27 Ağustos 2016 00:56

Antiterör yasaları ayrımcılığı artırıyor

Avrupa'nın gündeminde temel özgürlükleri kısıtlayan güvenlikçi önlemler ve Türkiye'nin Cerablus harekatı var.

Paylaş

Birçok terör saldırının yaşandığı Avrupa’nın farklı ülkelerinde alınan ve temel özgürlükleri kısıtlayan güvenlikçi önlemler hem yeni terör saldırıların engelleyemediği gibi, hem de emekçiler içinde ciddi bölünmelere neden oluyor. Son dönemlerde Fransa ve Almanya’da bunun somut örnekleri yaşanıyor.

Nice ve Saint-Etienne-du-Rouvray terör saldırılarından sonra Fransa’nın Akdeniz sahillerinde bulunan birçok belediye Müslüman kadınların giydiği Burkini yasakları inanılmaz boyutlar aldı. 30’a yakın sağcı ve solcu belediye başkanları plajlarda burkini yasağını getirirken Başbakan Manuel Valls’ın bunlara açıktan destek çıkması, basının haftalardır bunu en önemli gündem olarak işlemesi ve tüm siyasi oluşumların tavır belirlemek zorunda bırakılması toplumda da büyük gerilimlerin yaşanmasına neden oldu. Korsika’da bir plajda büyük bir linç girişimin yaşanması, Nice şehrinde sadece başını örten bir kadının herkesin önünde polisler tarafından üstünü çıkartmaya zorunlu bırakılması, para cezasına çarpıtılması, başka bir kadının çocukları ve polisin önünde vatandaşlar tarafından hakaretlere maruz kalması…  alınan güvenlikçi önlemlerin toplum içinde İslamofobinin güçlenmesinin zeminini oluşturduğunu gösteriyor.

Yakın bir durum Almanya’da da yaşanıyor. Hazırlanan yeni sivil savunma konsepti geniş çaplı bir terör saldırısı veya savaş durumu ihtimaline karşı halk evlerinde en az 10 gün yetecek miktarda yiyecek ve 5 gün yetecek kadar içme suyu depolamaya çağırması toplum içerisinde korkunun yayılmasına ve Müslüman kökenlilere karşı ön yargıların daha da güçlenmesine neden oldu. Fransa ve Almanya’dan seçtiğimiz makaleler bu konuların siyasi perde arkasına ışık tutmaya çalışıyor. İngiltere’den çevirdiğimiz makale ise AKP Hükümetinin Cerablus operasyonu neden ve çıkmazlarına vurgu yapıyor. 


BURKİNİ’NİN SEFALETİ
Christophe Kantcheff 
Politis - Başyazı

“Burkini polemiği Fransız siyasi sorumluların kitlesel işsizlik, durgun bir ekonomik kalkınma ve gerçek ve hâlâ ciddi bir terör tehditti gibi çözüm bulamadıkları sorunları unutturmak için uygun bir oyalama.” Yöneticilerimize karşı bu kadar sert sözleri (…) ünlü New York Times’ın 18 ağustos tarihli, keskin ve her şeyden çok da Fransa’nın durumuna hayal kırıklığıyla tahlil eden başyazısı belirtiyor. Yurt dışında, özelliklede burkini olayı diye adlandırılan meseleye büyük ilgi gösteren Anglosakson ülkelerinin gazetelerinde bu tür söylemler çok yoğun yazıldı. 

Birkaç haftalık tatil dinlenmesinde, Nice ve Saint-Etienne-du-Rouvray terör saldırılarının doğurduğu duygulardan (…) Müslüman inançlı kadınların denize girmek için giydikleri elbise meselesinin doğurduğu naçiz bir polemiğe geçtik. Önce Cannes şehrinde, belediye meclisinin aldığı, ve Nice idare mahkemesinin onayladığı, yasaklama kararı birdenbire sağcı ve solcu birçok belediyelerin de tekrarladığı bir yasak haline geldi ve Korsika Adası’nın Sisco bölgesinde bugüne kadar kimsenin dikkat etmediği elbise geniş kavgalar etmenin nedeni haline geldi. 

Fakat aydınlatılması gereken bir sorun var: Bu tartışmalar birdenbire neden bu kadar hızlı büyüyebildi? Bunun nedeni, Cannes belediye başkanının akıllıca kaleme aldığı yasaklama metninde bulunuyor: “Fransa’nın ve ibadet yerlerin terörist saldırılara maruz kaldığı bugünkü koşullarda, bir dine ait olduğunu gösterişli olarak ortaya koyan plaj giysileri, kamuoyu düzenini bozma riski (toplu birikmeler, çatışmalar vs.) taşıdığından dolayı önleyici önlemlerin alınması bir zorunluluktur”. Yani söylemeden burkini ile cihatizm arasında, en azından sembolik düzeyde, bir bağın olduğunu bundan daha iyi nasıl ima edilir… Fakat bu tavır, 12 yıl önce yaratılan bu mayonun tarihini bilmediklerini gösteriyor. Lübnan kökenli Avusturalyalı yaratıcının amacı, başörtü ve giydikleri elbiselerden dolayı plaja gitme zevkinden mahrum kalan Müslüman kadınların, denize girebilmeleri için ona uygun bir giysi yaratmaktı. Piyasaya sürülmesinden sonra birçok beyaz tenli Avusturyalı kadın da kendilerini güneşten koruyabilmek için bu mayoyu kullanmaya başladılar. İslam uzmanı araştırmacı Olivier Roy ise, IŞİD taraftarlarının kesinlikle izin vermediği burkininin “modern” niteliğine dikkat çekiyor. Ona göre “Bu mayoyu giyen kadınlar inançlılar ve bunu da gizlemiyorlar fakat entegre olmuş genç yaşamları ile inançları arasında bir uzlaşma bulmaya çalışıyorlar”. 

Fakat Manuel Valls her türlü açıklamayı reddediyor. Daha önce de belirtmişti, ona göre anlamaya çalışmak zayıflığın itirafıdır… Dolayısıyla Başbakanın bu yasaklama getiren belediyelere destek çıkması gayet anlaşılır. La Provence gazetesine yerdiği bir mülakatta burkininin “kadının köleleştirilmesi üzerinden yükselen bir karşı-toplumun siyasi projenin ifadesi” olduğunu ifade etti ve “cumhuriyetin provokasyonlara karşı kendisini savunması gerektiğini” belirtti. (…) Bu kadınları vatan düşmanı olarak göstermek için herhalde bundan daha iyisi yapılamazdı. (…) Dar görüşlü bir feminizm ve radikal bir laisizm adına Manuel Valls bu kadınları dışlayan bir ülke görüntüsü sergiliyor. Sergilenen tavır bu kadınlarda Fransız toplumuna karşı nefret duyguların gelişmesi ve tamda mücadele ettiğimiz belirtilen fundamantalizme daha da yakınlaştırma riski taşıyor. 

Zaten gelecek cumhurbaşkanlığı seçimlerinin kaderinin “kültürel ve kimlik temelinde” olacağını ifade eden bir hükümet başkanından başka ne beklenir ki? Sorun karşı kamptakilerle ideolojik kopuşu sağlamadan bu alanda rekabete girerek kaynayan İslamofobinin daha da alevlendirilmesi ve bu konularda onlar mı yoksa ben mi güçlüyüm yarışına girilmesidir. Bu yarışı sadece Le Pen’lerle değil (…) yanı sıra tüm iğrençlikleri aşan son cumhurbaşkanlığı aday adayı belli olan sağla yapıyor. (…) Valeurs actuelles dergisine verdiği mülakatta Nicolas Sarkozy bu Vallsçi düşüncelere ne kadar histeri ile yaklaştığını sergiliyor. O da aşırı sağdan çalınan “cumhuriyet hiçbir konuda geri adım atmayacak” sloganı ile “bir iç savaş” yürütmekte kararlı: Aday adaylık programı ise “tüm mezhepçi oluşumları” yok etme, (vatandaşlıkta) toprak hakkını büyük oranda değiştirme etrafında dönüyor… Sloganı ise çok sevdiği paradoksal amaçları ifade ediyor: “özünü değiştirmeden birleştirme”. Bir mayonun yasaklanması işte bizleri buralara kadar getirdi: Sarkozy ve amaçlarını hizmet ediyor. 

(Çeviren : Deniz Uztopal)



TERÖR ZAMANLARINDA ÖZGÜRLÜK CESARETİ
Sidney GENNİES
Berliner TAGESSPİEGEL

AKLIN baştan gidivermesi durumunda ne yapılabilir? Dünya ateş içindeyken korku nasıl yok edilebilir? Sadece Ortadoğu’da ya da Atlantik’in diğer kıyısında değil kendi ülkende terörle karşı karşıya iken halkın arasında panik yayılması engellenebilir mi? Bugünlerde Almanların çoğu korkularını yenmek için silah satın almak zorunda olduklarını düşünüyorlar. Köln’deki yılbaşı ve Bavyera’daki terör ve cinnet saldırıları sonrası gaz ve plastik mermili tabanca satışlarında müthiş artış oldu. Dükkanlarda temizlik malzemelerinin yanında biber gazı spreyleri satılıyor. Şimdilik yaklaşık 300 bin kişi tabanca ruhsatına sahip. Silahı olan kişi kendini daha güvenli mi hissediyor?

Normal zamanlarda federal hükümetin herhangi bir felaket durumunda yurttaşlarına tavsiyelerini içeren bir karar alma girişimi çok normal karşılanırdı. Paris, Nice, Brüksel saldırılarından sonra Avrupa’da olağan dönemde yaşamıyoruz. Bu nedenle hükümetin herhangi bir felakete hazırlık olmak için insan başına 10 litre su, yetecek kadar besin maddesi depolanmasını tavsiye etmesi korku yaratıyor. Tatil öncesi sanki dükkanlar bir daha açılmayacakmış gibi alışveriş yapılan, insan başına yılda 7 milyon ton besin maddesinin çöpe atıldığı bir ülkede bile böyle bir tavsiye sanki cehennemle karşı karşıyaymışız gibi algılanıyor, korkunun egemen olduğu yerde akıl devre dışı kalıyor. 

Korkunun bir ülkeyi ne hale getirdiği en iyi İsrail’de gözlemlenebiliyor. Her süpermarketin önünde güvenlik görevlileri dikiliyor. Metal detektörlerle aranmadan otogarlara girilemiyor. Makineli tüfekli askerler parklardaki piknik alanlarında devriye geziyor. Olağanüstü hal bu ülkede günlük hayatın bir parçası olmuş. Ama burada dikkat edilmesi gereken önemli bir fark var. İsrail, düşman ülkelerle çevrili durumda. Kurulduğundan beri 8 kere savaşmış. Radikal İslamcılar tarafından düzenli olarak roket atışına tutuluyor. Filistinlilerin saldırılarından ötürü bir tür üçüncü intifada döneminden geçiyor. Buna rağmen İsrailliler hâlâ sakin sayılır. Almanya’da ise yalnızca korku gerçek. Terör tehdidi için aynı şeyi söylemek mümkün değil. Federal İçişleri Bakanının da söylediği gibi 2016 yılında terör saldırıları sonucu Almanya’da sadece iki kişi öldü, onlar da saldırganlardı. Tamam, terör tehlikesini küçümsememek lazım ama aşırı büyüterek de korkuyu yaygınlaştırmak, panik yapmak doğru değil.

Kavranması gereken bir başka nokta ise saldırıların engellenemeyecek olması. Ne 2011’den beri Burka (kara çarşaf) yasağının geçerli olduğu Fransa’da ne de silah ruhsatının kolayca alındığı ABD’de terör engellenebildi. 2001 yılından beri dünya çapında 3 bin kişi terör saldırısı sonucu öldü. Aynı süre içinde silahlı saldırılarda öldürülenlerin sayısı 400 bin kişiyle bundan çok çok daha fazlaydı. 

Teröre karşı biber gazı spreyiyle mücadele edilemeyeceği ise açık. Yoksa aklımızı başımızdan alan korkuyla mı mücadele ediyoruz biber gazı sayesinde?

İçişleri Bakanı Thomas de Maizière terör saldırılarının engellenebileceğini düşünüyor olmalı ki büyük toplantı ve eğlencelere sırt çantası ile girme yasağı talep etti. Bakan, sakallı erkekler ve burkalı kadınların ardından sırt çantalı kadın ve erkekleri de gayriresmi potansiyel teröristler arasına kattı.  Bu kişiler sıkı kontrol altında tutulacak, video kameralarıyla izlenecek. Antiterör önlemlerinin yaydığı panik ortamını anlamak için George Orwell’i okumaya gerek yok... 

Korkunun yerine cesaret, güvenliğin yerine özgürlük geçirilerek terörle mücadele edilebileceğini bize Norveçliler gösterdi. 2011 yılında Breivik, 77 kişiyi öldürdüğünde bir açıklama yapan Norveç Veliahtı Prens Haakon, “Norveç sokaklarında korkunun değil özgürlüğün egemen olmasını istiyoruz. Bu akşam da sokaklar sevgiyle dolu!” demişti. Böylece Norveçliler korkunun yerine cesareti tercih etmişler, “ya güvenlik ya özgürlük!” dayatmasına da özgürlük cevabını vermişlerdi. 

(Çeviren: Semra Çelik)


TÜRKİYE’NİN IŞİD’E YÖNELİK ANİ SURİYE SALDIRISI TEHLİKELİ OLAN BİR OYUN İÇİNDE RİSKLİ BİR GİRİŞİM 

Patrick COCKBURN 
The Independent

SON beş yılda Türkiye’nin Suriye meselesindeki varlığı sürekli facialarla sonuçlandı. Türkiye, Devlet Başkanı Başar Esad ve hükümetinden kurtulmak istedi ama onlar halen iktidarda ve Suriye nüfusun en az üçte ikisi onların denetiminde. Aksine Türkiye ile 1984’den itibaren gerilla savaşı veren PKK’nin Suriye kanadı, ABD’nin desteğiyle kendi kontrolünü Suriye’nin Kuzeyi ve Türkiye’nin güneyinde ilan etti. Bir dönemler Ankara’nın tahammül ettiği IŞİD Türkiye’de vahşi bir bombalı eylem gerçekleştirdi ve geçen hafta sonu Gaziantep’teki bir düğünde 54 kişi hayatını kaybetti.

Türkiye’nin bu sabah saat 4’deki uzun soluklu olmayan Suriye müdahalesini eski girişimlerle kıyasladığımızda daha iyi olur mu? Türkiye’nin tankları, özel harekatı ve ağır silahları IŞİD’in kontrol altında tuttuğu ve Fırat’ın batısında olan Cerablus’a karşı 500 tane muhalif güçlerini destekliyor. Türkiye basını “Fırat Kalkanı” olarak bilenen ve 55 ve 25 mil alanı kapsayan bu operasyon ile ve Suriye-Türkiye sınırında mülteciler için güvenilir bölge yaratılacağını iddia ediyor. Ama Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş bunun kısa ve sonuç verecek bir operasyon olduğunu da söylüyor. Bu akşam muhalif güçler bölgeyi kontrol altına aldıklarını ve ABD askeri yetkilileri de Amerikan uçaklarının IŞİD’e karşı hava saldırıları yaptıklarını da açıklıyor.

Amaçlardan biri geçen hafta sonu IŞİD’li bir intihar saldırıcısı tarafından yapılan Gaziantep’te olan katliama cevap vermek. Bir diğer hedef ise, bölgedeki Suriye Kürtlerinin, yani SDF olarak bilinen Suriye Demokratik Güçlerinin Cerablus ve batısındaki bölgeyi almasını engellemek - Cerablus IŞİD’in Türkiye’ye ve dünyaya giriş çıkışı için en son kalan geçiş noktasıdır. Bu Kürtlerin Rojava adı verdikleri yarı devlet yapısının Halep’in Kuzey batısında olan Kürt yerleşimin Afrin’e bağlanmasını da sağlar. Az sayıda tanklar ve diğer muhalif güçlerine bakılırsa Türkiye’nin bölgedeki hedefleri şu anda sınırlı. 

Türkiye’nin hedeflerini sınırlı tutması akıllıca olur. IŞİD’e karşı harekete geçebilir fakat bu Suriyeli Kürtlere saldırmak için bir gerekçe olarak kullanılıyorsa hem ABD hem de Rusya tarafından karşı çıkılacaktır. YPG’nin 50 bin kişilik Suriyeli Kürt askerleri ABD’nin IŞİD’e karşı savaşında en önemli ittifakları. Aynı zamanda Rus hava saldırılarıyla ortak hareket ediyorlar. Suriye’nin ordusu ve hava kuvvetleri Doğu Suriye’de Al-Hasakah şehrinde ve çevresinde YPG ile çatışıyor. Cerablus için savaş bir cephe değişimine, yani Şam ve Ankara aralarında anlaşıp Kürtlere düşman olmasına yol açabilir mi? Olma olasılığı düşük, fakat Suriye sorunu o kadar karışık ki taraflar düşmanlarını dostlarını ayırmakta ve kendi çıkarlarının nerede olduğunu kestirmekte zorlanıyor.

(Çeviren: Çağdaş Canbolat)
 

ÖNCEKİ HABER

Aslı Erdoğan için özgürlük nöbeti bugün de devam etti

SONRAKİ HABER

Salih Müslim: Uluslararası anlaşmalara ters

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...