06 Mayıs 2012 16:22

Darbe ve yeniden sürgün...

Dersim’in çilesi 1938’deki büyük katliamla sona ermedi. 12 Eylül askeri darbesi, 90’lı yıllardaki köy boşaltmaları ve sonuçlarını da acı bir şekilde yaşadı Dersimliler.12 Eylül’de binlerce kişinin gözaltına alındığı ve tutuklandığı, işkenceden geçirildiği Dersim, darbenin ardından Alevi kö

Darbe ve yeniden sürgün...
Paylaş

Şerif Karataş

 

12 Eylül’de binlerce kişinin gözaltına alındığı ve tutuklandığı, işkenceden geçirildiği Dersim, darbenin ardından Alevi köylerine yapılan camilerle de tanıştı. 90’lı yıllardaki köy yakmaları ve boşaltmaları ise hem büyük bir zulmü, hem de derin bir yoksulluğu yaşattı yeniden Dersimlilere.

ÇOK ZULMETTİLER...

12 Eylül’de öğretmen olan, şimdinin Tunceli Ticaret ve Sanayi Odası Yönetim Kurulu Başkanı Yusuf  Cengiz, 12 Eylül’ün özellikle öğretmenlere yönelik başlattığı sürgün furyasından söz ederek, kendisinin de Konya’ya sürgün edildiğini anlatıyor. “Burada askeriyenin yaptığı operasyonlarda, köylülere çok kötü baskılar yapıldı. Köylerde gözaltına alınan erkeklere kadınların gözü önünde dayak atıldı. İnsanlar ağaçlara asıldı. Toplu dayaktan geçirildi” diyen Cengiz, “Tüm köyler arandı. Köylerde bulunan dergi ve kitap yasaklı yayınlar olarak gösterildi. Yaşlısı, genci, çocuğu, kadını, erkeği gözaltına alınıyordu. Gözaltındayken bizzat şahit oldum. Pülümür’de bir aileden 5-6 kişi, ailenin 2 yaşındaki çocuğu, yaşlı nene ve dede de gözaltına alınmıştı” diyor.

VE ALEVİ KÖYLERİNE CAMİLER YAPILIR

12 Eylül’de Türkiye için Kenan Evren ismi nasıl öne çıktıysa, Dersim’de de Vali Kenan Güven’in ismi kazındı hafızalara. Yusuf Cengiz, Vali Güven’in uygulamalarını şöyle özetliyor; “Okul ve yol yapılması için köylere cami yapılmasını şart koşuyordu. Cami olmaması durumunda köye ne yol, ne okul ne de elektrik verileceğini söylüyordu. Bu yüzden insanlar mecbur kaldı cami yapmaya. Köylerin yüzde 90’ı Alevi. Camiye giden yok. Camiler uzun süre boş kaldı. Hoca atadılar. Hocalar köylere gidemez oldu. Bunlar daha sonra samanlık olarak kullanılmaya başlandı.”

1990’LI YILLAR, YAKILIP YIKILAN KÖYLER

Devletin sonraki yıllarda kendi politikaları doğrultusunda Cemevi açılmasına izin verdiğini söyleyen Cengiz, Tunceli Cemevi’nin dönemin sıkıyönetim bölge komutanı ve OHAL Valisi Ünal Erkan’ın katılımıyla açıldığını söylüyor. Cengiz, köy boşaltmalara giden süreci ise şöyle anlatıyor; “İnsanlar köy baskınlarından sonra köylerini terk etmek zorunda kaldı. Evlerini boşalttılar. Tansu Çiller’in başbakanlığı döneminde çok ciddi köy yakmalar oldu. İnsanlar perişan hale geldi. Canlarını zor kurtardılar.” Son 30 yıldır süren savaşın Dersim’i adeta boşalttığını söyleyen Cengiz, 1975’te 165 bin civarında olan nüfusun, 2011’de 73 bine düştüğünü söylüyor. Cengiz, “Bu bile çatışma ortamının yarattığı tahribatın önemli bir göstergesidir” diyor

‘NE TARLA KALDI NE BAŞKA BİR ŞEY’

90’lı yılların ortalarına gelindiğinde artık sistematikleşen köy boşaltmaların mağdurlarından biri de Haydar Müldür. 4 Ekim 1994’te asker tarafından boşaltılan Ovacık’a bağlı Elgaji (Elgazi) köyündeN olan Müldür yaşadıklarını şöyle anlatıyor: “1993 nüfus sayımına göre 165 kişilik bir köy, beş mezramız var. 1938’de yol, 1961’de telefon, 1965’te okul, 1969’da da sağlık ocağı yapıldı. Sonra köy lokantası ve kahve de açılınca merkezi köye dönüştü. Şu an köy vasfını yitirdi. Ne tarla kaldı, ne bir şey. Köye dönüş çerçevesinde ev verdiler, onun da parasını köy boşaltma tazminatından düşürdüler. Prefabriklerdeyken çok perişandık. 9 kişilik aileydik. Annem ve babam köy hasretine dayanamadı, öldüler. Köyde 100 tane hayvanım vardı. Hepsini o zaman 125 milyona verdim. Şimdi birini 125 milyona alamıyorum. Paramız bitince, işçilik yaptık, barajlarda çalıştık. Bizim bir müzik grubu var. Orada çalgıcılık yapıyorum. Köye geri dönüş yok, gidip bakıyoruz sadece.”  Köyden 4-5 hanenin Ovacık’ta olduğunu söyleyen Müldür, geri kalanların büyük şehirlere göç ettiklerini belirtiyor.

‘EMEKLERİMİZ GÖZÜMÜZÜN ÖNÜNDE YANIP KÜL OLDU’

Sultan Aktaş Ovacık’a bağlı Karataş köyünden. Köylerinin yakılmasının ardından yaşadıkları yoksulluğu, “Şimdi bir aç bir tok yaşayıp gidiyoruz. Köyümüz yakılmasa yağımız vardı, peynirimiz vardı” sözleriyle anlatıyor. Onun köyü 5 Ekim 1994’te boşaltılmış.

50 hane olan köyün boşaltılmasını ve yaşadıkları acıyı şu sözlerle anlatıyor Sultan Aktaş, “Emeklerimiz gözlerimizin önünde yakılıp kül oldu. Her şeyimizi içeriye doldurmuştuk, cevizlerimizi silkelememiştik. Bu elbiselerimizle dışarıda kaldık. Üç gün taşların üzerindeydik. Çoluk çocuk ağlıyordu. Açız, davarlarımızın yarısı dağlarda kaldı, dışarıda kaldı. Dışarıda kalanları ayı yedi, kurt yedi. Tavuklarımız yandı. Biz can derdine düştük, gitti emeklerimiz. Bizi sonra devlet dairelerine yerleştirdiler. Yılbaşına yakındı baraka yaptılar. Eşim üzüntüye dayanamadı, öldü. Sonra burada konut yaptılar. 80 tane. Bu 80 konuttan bize vermediler. Niye; tazminat almışız. Beyim hayattayken tazminat davası açtı. O parayla borçlarımız ancak ödeyebildik. Köyümüz boşaltılmasaydı yağımızı, peynirimizi satar borcumuzu öderdik. Bir aç bir tok yaşayıp gidiyoruz.”

‘GİTME ASKERLER SENİ ÖLDÜRÜR’

Ovacık’a bağlı Dızi (Yazıören) köyünden Hasan Demirdöven’in köyü de 1994 yılının ekim ayında boşaltılmış. Mercan’da şantiyede bekçilik yaptığını anlatan Hasan Demirdöven, Zazaca anlatıyor o günlerde yaşadıklarını Evin ihtiyaçları için ilçeye gitmek için yola çıktığını söyleyen Demirdöven, yolda askerlere rastlar, nereye gittiği sorulur, ihtiyaçları için ilçeye gittiğini söyler ve yoluna devam eder. Sonra askerler köye girer. Ovacık’tan köye geri dönüşünü şöyle anlatıyor Demirdöven, “Beni geçenler ağlıyor. Çocukları elinde, hayvanlarını sürüyorlar Ovacık’a doğru. Benim yaşlı hanımım var, ona ne olmuş diye merak ediyorum. Köylüler bana dedi, ‘Gitme asker var, seni öldürürler.’ Köye gittiğimde hanımım bana doğru geliyordu. Başında yazması da yoktu. Dedim ne oldu? ‘Asker beni alıp dışarı attı. Evi yaktılar’ dedi. Onu da alıp Ovacık’a geldim.”

Şantiye şefinin yardımıyla yerleştirildikleri barakada yaşam mücadelesi verdiklerini anlatan Demirdöven, 90’lı yıllarda, boşaltılmadan önce köyde yaşadıklarını hatırlıyor ve anlatmaya başlıyor, “Bir keresinde askerlerin evleri sarıp çocukları toplayıp götürdü. Kadınlar feryat etti. Pulur’a (Ovacık) geldim. Yüzbaşıya çocuklarımızı buraya getirmişler dedim. Yüzbaşı da; ‘Bu operasyon Kayseri’den gelmiş ne beni ne de seni dinlerler’ dedi. Geri döndüm.” Bir süre sonra yatılı okulda tutulan ve işkence gören çocuklarının köye döndüğünü söyleyen Demirdöven, “Geldiklerinde artık canları kalmamıştı” diyor.  

Yarın: Barajlar ve Gülen Cemaati örgütlenmesi

evrensel.net

ÖNCEKİ HABER

Santrale karşı ‘Deniz’ olup aktılar

SONRAKİ HABER

Türkiye’nin NATO’ya giriş süreci

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...