20 Ağustos 2016 00:55

Terör bahanesiyle Avrupa polis devletleri

Avrupa'nın gündeminde Fransa'da Sosyalist Parti'nin krizi, Almanya'da terör saldırısı bahanesiyle polis devletinin kamuoyuna kabul ettirilmesi var.

Paylaş

Fransa’da 2012’de iktidara gelen Sosyalist Parti (SP) 4 yıl sonra kendi tarihinin en derin krizlerinden birisini yaşıyor. Verdiği halkçı vaatlerin hiçbirini tutmayan Devlet Başkanı François Hollande ve hükümetinin izlediği sosyal liberal çizgi, işçi ve emekçiler içerisinde çok ciddi tepkilere neden oldu. Art arda gündeme getirdiği yasalarla işçi, emekçi ve gençlerin asırlık haklarını budadı, işsizlik, yoksulluk ve sefalet büyümeye devam etti. 
Terör saldırılarını siyasi amaçları için değerlendirerek bitmez bir Olağanüstü Hal ilan etti ve sendikacıları kriminalize etti. Hak ve siyasi özgürlüklere karşı ciddi bir saldırı başlattı ve bir sendikal mitingi yasaklama kararı verdi. Tüm bunlar son 4 yıl içinde gerçekleşen tüm seçimlerde yenilgi almasına neden oldu ve parti içinde krizin yaşanmasına yol açtı. 

8 ay sonra gerçekleşecek Cumhurbaşkanlığı seçimlerine hazırlanan parti, Le Monde gazetesinin deneyimli gazetecisi Benois Bonnefous için “Tarihinin en büyük krizini yaşıyor”. Hollande ve hükümeti terör saldırıları ve alınan güvenlik önlemleriyle sosyal ve siyasal sorunları geri plana yitmek istiyor.  

ALMANYA’DA TARTIŞMALAR SÜRÜYOR

Terör saldırılarını siyasi araca çevirme peşinde koşan bir başka ülke ise Almanya. Almanya’da geçen hafta içinde -tıpkı Fransa’da uzun zamandır olduğu gibi- terör saldırıları bahane edilerek Müslümanların konumu bir kez daha tartışma konusu edildi. Burka yasağı, Müslüman kuruluşların her saldırı sonrası saldırıyı mahkum etmeye zorlanması, 11 Eylül ABD saldırıları sonrası yapıldığı gibi Müslümanların potansiyel suçlular olarak görülerek sicil dosyaları oluşturulması tartışmaları sürüyor. 

Federal İçişleri Bakanı Thomas de Maiziere’nin İslam’la ilgili özel yasa girişimi ise İslam inancında olanların daha fazla içe kapanması ve radikal dinci örgütlere daha fazla kulak kabartmasının zeminini oluşturuyor.

Junge Welt gazetesinden aldığımız analizde terör saldırısı bahanesiyle polis devletinin kamuoyuna kabul ettirildiği, bu gidişe dur denmezse yakında bambaşka bir ülkeyle karşı karşıya kalınacağı uyarısı yapılıyor. 

İNGİLİZ SİLAHLARI KİMLERİ VURUYOR?

İngiltere’den çevirdiğimiz makale ise Ortadoğu’nun kanayan yaralarından birisi olan Yemen sorununu konu alıyor. 

İngiltere’nin Suudi Arabistan’a sattığı silahlar Yemen’de sivil halkı, okulları ve sağlık alanlarını vurmaya kullanıldığı belirtiliyor. The Guardian gazetesi Britanya hükümetini bu konuda sorumsuz davranmakla eleştiriyor. Yapılan bu silah satışının yasal olup olmaması yüksek mahkeme tarafından incelenecek. 


FRANSA’DA SOSYALiST PARTi TARiHiNiN EN AĞIR KRiZiNi YAŞIYOR

Bastien BONNEFOUS
Le Monde 

FRANSIZ sosyalistleri bu ay sonu,  tatilin sonu ve siyasi yaşamın tekrar başlangıcının ilanını yapmak için her yıl yaptıkları yaz kampını toplamayacaklar. Nantes şehrinde planlanan Sosyalist Partinin (SP) yaz kampı, resmi olarak Haziran ayında toplumsal eylemlerin olası saldırılarını engellemek için iptal edildi. Fakat parti yönetiminin aldığı bu karar içerde ciddi itirazlara neden olmadı, çünkü giderek sahteliği daha da belirginleşen bir birliği artık kimse sergilemek istemiyor. 

Tüm Avrupa sosyal demokrat partileri gibi aslında SP de derin bir kriz geçiriyor. 2012’de, François Hollande’un seçilmesinden hemen sonra parti, ülkenin tüm siyasi yürütme kurumlarının çoğunluğunu elinde bulunduruyordu: Cumhurbaşkanlığı, hükümet, meclis ve senato gibi bölgelerin, il meclislerinin ve belediyelerin çoğunluğu da onun elindeydi. 

4 yıl sonra, bu birikim tamamen yerle bir oldu. SP bu arada tertiplenen tüm seçimleri kaybetti ve Manuel Valls’ın hükümeti, Mecliste çoğunluğu sağlayamadığından dolayı (Meclisi baypas eden) Anayasanın 49.3’üncü maddesini kullanarak Macron ekonomik kalkınma yasasını ve ardından iş yasasını onaylattı. Mart 2014 ve 2015’de gerçekleşen belediye ve il meclisi seçimlerinde yenilgi alan parti büyük oranda encümen, militan ve kamu maddi yardımını kaybetti ve profesyonel elemanlarının bir kısmını işten çıkartmak zorunda kaldı. Aralık 2015’de bölge seçimlerinde 3. olan parti, kendi solunda tutarlı bir sol alternatif yok diye kendisini avutuyor fakat Ulusal Cephe (FN) ve Cumhuriyetçiler partisi tarafından geride bırakıldı. 

Hatta Kuzey ve Güney Bölge seçimlerinde aşırı sağın zaferini engellemek için (sağcı Cumhuriyetçiler lehine) kendi adaylarını harcamak zorunda kaldı. 

Cumhurbaşkanlığına 8 ay kala SP hâlâ ilerleyemez durumda. Parti içinde herkesin kabul ettiği bir önderlikten mahrum kaldığı için, Cumhurbaşkanı Ocak 2017’de yapılacak ön seçimleri kabul etmek zorunda kaldı. Ve iç tartışmalar bitmez tükenmez bir şekilde hızla devam ediyor. Parti içi muhalifler yatırım ve devlet teşvikleriyle tüketimi artıracak bir ekonomik kalkınmayı önerirken yürütme ise arz ve bütçe açıklarını kapatma politikalarında ısrarlı. 

Güvenlik tartışmaları bu ekonomik ve sosyal farklılıkları arka plana atabilir fakat aslında burada tartışma konusu bundan da öte Sosyalistlerin yeni bir toplum kurmaktaki acizliğidir. Bu kötü gidişatın somut örneklerinden birisi olarak kan kaybı örneği verilebilinir: 2012’den bu yana Parti -en azından- 40 bin üyesini kaybetti ve bugün aidatını ödeyen üye sayısı sadece 60 ile 80 bin arasında. 

Manuel Valls, 2017’den sonra SP’yi (kendi siyasi çizgisine yakın olmak üzere) yeniden inşa etmeyi hayal ediyor fakat parti içinde hâlâ bir azınlığı temsil etmeye devam ediyor. Parti genel sekreteri Jean-Christophe Cambadelis, onun (bu eğilimini) “aşma” peşinde fakat onunda parti etrafında sivil toplumunun önemli bir kesimi birleştirecek mükemmel halk birliği oluşturma çizgisi de bir türlü tutmadı. SP’si üyesi olmayan (Ekonomi Bakanı) Emmanuel Macron ise, ülkenin yasadığı demokratik ve siyasi krizin sorumlusu olarak, diğer partiler gibi bu siyasi oluşumu görmeye devam ediyor. 

(Çeviren: Deniz Uztopal)


POLiS DEVLETiNE MARŞ MARŞ

Sebastian CARLENS
Junge Welt

BURJUVA demokrasisi dış saldırılar ya da IŞİD ve Neonazi çetelerin saldırılarıyla çökmez. Onu çökerten devletin kendi örgütlerinin tekmeleridir.

İçişleri Bakanı Maizière ve eyaletlerin içişleri bakanlarının çığlıklar atarak gündeme getirdikleri önlem paketi işte böylesi tekmelerden... Birkaç kanlı saldırı ve cinnet geçiren birkaç kişinin eylemleri ardından korkunç bir iç güvenlik sağlama camiası oluşturuldu. İnanç, bilgi edinme özgürlüğü vb. burjuva haklar, güvenlik önlemlerine kurban edilmeye çalışılıyor. Şimdiye kadar popülistlerin, aşırı sağcıların savunduğu talepler bir bir devlet tarafından yerine getiriliyor. Gelişmelere karşı en küçük direniş bastırılıyor, teröre karşı savaş sürdürüldüğü bahanesiyle bu savaşta her şeyin mübah olduğu kabul ediliyor. Karşı çıkanları devlet susturamıyorsa AfD, PEGIDA ve benzerleri devreye sokularak şiddet yoluyla dikensiz gül bahçesi yaratılıyor. Devletin AfD’nin taleplerine uyduğu ise külliyen yalan. Talepler devletin derinliğinden geliyor ve AfD, halk içinde bu taleplerin yaygınlaştırılması işlevini görüyor. Kimin köle kimin efendi olduğu artık net olarak ortaya çıkıyor. AfD, hiçbir zaman İçişleri Bakanı de Maiziere ve Hristiyan Birlik Partili içişleri bakanlarının ileri sürdüğü kadar ileri talepler öne sürmedi ve hayata geçirecek güce de sahip değildi. 

Kapitalist egemenlik böl yönet mantığıyla sağlanır. Birlik partilerinin din eleştirisi olarak kamufle ettikleri İslam düşmanlığı/ İslam ırkçılığı Müslümanlığa yönelik özel bir yasa çıkarılmasını içeriyor. 1400 yıllık bir din çıkarılacak bir yasa ile politik bir ideoloji olarak ilan damgalanacak. Ondan sonra  bu dine mensup olan, mensup olduğunu açıklayan herkes potansiyel terörist olarak görülebilecek. Terörist olmadığı her saldırı sonrası‚ saldırıyı inandırıcı bir şekilde mahkum edip etmediğiyle belirlenecek. 

Yabancı bir hükümetin politikası için Almanya’da faaliyet sürdürenlere “ya sev ya terk et” mantığıyla Almanya’yı terk etme çağrıları yapılıyor. Bu ülkede mülteci yurtlarına Nazi bayraklarıyla saldırmak düşünce özgürlüğü kapsamına girerken Erdoğan için Türk bayrağı göstermek vatan hainliği olarak lanse ediliyor. Köln’de Erdoğan’a destek için yapılan mitinge 20 bin kişi katılmıştı. Yani 2 milyon 980 bin Türkiye kökenli destek vermedi. Şimdilerde politik çevrelerin “ya sev ya terk et!” çağrıları bu 2980 bini de provoke ediyor ve tavır almaya zorluyor. Yapılan resmen ırkçılıktır. 

Almanya’da teröre karşı sürdürüldüğü iddia edilen savaş tam da İslamcıların istediklerini gerçekleştiriyor: Düşünce ve inanç özgürlüğü, serbest dolaşım ve ayrımcılığa karşı korunma yok ediliyor. Devlet kurumları terörle mücadele adına savaş ilan etti ve bu savaşa dur denmezse kısa süre içinde bambaşka bir ülke ile karşı karşıya kalacağız. 

(Çeviren: Semra Çelik)


SUUDİ ARABİSTAN’A SİLAH SATIŞINI DURDURUN

The Guardian 
Başyazı

YEMEN’deki savaş Britanyalı silah üreticileri için iyi bir gelişme. Campaign Against Arms (Silahlara Karşı Kampanyanın) verilerine göre ülkeye yapılan ilk hava saldırısı Birleşik Kraliyetin Suudi Arabistan’a 3.3 milyar sterlin değerinde silah satışına tekabül ettiğini söylüyor. Riyad, “Husi isyancıları geri püskürtmek için yoğun hava saldırısı gerçekleştiriyor. [..] Britanya hükümeti, müdahaleyi destekleme konusunda söz verdi ve doğrudan çatışma dışında etkili olacak diğer tüm yöntemleri deneyeceklerini belirtti. Britanya yetkilileri saldırının kontrol ve komut konumunda ve vurulacak hedef listesine de sahip.

Bu Yemen için büyük bir kayıp. 16 aylık iç savaştan sonra 6 bin 500 kişi öldü, BM’ye göre 2.5 milyon insan yurdunu terk etti ve nüfusun yarısının açlık tehditti yaşadığı söyleniyor. Save the Children (Çocukları Kurtarın) beş yaş altındaki her 3 çocuktan birinin aşırı beslenme yetersizliği yaşadığı ifade ediyor. Dünya Bankası, BM, İslami Kalkınma Bankası ve AB’nin ortak çıkardığı rapora göre ülkenin alt yapısına verilen zarar ve ekonomik kayıp 14 milyar dolardan daha fazla oldu. Araştırma geçen yıl yapıldığı için bu miktar şu anki gerçek miktarın büyük oranda altındadır. Okullara ve devlet hastanelerine verilen zarar korkutucu, özellikle de bu ülkenin savaşın başlamadan önce ne kadar yoksul ve kişi başı GSYİH 1100 doların altında olduğunu düşününce bu daha da kaygı verici. 

Bu tahribat ülkeyi çözüme daha fazla yaklaştırmadı. Cumhurbaşkanı Hadi’nin hükümeti uluslarası düzeyde tanınıyor fakat Zeydi Şii Husi bir önceki Cumhurbaşkanı Ali Abdullah Salih ile uygun gördüğü bir birliktelik yaptı, Arap baharında devrildi ve halen Sana’yı kontrol altında tutuyor. 4 aylık ateşkesin bitmesi sonucu bu ayın başında benzer bombalamalar gerçekleşti, 10 çocuk okullara yapılan saldırıda öldü, hastaneye yapılan saldırı sonucu da 14 kişi öldü ve bir de gıda fabrikası vuruldu. Diğer yandan Husi, Suudi Arabistan’la birlikte saldırısını tekrarladı ve nice insanın hayatını kayıp etmesine neden oldu.

Yaşanan bu acı da Britanya’nın ve Fransa’nın sorumluluğu var, ABD Obama iktidarında Suudi Arabistan’a 110 milyar dolar silah satışı gerçekleştirdi. Birleşik Kralllık silah satış kuralları, eğer uluslararası insani hukuku ihlal etme ihtimali varsa satışa onay verilmemesi gerektiğini söylüyor. Britanya hükümeti kendi silah satış ruhsatlarının dünyanın en tedbirlisi olduğunu iddia ediyor  O zaman bunu kibarca şöyle okuyabiliriz; Suudi Arabistan saldırı yaparken çok beceriksiz veya sivil ölümleri umursamıyor. Ocak ayında BM yetkilileri saldırıların “geniş çaplı ve sistematik” bir şekilde okulları, düğünleri, camileri ve sağlık alanları hedef aldığını ve uluslararası hukuku ihlal ettiği için uyarmıştı. 

Britanya Dışişleri, Savunma Bakanlığının araştırmaları sonucu koalisyonun sivil halkı hedef almadığını ve insan haklar hukukunu ihlal etmediğini söylemekten vazgeçti. Parlamento tatil için kapanmadan önce bir düzeltme yapmak zorunda kaldı ve Savunma Bakanlığının aslında yapmadığı tek şeyin koalisyonun sivilleri hedef alma ve insan hakları ihlali konusunda bir araştırma yapmadığını açıklamak zorunda kaldı.

Silah Ticaretine Karşı Kampanya, Suudi Arabistan ile yapılan silah satışlarının yasallığını yüksek mahkemede inceleme hakkı kazandı, bu duruşmanın önümüzdeki yıl Şubat’a kadar görülmesi gerekiyor. Bu arada bir çok sivil hayatımı kaybetmeye devam edecek. Süren çatışma, ülke dışındakilere de uzun süreli bir tehdit oluşturuyor. Yemen’in dağılması cihatçı gruplar için, özellikle Arap Yarımadasında el Kaide ve aynı derece olmasa da IŞİD için uygun bir zemin hazırlıyor. 

Britanya ve diğer silah tüccarları hemen silah satışlarını kesmeli, bombalamalara her türlü desteği durdurmalı ve etkilerini barış sürecini tekrardan canlandırmak için kullanmalı. 

İşe yarar ve uzun soluklu bir çözüm bulmak zor olacaktır, fakat barış müzakereleri dondurulmadan önce olumlu gelişme kat ediyordu. Müzakereler bu çatışmanın uluslararası boyutunu da ele almalı. Suudi Arabistan kayda değer bir İran desteğini kanıtlayan delil olmamasına rağmen -Husi’nin İran için hareket ettiğini düşünüyor- bu İran’ın bölgedeki gücü konusunda derin endişelerinin boyutunu gösteriyor. 

Yemen toplumun karışıklığına bakılırsa müzakereler bir çok kesimin, özellikle ayrılık yanlıları ve aşiret liderlerinin sıkıntılarını ele almalı, fakat aynı zamanda kadın kurumları ve diğer sivil toplum aktivistlerini de katmalı. Son olarak yeniden yapılanma askeri çalışmalara verilen destek gibi olmalı. Britanya Yemenli sivillerin üzerinden çok kâr elde etti, şimdi onları korumak için elinden geleni yapmalı. 

(Çeviren: Çağdaş Canbolat)


 

ÖNCEKİ HABER

Antep'te 9 aylık bebeğe tecavüz!

SONRAKİ HABER

Köye elektriği kesmeye giden DEDAŞ çalışanları rehin alındı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...