09 Mayıs 2012 09:33

Ben her gün... yaşamaya mücadele ediyorum

23 Ekim 2011: Ailemle bir Pazar günü kahvaltı yapmak, bir arada olmanın mutluluğunu yaşamak için erkenden uyandım. Kahvaltı hazırlayıp, kahvaltıda gördüğüm rüyayı anlatmaya başladım. Rüyamda ayakkabılarımı kaybetmiştim. Bir köy evinde kalabalık bir ailede olduğumu ve iki ayrı renkte ayakkabı giydiğimi anlatıyordum. R&uum

Ben her gün... yaşamaya mücadele ediyorum
Paylaş
Hama Şahin

23 Ekim 2011: Ailemle bir Pazar günü kahvaltı yapmak, bir arada olmanın mutluluğunu yaşamak için erkenden uyandım. Kahvaltı hazırlayıp, kahvaltıda gördüğüm rüyayı anlatmaya başladım. Rüyamda ayakkabılarımı kaybetmiştim. Bir köy evinde kalabalık bir ailede olduğumu ve iki ayrı renkte ayakkabı giydiğimi anlatıyordum. Rüyalara inanmasam da erkek kardeşimin bana takılarak  “bir felaket yaşayacaksın” demesi beni korkutmuştu. Ablam rahatsızdı, annem ve ailemin diğer fertlerini ablamın yanına gitmek üzere yolcu ettim. Ben de evde kalıp dinlenmeye çalışıyordum. Saat 13:41 bir anda sallanmaya başladım. Evde yalnızdım, sallandıkça sallanıyordum. Neye uğradığımı şaşırmıştım. 7 katlı bir apartmanın 3. katında oturuyordum, kendimi koridora attım. Kapıya doğru koşarken bildiğim bütün duaları okumaya başladım. Kapının kilitli olmaması bana oldukça zaman kazandırmıştı. Yukarı mı, yoksa aşağıya mı? Kaçmalıyım diye düşünürken, duvarlardan kopan kartonpiyerler üzerimden uçuşuyordu... Kendimi dışarıda yerde buldum. Yaşadığım için haykırmak geliyordu içimden, bir yandan da yaşadığıma inanamıyordum. İnene kadar ne olduğunu daha tam anlayamamıştım. Etrafa boş gözlerle uzun uzun bakarken anlamaya başladım. Uçuşan toz bulutları arasında yıkılan binaların enkaz ve gürültüleri içerisinde yine de yaşıyordum... Ya ailem! Abilerim! Ablalarım! Onlarda yaşıyorlar mıydı? Ailemin bulunduğu tarafa doğru koşmaya başladım. Hava iliklerime kadar donduruyordu beni. Birden ayakkabılarımın olmadığını fark ettim. Geri dönüp evin kapısının önünde duran eski ayakkabıyı alıp ayaklarıma geçirdim. Mahalledeki insanların toplandığı bir alana doğru koştum. Toz bulutu haline dönmüş bir enkaz yığını ile burun buruna gelmiştim. Artçı depremler devam ediyordu. Bağıranlar, feryat edenler, ağıt yakanlar, dua okuyanlar, kriz geçirenler, sokaklar amaçsızca koşturan insanlarla doluydu... Hala ailemden bir haber alamamıştım. Ailemi ararken birden abimin arabasını gördüm ve koşmaya başladım. Yanına gidince, ailemizin iyi olduğu haberini alınca bir nebze olsa rahatladım. 1 kamyon kasası, 1 branda, 1 battaniye Peki şimdi ne olacaktı? Evler harabe, hava soğuk ve karanlık, elektrik yok. Yaşlılar ve çocuklar nasıl ve nerede barınacaklar? Akşamı geçirecek bir yer ararken babamdan kalan boş bir arazinin içinde bulunan bir barakaya sığındık. İçine girdiğimizde kendimizi ilk başlarda güvendeyiz diye düşünürken, birden etrafımızdaki yüksek ve sallanan binalar bizi korkuttu. Ve tekrar arabaya dönüp beklemeye başladık. Korkunç haberler ve kulaktan kulağa yayılan fısıltılar bizi sorumluluğa davet ediyordu. Kardeşimle Araştırma Hastanesine koştuk, yardım edebileceğimiz düşünüyorduk. Vardığımızda kimse kimseyi dinlemiyordu, ağlayan analar, evladını arayan babalar, yaralılar, cesetler, kısacası kaderine terk edilmiş bir kenara itilmiş Vanlılar . Geceyi geçirebileceğimiz güvenli bir yer ararken amcamlardan gelen haber bizleri mutlu etmişti. Amcamın kamyonunun kasasında kalabilecektik. Evet artık bir kamyonumuz bir ısıtıcımız ve bir de naylondan brandamız vardı. Bir de BDP eş başkanı Selahattin Demirtaş’ın dağıttığı battaniyelerden bir battaniyemiz olmuştu. Devlet yine yoktu. 20 kişiden oluşan 5 aile idik . Biz kamyonda (yani kadınlar ve çocuklar) erkekler ise yakınımızda bulunan iki katlı bir evde kalmak zorunda kaldılar. Bulabildiğimiz ekmek ve peynirle karnımızı doyurmaya çalışıyorduk. Kasım, Aralık, Ocak, Şubat... konteynır Depremin üzerinden 5 gün geçmişti ve hala kamyon kasasındaydık. Ne gelen vardı ne de giden! Kendi kaderlerimizle baş başa bırakılmıştık.. Her geçen saat Vanlılarımız için daha da kötüye gidiyordu. Tanıdıklarımızın ve yakınlarının hep ölüm haberlerini alıyordum. Bu da beni çok güçsüz ve umutsuzlaştırmaya başlamıştı. İkinci ve oldukça büyük olan depremden sonra Van tamamıyla yerle bir olmuş, ailem dağılmıştı, ama en azından canlarını kurtarmışlardı. Ben de bir çadır bulup sobanın ısısıyla oturup ağlıyordum, bir yandan da Van’ı bırakmayıp işime devam ediyordum. Kasım, Aralık, Ocak, Şubat ayları birbirini kovalarken, çadırlarda soğuk, yağmur ve kar bizimleydi. Nitekim takvim Şubat ayının 6’sını gösterdiğinde kurumumdan bir haber geldi. Konteynır çıkmıştı bana. O günkü mutluğumu anlatamam. Şu an bile hala konteynırdayım. Bunları anlatmamdaki maksat bizler sağ kalabildiysek kendi imkanlarımızla kaldık. Kadın bir depremzede olarak yaşadıklarımı sizlerle paylaşmak istedim. BEN HER GÜN, VAN’DA ÖLÜM ÇIĞLIKLARI ATARCASINA AMBULANS SESLERİYLE UYANIYORUM... BEN HER GÜN,VAN’DA DEPREM FELAKETİNDEN ÇIKAN O KORKUNÇ UĞULTU SESLERİ İÇİNDE YAŞAMAYA MÜCADELE EDİYORUM…

VAN

ÖNCEKİ HABER

Kadınlar ‘Özgürlük Nöbeti’ne hazırlanıyor

SONRAKİ HABER

Dicle'de öğrenciler Denizler için yürüdü

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...