Örneğin CETA gelirse tekeller kendi mahkemelerini, hakimlerini devreye sokacaklar. Abartı mı? Şimdiden örnekleri var; Rus vergi kaçakçısı Chodorkowski, Den Haag’ta Rusya’nın talep ettiği 50 milyar doları ödememek için dava açtı ve kazandı. Davalı Rusya olduğu için karar Batı’nın alkışları arasında alındı ama sıra enerji, otomobil, kimya, gıda tekellerine de gelecek. Atom santrallerinin durdurulmasına karşı enerji tekelleri CETA’nın verdiği yetkiyle devletlere karşı dava açacaklar ve kazanacaklar. 

(...)

Çok şükür ki halk CETA ve TTIP’ye itiraz ediyor. Almanya’da 100 bin kişi CETA’ya karşı Federal Anayasa Mahkemesine başvurdu. İtirazlar isyana dönüştü ve geçen yıl Berlin’de TTIP’ye karşı çıkan 100 binler bu yıl da 17 Eylül’de Berlin, Frankfurt/Main, Hamburg, Köln, Leipzig, Münih ve Stuttgart’ta sokağa çıkmaya karar verdiler. İsyancılar cephesi oldukça geniş: Aralarında sendikalar, partiler, attac, göçmen örgütleri, yazarlar birliği vb. var.  Eylem Komitesini oluşturan örgütler ‚İtiraz etmeyen isyan etmeye cesaret edemez!’ şiarından yola çıkarak herkesi eylemlere çağırıyor ve geleceğimiz için artık kimseden bir şey  rica etmiyoruz, talep ediyoruz!’ diyorlar.  

Çeviren: Semra Çelik


AB’DEN AYRILMA SÜRECİ SOLA DOĞRU YÖNLENDİRİLMELİ 

The Morning Star 
Başyazı 

Akdeniz’de bir adada Almanya, Fransa ve İtalya, İngiltere’nin AB’den ayrılma sürecinde koşulların ne olması gerektiğini tartışıyor. 

Büyük şehirlerde sermaye sahipleri ve İngiliz hükümetinin memurlarının AB’den çıkış müzakerelerinde nasıl bir rol alacakları üzerinde çalışıyor olması da bizi şaşırtmamalı. 

Dünyadaki en tecrübeli ve stratejik düşünebilen egemen sınıf, İngiltere egemen sınıfı. Düşünürleri ve plancıları tüm seçenekleri ve olasılıkları gözden geçiriyor olmalı. 

Egemen sınıfın özünde mali sermaye var ve bunların sadece finans sektörü ile sınırlı olmayan, küresel çapta yatırımları var. 

İngiltere’nin elitleri hisseleriyle sanayinin neredeyse tüm sektörlerini kontrol altında tutuyorlar, böylece yöneticileri birbirine kenetleniyor, bankacılık ve kredi işlemleri üzerinde mutlak güç uyguluyor. Serbestleştirme, özelleştirme ve kapitalist küreselleşmeye öncülük ediyorlar. 

23 Haziran’da, Londra’nın iş merkezindeki para babaları ve bağlı oldukları kurumların çoğu İngiltere halkının AB’de kalmaktan yana oy kullanmasını istemişti. 

AB’nin büyük şirketlerin kâr yapmasının önündeki engelleri kaldırdığını biliyorlar, sadece Avrupa’dakiler değil küresel kurumlar da, örneğin Dünya Ticaret Örgütü, IMF ve diğerleri de onların ortakları. 

Aynı zamanda AB’nin sözde finansal denetleme, yerindelik ilkesi ve ‘Sosyal Avrupa’ ile ilgili tartışmalarının sadece göz boyama olduğu da anlaşılıyor. 

AB, Yunanistan, İrlanda, İspanya, Portekiz ve Kıbrıs’taki halkı sermayedarların değersizleşen bonolarını kurtarmak için aşırı yoksulluğa iterken sermaye sahipleri bu davranışı alkışlıyordu. 

Şimdi aynı tekelciler İngiltere’nin AB’den çıkması yönünde demokratik bir kararın sonuçlarıyla uğraşıyor. 

İngiltere Bankacılar Birliği, ‘The City UK’ olarak bilinen finansal ve profesyonel servis sektörü lobi grubu ve benzeri kurumlar finansal servislerde ‘serbest piyasa’ olmasına izin veren AB ile ikili bir anlaşma istiyor. 

Avro olarak bölünen finansal sözleşmeler sonucu Londra iş kaybetmekten korkuyor. 

Böyle bir “serbest piyasa” aynı zamanda İngiltere’den Avrupa ve dünyaya sermayenin serbest ihraç edilmesini sağlar ve Avrupa’nın her yerinde finansal şirket kurma hakkını yaratır. 

İşçi sınıfı hareketi açısından ise Barones Vadera, Lord Mandelson ve diğer orta yolcu İşçi Partililerin bu stratejide önemli bir rol oynaması endişe yaratmalı. 

Finans tekellerin öncülüğünü yaptığı sermayenin ve ticari eşyaların serbest dolaşımı -aşırı sömürülen göçmen işçiler dahil olmak üzere- ne sosyalist ne de ilerici bir hedeftir. İşçi sınıfı kendi öncelikleri etrafında netleşmeli ve birleşmeli, AB’den ayrılma müzakerelerinin daha sol politik çizgiye kaydırılması gerek. 

Önümüzdeki ay gerçekleştirilecek olan İşçi Sendikaları Kongresi bunun başladığına dair olumlu sinyaller veriyor. Fakat işçi sınıfı birliğini bu hedef etrafında yeniden inşa etmek için iki prensipli pozisyon gerekiyor. 

Birincisi, İngiltere hükümeti kendi ekonomisini düzenleme, planlama veya kamulaştırmasını engelleyen bir Avrupa “serbest piyasasında” kalmamalı. İster sermayesini verimli alanlara yöneltmek olsun, ister çelik sanayisini kurtarmak veya göçmenler için kötü iş sözleşmelerini yasaklamak olsun- seçilmiş hükümetler ve parlamentolar, sendikalar gibi, özgürce hareket edebilmeli. 

İkincisi, halkın AB’den ayrılmaktan yana kararına saygı duyulmalı ve yerine getirilmeli. Engellenmemeli veya tekrardan gözden geçirilmemeli. 

Bunların dikkate alınmaması demokrasinin ihlali olur ve milyonlarca seçmenin UKİP olarak bilinen sağcı milliyetçilere kayma riskini yaratır. 

Çeviren: Çınar Altun

ÖNCEKİ HABER

Meşru müdafaa yapan kadınlar hâlâ mahkum

SONRAKİ HABER

Kaya ve Kızılkaya ağır tecrit koşullarında tutuluyor

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...