24 Temmuz 2016 06:02

Darbe, makarna ve bu hal!

Nuray Sancar darbe girişimi ve sonrasında ilan edilen OHAL ve politik gelişmeleri yazdı

Paylaş

Nuray Sancar

Kanlı darbe girişiminin yaşandığı akşam halk bir kez daha ikiye bölündü. Tepeden bomba yağarken, neye uğradığını anlamayan bir kesim, AKP seçmenlerini aşağılamak için kullandıkları cümlelerde bolca geçen makarnayı stoklamak için en yakın markete koştu. Cumhurbaşkanının canlı yayında telefonla sokağa çağırdığı AKP seçmeni ise, kendi Gezi’sini tarihe not düşmek için Boğaz köprüsüne akarak orada saf tuttu. 

“Orantısız zeka” birkaç canlı bomba, Kürt illerindeki dehşet görüntüleri, sokaktaki AKP terörü nedeniyle epeyce kramp geçirmiş olduğu için, bir süredir rövanşist bir kampın oluşmasındaki kışkırtıcı söylem avantajını, apaçık dillendirilebilen cahiliyet övgüsüne kaptırmıştı. Makarna, darbe durdurmak için sokağa çıkanların elindeki bir tvit güllesi olarak stokçuların önüne düşebilirdi artık. “Makarna stoklayacağına delikanlı ol, meydana gel diyordu” biri.  

Gezi’deki halayın, semahın, dansın yerini esrikleştirici dini müzik eşliğinde zikir, cübbeler, sarıklar aldığında ve üstüne Erdoğan, darbe girişiminden hemen sonra “Topçu kışlasını ne olursa olsun yapacağız” dediğinde, önceden biraz bulunduğu kutbu gevşetmiş seçmen desteği devlet vesayetindeki zıvanasına, gerilimi artırarak yerleşti. Muhaliflere yasaklanmış Taksim Meydanında üç yıl aradan sonra bambaşka bir profil vardı.   

Ne zamanki, bir sonraki darbenin yolda, suikast ihtimalinin gündemde olduğu söylentileri etrafı sardı, MHP destekli yüzde 50’nin darbe karşıtlığı ekseninde sokakları tutmasının yetmediği anlaşıldı ve Hükümet kanadından ve aktrollerinden “herkes”i sokağa çağıran seslenişler duyulmaya başladı: “Kürt, Alevi… kardeşim gel! Sonra sandıkta hesaplaşırız.”… Sosyal medya afişlerinde sarıklar, cübbeler değil bu kez nötr mesajlı, (aslında mevcut bağlamda pek de nötr değildi) ortalama insan yüzleri yer alıyordu.   

Elbette bu çağrı sadece seslenişle yapılmadı, belediye işyerlerinde meydana katılım zorunluluğuna not düşen mailler ve SMS’ler, sanatçı ve ‘selebriti’ tayfasına aba altından gösterilen sopalar çalıştı. Bir erin kafasının kesildiği haberlerini doğrulayacak biçimde IŞİD görüntüsü veren meydan profilinin üstüne modern bir cila çekmeye imkân tanıyacak biçimde, darbeye karşı olduğunu gecikerek de olsa bildirmek zorunda kalan kesim nihayet meydana dahil oldu. Gülben Ergen “Ünlüysem de ben insan, ben ana değil miyim? Ben de makarna stoklamadım mı” diye çemkirse de futbolcular, şarkıcılar “demokrasi Nöbeti/Şenliğinde yerlerini aldı.  

Erdoğan’ın ikinci bir emre kadar “nöbette” kalmasını istediği halkın seferberliği bu hafta boyunca böyle dürtmeler, çekiştirmeler ve ajitasyonla sürdü. 

Arada ilan edilen OHAL meydanlarda şenliklerle kutlanırken meydana çıkmayanlar OHAL’in bu kadar teveccüh görmesine bir anlam vermekte zorlandılar. Öyle ya Türkiye’nin şimdiye kadar darbe, OHAL ve sıkıyönetimler tarihi, doğrusu halkın faydalanacağı birikimler yaratmamıştı; bu durumda darbeye karşı çıkanlar OHAL’i nasıl kutlayabilirdi?

OHAL’i devletin kendi kendine uyguladığını, günlük hayatta herhangi bir aksamanın olmayacağı teminatını veren Erdoğan ve Binali Yıldırım Avcılar Belediyesi işçilerinin grev çadırının sökülmesi dışında aslında doğru söylüyordu! Makarna stoklarına gerek duyulacak bir durum, sokaklarda kimlik kontrolü, 12 Eylül görüntüleri olmadı. İşkence izleri hâlâ taze olarak fotoğrafları yayınlananlar, tutuklananlar, arama tarama faaliyetlerinin konusu olanlar darbecilerdi. 

Ne var ki, aslında kazın ayağı pek de öyle değildi. 

Meydandaki tansiyon o kadar yükseldi ki, darbenin mizansen olduğundan kuşkulananlar, Erdoğan’ı sevmeyenler, işkenceyi eleştirenler, OHAL’e kafa tutanlar kurulan ihbar ağı içinde açıktan tehdit ve teşhir edilmeye başlandı. Birtakım kışlalara operasyon haberlerinin geldiği perşembe gecesi Abdurrahman Dilipak hesabından halka silah kullanma çağrısı yapıldı. Zıvana iyice zorlanıyordu.

Bir yandan, sala, ezan, bayrak sayesinde gizemlileştirilmiş ortak düşmana karşı milli birlik yarım yamalak da olsa kurulurken diğer yandan zikir, tekbir ve dua eşliğinde devlet kadroları temizleniyordu.

Fakat, darbeyi takiben ordu ve bürokraside el çektirmeler, giderek yoğunlaşan işten almalar, tutuklamalar tamamdı da Anayasa mahkemesinin boşaltılması, önceden başlayan HSYK tahliyesine son rötuşların vurulması… bu kadar kanırtmaya değer miydi? Yetmedi; Aktif Sen üyesi binlerce öğretmen görevden alındı, lisansları iptal edildi. Üniversite dekanlarının istifası istendi; onlar da ettiler. Ardından akademide görevden alınacaklar listesi dolaşmaya başladı ve akademisyenlere yurtdışı yasağı konuldu. Buna McCarthy’den beri cadı avı deniyordu ve AKP’nin iş makinaları önüne geleni süpürerek ilerlemeye devam ediyordu.

Bir haftanın bilançosu, bir anda içsavaş eşiğini kolaylıkla aşabilecek derin bir kutuplaştırma ve manipülasyonla geçti.

Önümüzdeki günlerin neye gebe olduğu ise meçhul.

HER EVDE DİŞLİ’LER

Bu kutuplaştırma Erdoğan-AKP yönetiminin alelacele bindiği dalı kesmesinden başka bir anlam taşımıyor. Darbecilere karşı kovuşturmanın eğitim kurumlarında (şimdilik) FETÖ’ye bir ideolojik yakınlık taramasına kadar genişletilmiş olması, silahlı kalkışma ile düşünsel destek arasındaki farkın belirsizleşmesi; arkadaşlık, yakınlık ve akrabalık ilişkilerinin kuşku konusu olmaya başlaması; ihbar ağının genişlemesi iyiye işaret değildir. İstihbarat zafiyetinin “enişteler” tarafından doldurulduğu bir devletin yeniden organizasyonunu kadro operasyonu ile gidermek bir nebze mümkün olsa da toplumsal ilişkilerin genetiğiyle oynamak, örneğin MİT’in dizayn edilmesiyle aynı sonuçları vermez. 

Ne meydandakiler ne de şimdilik “evdekiler” arasına kurulmuş olan bariyerin o kadar sağlam olmadığını kabul etmek gerekir. Dişli kardeşlerden* birinin darbeci diğerinin AKP’ci çıktığı koşullarda her evde, her sokakta, her işyerinde bu mozaiğin prototipleriyle karşılaşılacaktır. O halde “inlerine…daha da inlerine” istikameti toplumsal dizayn için tehlikeli bir yol tutuş olacaktır; bu anahtar uyamadığı kilidi açmak için zorlanırsa kardeşin kardeşi öldürdüğü bir içsavaşa çok yakınız demektir. 

Durum buyken partilerinin dolduruşuna gelerek kutuplaşanların, birbirine husumet besleyenlerin de aklını başına devşirmesi gerektiği bir noktadayız. Orantılı zekasıyla övünenlerin sokağa çıkan komşusunun, kardeşinin veya iş arkadaşının zekasıyla, makarnasıyla alay etmeden önce meydanla ve/veya meydanda bölünen ilişkisini yeni baştan nasıl kuracağını düşünmesinin zamanı geldi de geçiyor. Bu toparlama işini siyasi iktidar yapmayacak; yapmak da istemeyecek. Çünkü beka algısı bununla şekillendi.

Siyaset ve şehir meydanında kızıştırılan kutuplaşma eğer mahallede, işyerinde, ortak yaşam ve iş alanlarında ortaya çıkan talepler etrafında toplanarak kırılamazsa makarna kadar masum bir mevzu olmayacak, bu açık. 

O halde ve OHAL’de hükümetin paniği ve yanlışları halkın birliğinin imkanı olsun; ideolojik bıçakların birbirinden ayırıp bir kesimini darbelerden darbe beğenmek zorunda, bir kesimini de darbeye karşı umursamaz bıraktığı kendine ve sınıfına yabancılaşmış emekçilerin kaderi ve kıvancı ortaklaşsın.  

*Tümgeneral Mehmet Dişli ile  AKP Genel Başkan Yardımcısı, Milletvekili Şaban Dişli kardeşler

ÖNCEKİ HABER

Yargıya güven kaldı mı?

SONRAKİ HABER

Darbe alkışlanmadı, OHAL de alkışlanmaz

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...