08 Mayıs 2012 09:40

Faşizmi ezen işçi sınıfına selam...

8 Mayıs 1945, tarih boyunca Dünya’nın gördüğü en büyük savaşın resmen sona erdiği gündür 1939’dan 1945’e kadar süren savaşa, Birleşik Krallık (İngiltere), Sovyetler Birliği, Amerika Birleşik Devletleri, Fransa, Almanya, İtalya ve Japonya katılmış, Avrupa’nın tümü, Pasifik Okyanusu, Afrika’nın

Faşizmi ezen işçi sınıfına selam...
Paylaş

Savaşın temelinde emperyalist rekabetin yanı sıra sosyalizme karşı canavarca düşmanlık da bulunmaktadır. Savaşın baş rolünü oynayan Hitler faşizminin baş hedefi, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin varlığına son vermek, işçi sınıfının tarihteki bu en büyük kazanımını yıkmaktı.

SAVAŞIN ÖNCESİ...

Savaşın başladığı tarih olarak genellikle, Almanya’nın Polonya’yı işgal ettiği 1 Eylül 1939 günü kabul edilir. Oysa bu işgal hareketinden önce de, dünyanın farklı bölgelerinde, farklı emperyalistlerin pek çok ülkeyi işgal ettiğini, birbirinden uzak birçok bölgede savaşların başlamış olduğunu görüyoruz.

Almanya Polonya’ya saldırmasından 8 yıl önce, Japonya Mançurya’yı işgal etmiş, Çin’e saldırmış, İtalya Etiyopya’yı istila etmişti ve İspanya kanlı bir iç savaş sonunda faşizme teslim edilmişti. Polonya’nın işgali, faşist emperyalist ülkelerin saldırganlığının Avrupa’ya sıçramasından ve doğrudan doğruya Almanya’nın da yağmalama savaşına katılmasından ibaretti.

Bu on yıllık süre içinde dünyanın genel görünümü, aslında yaşadığımız günlerin savaşla dağlanan dünyasının görünümünden farklı değildi. Yine emperyalistler etki sahalarını genişletmeye, daha çok siyasi egemenlik ele geçirmeye, daha çok ülkeyi yağmalamaya çalışıyorlar ve pek çok ülkede, dolaylı işgaller gerçekleştiriyor, kan döküyorlar. Dünyanın tümünü kapsayacak bir büyük savaşa doğru insanlığı sürüklüyorlar.

Bu bakımdan bir emperyalist savaş olarak 2. Dünya Savaşı, insanlığa yaşattığı derin acılar ve telafi edilemez büyük kayıplar dolayısıyla hatırlanırken, aynı zamanda günümüz emperyalistlerinin sürdürmekte oldukları politikaları değerlendirmek bakımından da derslerle doludur.

Almanya, İtalya ve Japonya, bu savaşta “Mihver Devletleri” olarak adlandırılıyordu ve her üçü de faşizmle yönetilen ülkelerdi.

ABD, İngiltere, Fransa gibi emperyalist ülkeler ise, faşist mihver devletlerinin karşısında olmaları nedeniyle, “demokratik” emperyalistler olarak tanımlanıyordu.

Bu ülkeler, Hitlerci Nazi ordularının Avrupa’yı boydan boya işgal etmesi karşısında cılız itirazlar yükseltiyorlar, “ölümün adamları”nın er geç Sovyetler Birliği’ne saldıracağını biliyorlar ve bunu bekliyorlardı. Bu dünya çapında SSCB’ye karşı kurulmuş gizli bir yok etme ittifakıydı. Buna karşılık SSCB, Polonya’yı işgal etmiş olan Hitler’le, bir “saldırmazlık anlaşması” imzalayarak zaman kazanma yolunu seçti. Herkes biliyordu ki, Hitler’in gerçek ve son hedefi SSCB’dir ve Doğu Avrupa’da attığı her adım, sosyalist anavatanı yıkmaya giden yolda ilerlemek anlamına gelmektedir.

Saldırmazlık anlaşması, gerçekten SSCB’ye bu planlı saldırıya karşı hazırlanmak için zaman kazandırdı. Traktör fabrikaları tank fabrikalarına çevrildi, o güne kadar sosyalizmin inşası için demir-çelik üreten, sanayide kullanılacak  makineleri imal eden fabrikalar, hızla makineli tüfek, uçak, zırhlı araç ve kamyon üretmeye yönlendirildi. Bütün Sovyet halkı, işçi sınıfının yeryüzündeki bu en büyük ülkesini ilerletme, sosyalizmin inşasının ihtiyaçlarını, kalkınma ve refah içinde yaşama hedeflerini erteleyerek, kapılarına dayanan azgın faşist orduları durduracak tedbirleri almaya koştu.

SOSYALİST ANAVATANA SALDIRI

1941 Haziranında Avrupalı Mihver Devletler, Sovyetler Birliği’ni işgal etmeye başladılar. Daha önce, Almanya, İtalya ve Japonya’nın yeni hakimiyet alanları elde etmek için giriştiği bir saldırı olarak görünen savaş, bu andan itibaren, dünyanın tek sosyalist ülkesine yönelik bir saldırı karakteri kazandı. Artık, bu andan itibaren savaş, bir yönüyle sosyalizmle kapitalizm arasında bir savaş karakteri de kazandı.
Alman orduları Sovyet toprakları üzerinde hızla ilerledi ve Moskova önlerine kadar geldi. 14 Ekim 1941’de Alman ordusu Sovyet ordularını geri çekilmeye zorlayarak Moskova’ya sadece birkaç kilometre uzaklığa kadar yaklaşmıştı. Bu vahim ve son derece tehlikeli gelişme yaşanırken, Stalin ve Ulusal Savunma Komitesi, hâlâ Moskova’daki görevlerini sürdürüyorlardı. Ekim Devrimi’nin 24. yıldönümü olan 7 Kasım 1941’de, hâlâ elde tutulan Moskova’da hava bombardımanı tehdidine karşın, Kızıl Meydan’da görkemli bir kutlama ve geçit töreni düzenlendi. Başkent halkı ve bütün bir ulus muazzam biçimde yüreklendirilmiş ve tek bir şiara adanmışlardı: “Anayurt ölümüne savunulmalıdır!”

İşçi sınıfının iktidarı, vatanın kalbine doğru ilerleyen Nazi orduları karşısında, başta işçi sınıfı olmak üzere, bütün halkı savaşa ve faşizmi yenmeye çağırdı. Sovyet işçi sınıfı ve halkı, büyük fedakarlıklarla inşa etmeye çalıştıkları sosyalizmi savunmaktan öte, dünyanın bütününü ele geçirmeye çalışan Nazi-faşist saldırganlığını da yenmek için ayağa kalktı. Kendilerini savunmak ve kendi topraklarında faşizmi yenmek demek, bütün insanlığı savunmak ve bütün insanlık adına faşizmi yenmek anlamına geliyordu.
Nazi savaş makinesi, olağanüstü gelişmiş teknik yapısıyla, disiplinli ve yırtıcı askerleriyle, asla yenilemez bir güç olarak görünüyordu.

Sovyet ordusu ise, ancak yeni yeni toparlanıyor, askeri eğitim bakımından zayıf unsurlarla direnişi sürdürmeye çalışıyordu. Fakat çok kısa zamanda eksikliklerini giderdi ve özellikle Stalingrad önlerine gelmiş olan Nazi ordusu karşısında bütün dünyanın şaşkınlıkla izlediği bir direniş sergilemeye başladı. Sosyalizmin önderi Stalin’in adını taşıyan bu kenti savunmak onlar için simgesel bir değer taşıyordu. Hitler de, özellikle Stalin’i yendiğini göstermek için bu kenti almak istiyordu.

Önce sert bir direniş, sonra da şiddetli bir saldırıyla, “asla yenilemez” denen Alman ordusu püskürtülmeye başlandı.

Burada başlayan temizleme harekatı, Berlin’e kadar sürdü.

1 MAYIS’TA BERLİN’DE!

Sovyet işçilerinin ve Kolhoz’cu, Sovhoz’cu köylülerin, komünistlerin önderliğindeki ordusu, Stalingrad önlerinde başlattıkları mücadele Avrupa’yı adım adım Nazi’lerden temizleyerek ilerledi. Alman işgali altındaki Romanya, Bulgaristan, Polonya, Çekoslovakya, Macaristan, faşizme karşı direnen halkın da katılımıyla faşistlerden temizlendi. Sovyet Kızıl Ordusu, ilkbaharda Almanya sınırlarını geçti. Mayıs ayı yaklaşıyordu. İşçilerin ordusu, 1 Mayıs’ta Berlin’de olmayı çok istiyordu. Bayramı Hitler’i ininde kıstırdıkları gün olarak kutlamak istiyorlardı. Fakat bir günlük bir gecikmeyle 2 Mayısta Berlin’e girdiler. Hitler ve Nazi ölüm makinesinin komutanlarının büyük bölümü intihar ettiler. Orduları darmadağın edildi. Nazi İmparatorluğunun başkentine, emperyalist kapitalizmin bu en saldırgan ve en vahşi rejiminin meydanlarına, işçilerin köylülerin sosyalist ülkesinin kızıl bayrağı dikildi.

EN BÜYÜK DERS: İNSANLIĞIN KURTULUŞU İŞÇİ SINIFININ ELİYLE OLACAKTIR!

Faşizm, herkes tarafından lanetlenen, insanlık düşmanı bir rejim olmasına karşın, diğer emperyalist ve kapitalist devletler tarafından Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’ne karşı gizlice desteklendi. Nazi’lerin işlediği korkunç suçlar karşısında büyük ölçüde ve uzun zaman sessiz kaldılar. Onu, sosyalizmi yenebilecek bir güç olarak görüp el altından desteklediler. Avrupa’yı tümüyle teslim ederken düşündükleri tek şey Stalin’in ve onun temsil ettiği işçi iktidarının yok edilmesiydi.

Ne var ki, her zamanki gibi işçi sınıfının ve devrimci işçi sınıfı iktidarının gücünü yanlış değerlendirdiler ve küçümsediler. Ama böylece bütün insanlığın şu gerçeği görmesine istemeden hizmet ettiler: Faşizmin tek gerçek düşmanı sosyalizmdir, faşizmi yani kapitalizmin çocuğu olan bu kuduz yaratığı yenebilecek tek güç işçi sınıfıdır.

Kapitalist-emperyalist devletler, dünyadaki bütün kapitalistler, Hitler’in Yahudi düşmanlığına karşıydılar; ama işçi sınıfına, yoksul köylülere, komünistlere, Çingenelere, eş cinsellere karşı düşmanlığına ve onları da Yahudiler gibi ölüm kamplarında yok etmesine itirazları yoktu. Özellikle işçi sınıfını baskı altına almasını ve komünistleri yok etmeye çalışmasını hayranlıkla izliyor ve destekliyorlardı. Onların demokratlığı buraya kadardı.

Ancak işçilerin ordusu Avrupa ortalarına kadar ilerlemeye başlayınca, Hitler ordularına karşı ABD ve İngiltere de “ikinci cephe”yi  açtı. Asıl amaçları, Sovyetler Birliği’nin ilerleyişini durdurmaktı. Hitler nasıl olsa yok olmuştu, öyleyse Stalin’i durdurmaya çalışmak şimdi en önemli görevleriydi.

Demek ki, eğer sosyalizm var olmasaydı, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği faşizme karşı ön safta ve bütün imkanlarını kullanarak savaşmasaydı, faşizmin yok edilmesi asla düşünülemezdi.
Bugün de ırkçılığa, halkların baskı ve sömürü altında tutulmasına, haklarının ve özgürlüklerinin yok edilmesine karşı mücadelenin temel gücü işçi sınıfıdır.

Egemen sınıfların, patronların ve onların hükümetlerinin demokratlığı kendi çıkarlarının sınırlarına kadardır. Ezilen halklar, baskı gören din ve mezhepler, sanatçılar, yazarlar, gazeteciler, bireysel yaşam tercihleri farklı olanlar, kendilerine yönelik faşist, ırkçı, şoven milliyetçi saldırılar karşısında, yine patronlardan, burjuvaziden ve onların hükümetlerinden medet ummamalıdır.

Faşizmin yenilgisinin bu yıl dönümü, onu yeniden yenecek olan tek güç olan işçi sınıfına kutlu olsun.

ÖNCEKİ HABER

T.T hâlâ tutuklu

SONRAKİ HABER

Sağlıkta şiddet artıyor Bakan susuyor

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...