02 Temmuz 2016 00:24

Avrupa, Brexit’i tartışıyor

Avrupa’nın en çok tartıştığı konu Birleşik Krallık’ın Avrupa Birliği’nden ayrılma kararı (Brexit) alması oldu.

Paylaş

Geçtiğimiz hafta Avrupa’nın en çok tartıştığı konu Birleşik Krallık’ın Avrupa Birliği’nden ayrılma kararı (Brexit) alması oldu. AB, Birleşik Krallık’ı cezalandırmalı mıydı? Birleşik Krallık’a orta bir yol sunulamamaz mıydı ve Brexit diyenlerin hepsi ırkçı mıydı?
AB liderlerinin İngiliz Başbakan Camerun’suz biraraya gelmelerinin durumu net olarak ortaya koyduğunun belirtildiği The Guardian’ın baş yazısı, AB ile ilişkilerde bir orta yolun olmayacağı yorumu yaptı.  
Almanya‘da Brexit’le ilgili analizlerin çoğu İngilizlerin “yanlış yaptığı” yönünde oldu. Reutlinger General-Anzeiger’de “Büyük Britanya kendi yoluna gitmek istiyor. 24 Haziran tarih kitaplarına girmeli. Ancak bağımsızlık günü olarak değil, zayıflık günü olarak” diye lazıldı. Junge Welt de Birleşik Krallık halklarının “Brexit” demek için çok nedeni olduğu ama AB’de kalıp kalmamalarının emperyalist politikalar açısından büyük değişikliğe yol açmayacağını savundu.  
Fransa’dan da Fransız İşçileri Komünist Partisi’nin (PCOF) açıklamasında, Birleşik Krallık halklarının kemer sıkma, işsizlik ve sosyal kesinti politikaları üreten AB’ye karşı çıktığını ve kazandığını belirtildi.

ORTAYOL MÜMKÜN DEĞİL

The Guardian  
Başyazı

“Britanya’yı sis kapladı, kıtadan koptu”, bunları çok duymuş olabiliriz fakat ne yazık ki Britanya’da gerçekleşen AB referandumunun ardından gerçekten böyle bir durum söz konusu. Britanya’nın iç politikasında, kurumsal ve finansal yaşadığı karmaşa daha önce yaşanmamış boyutlardayken ve içe dönük çatışmalar yaşarken, Avrupa’daki tepkilerin nasıl olduğunu ve bunların kendi geleceğini nasıl etkileyeceğini tam anlayamama riskini taşıyor. Bu kadar kargaşa içerisinde, AB referandumunun ardından Brüksel’de gerçekleşen ilk Avrupa Konseyi toplantısından gelen mesajın yüksek perdeden ve sert olması hiç şaşırtıcı olmamalı. Belli ki Avrupalı liderler bu sis bulutunu dağıtmayı amaçlıyordu.  
Peki AB’deki partnerlerimiz ne düşünüyor? 24 Haziran‘dan beri bir çok spekülasyona konu oldu bu mesele. Fakat şimdi çok net, bir sonraki adımları yapıcı bir şekilde belirlemek için Britanya’nın tartışması gereken üç önemli noktaya vurgu yaptı AB liderleri. Avrupa’nın bundan sonra görmek istedikleri: sorumluluk, açıklık ve belirlenmiş bir süreç. Britanya siyasetçileri bu beklentilere karşılık verebilecek mi daha belli değil. Fakat referandumun sonuçlarını mantıklı bir şekilde yorumlamak Britanya’nın sorumluluğu, geri kalan 27 Avrupa ülkesinin değil.
Öncelikle sorumluluk meselesi var. Avrupa’dan ayrılma sürecini başlatmak için AB anlaşmasının 50’inci maddesini ne zaman harekete geçireceği diğer Avrupa ülkelerine bağlı bir şey değil, bu sadece ayrılmak isteyen ülkenin vereceği karar. İkincisi, geçen haftaki referandumun sonucunun ardından bir netlik kazanılmalı. Bundan sonra nelerin olacağı tek bir ülkenin, yalnız başına, ne istediğini ve bu amaca nasıl ulaşacağını belirlemesine dayalı. AB’nin koşarak Britanya için özel çözümler tasarlayıp sunacağı hayaline kapılmamak lazım. Üçüncüsü AB’deki partnerlerimiz referandum şokunun ardından sakinleşmek için bir süreye ihtiyacımızın olacağını biliyorlar, fakat bu belirsiz bir zaman dilimi değil ve olmamalı. Eylül ayına kadar 50’inci maddenin harekete geçirildiğini görmek istiyorlar.
Avrupa liderleri Brüksel’de yemekte buluştuklarında bunların hepsi David Cameron’a açıklanmıştı. Ve çarşamba günü, 43 sene önce Avrupa projesine katıldığından beri ilk kez Avrupa liderleri Britanya başbakanı olmadan masaya oturdular. Sembolik olarak daha güçlü bir görüntü olamazdı: Britanya artık kapı dışarı edilmişti. Farklı birşey beklemek mümkün değil. Zirveden önce Angela Merkel bunu çok net açıkladı: “Avrupa Birliği‘nde olmak isteyen ve olmak istemeyen bir ülke arasında somut bir fark olmalı ve kesinlikle olacaktır”.
Almanya başbakanı Avrupa’nın en otoriter lideri ve siyasal gücü olan kişi.  Söyledikleri dikkatle dinlenmeli. AB’den ayrılma müzakerelerinde Britanya’nın keyfi seçimler yapamayacaklarını söylerken daha net olamazdı. Aynı zamanda müzakeresiz bir ayrılma süreci olabilme olasılığının gerçekçi olmadığı konusunda ısrarcıydı. Üstelik Avrupa liderlerinin hepsi hemfikir, Britanya resmi ayrılma başvurusu yapmadan Londra ile gayriresmi görüşmeler yapılamaz. Avrupa liderleri Britanya’nın AB’den ayrılmasını istemedi. Şimdi, Britanya’nın ayrılmasının yarattığı zehirin yayılmasını engellemek ve geri kalan AB ülkelerini korumak istiyorlar.  
Brüksel’deki surat ifadelerinin de teyit ettiği gibi, hiç şüphesiz Britanya artık derin bölünmeler yaşamış, güç kaybetmiş ve küçük düşmüş bir ülke olarak görülüyor. Diğer liderler çok açıkça beyan etti: Britanya kendi kazdığı kuyuya kendisi düştü ve tek sorumlusu kendisidir. Başka kimseyi suçlayamaz ve sonuçlarına katlanmalı. Bu demek değil ki cezalandırılacak […]. Fakat Britanya gerçekçi olmak zorunda. Britanya dağılan parçalarını nasıl toplayacağına kendisinin karar vermesi lazım; bu Avrupa’daki partnerlerinin karışmak istediği veya belirlemek istediği birşey değil.
Belkide sihirli bir bir çözüm beklentisiyle Britanya 50’inci maddeyi harekete geçirmeyi olabildiğince geçtiktirecektir. Ya da Norveç, İsveç ve Kanada’nın kurduğu ilişkiler gibi bir yol seçecektir. Fakat bunlar AB’nin dışında ülkeler, AB üyesi değiller. AB liderleri ne kadar AB dışında bir Britanya ile ilişkilerini devam etmek istese de ya da göçmenlik ne kadar önemli olursa olsun, Britanya için bir orta yol olamayacağını söylediler. Çıkmak ya da kalmak, seçenek bu. İki ayrı yol var, bu kaçınılmaz.

(Çeviren: Çınar Altun)

BRİTANYA’DAKİ REFERANDUM VE ALMANYA

Arnold SCHÖLZEL
Junge Welt

Seçimlerin tarihi anlamı olabilir. Britanya’daki referandumdan yüzde 52’lik Brexit kararı çıkması da böylesi oylamalardan biri. Devletler birliğinin krizi ve yönetenlerle yönetilenler arasındaki çelişki hiçbir zaman şimdi olduğu kadar belirgin olmamıştı. Avrupa Birliği, 1990’dan itibaren mali oligarşi ve sanayi sermayesinin parlamenter demokrasiyi yok etmek için kullandığı en önemli araçlardan biri oldu. 2005 yılında Fransa ve Hollanda’da AB anayasası için yapılan referandumlar ve çıkan sonuçların dikkate alınmamasıyla, AB’nin halk içinde  meşruiyeti çok azalmıştı zaten. Perşembe günü çıkan sonuç ise mali sermayenin diktatörlüğünün kılını bile kıpırdatmadı. Dünyanın en büyük yatırım fonu Blackrock, Cuma günü Britanya’nın AB’den çıkmasının Avrupa’daki yatırımları ve müşterileri etkilemeyeceğini açıkladı. Refrandumun sonucu belli bir süre politika, ekonomi ve pazarlarda belirsizliğe yol açabilirdi ama yeni olanakları da beraberinde getirmekteydi. Bu spekülatif bir açıklama olmasına rağmen Britanya ile AB arasında ekonomik ilişki açısından pek bir değişiklik olmayacağı kesin. Norveç ve İsviçre’de görüldüğü gibi büyük sermaye için sınırların olup olmaması önemli değil.
Britanya’nın AB’den ayrılmasından direkt etkilenen, Fransa’da da Front National’in yerli işçilerin ücretlerinin aşağıya çekilmesi açısından günah keçisi yapıp  sırtından oy toplamaya çalıştığı Polonyalı tamirci.
Morning Star gazetesinin de formüle ettiği gibi Britanya’da Brexit kampanyasının çağrısı ağırlıklı olarak sağcılar tarafından yapıldı ve ırkçı içerikle sürdürüldü. Ancak sosyalist ve komünistlerin ellerinde AB’den çıkışa oy vermek için çok iyi nedenler vardı. Kapitalist sistem içinde kalınmasına rağmen göreli daha fazla demokrasinin en önemli engellerinden biri Brexit sayesinde ortadan kaldırıldı.
Stratejik olarak bakıldığında Brexit, Berlin açısından bir zafer anlamını taşıyor. En azından alman emperyalizminin AB ve daha ötesinde güçlenmesine hizmet eden yeni bir adım atılmış oldu. Brexit ile bir nükleer güç olan Britanya AB’yi terk etmiş oldu. Paralel olarak Angela Merkel silahlanma harcamalarının NATO’nun istediği gibi yüzde 2 değil, ABD’ye biraz da yaklaşacak şekilde yüzde 3,4 oranında arttırılacağını bildirdi. Açıklamanın Die Zeit gazetesinin Varşova’da 8-9 Temmuz’da yapılacak NATO zirvesinde atom silahlarının gündeme alınacağını haber vermesiyle aynı zamana gelmesi ise manidar.
Batı’nın saldırı stratejisi olan gözünü korkutma/yıldırma, tekrar resmi doktrin haline getiriliyor. Afganistan, Irak, Libya ve Suriye’deki askeri müdahalelere katılarak  dönemin en saldırgan emperyalist güçleri arasında yer alan Britanya açısından da bu strateji aynı. Referandumun sonucu savaş müttefiklerinin dünyaya egemen olma hevesinde hiç bir değişiklik yapmadı hatta onları daha da teşvik etti. En azından Almanya  ekonomik ve askeri alanda daha büyük bir güç olmak için harekete geçti bile...

(Çeviren: Semra Çelik)

AB’NİN REDDİ İLE NEOLİBERAL POLİTİKANIN REDDİ ARASINDA BİR BAĞ KURMALIYIZ

Fransız İşçileri Komünist Partisi
(PCOF)

BİRLEŞİK Krallık’ta Brexit ismiyle tanınan AB’ye üye kalıp kalmama konusundaki referandum, AB’den ayrılma kampanyasının zaferiyle sonuçlandı. Yüzde 72’lik bir katılımla, “ayrılma” yüzde 51.9 oy aldı. Zor ve bölgelere göre büyük farklılıklar içeren bir sonuç. İskoçya ve Galler’de çoğunluk kalma yönlü oy kullanırken, aralarında AB’de kalma yönlü kampanya yürüten İşçi Partisi’nin seçmenlerinin de olduğu emekçi kesimler ise daha çok ayrılma yönlü oy kullandı.  
Bu sonuç gerek Birleşik Krallık’ta, gerekse de Avrupa’da, AB ve Avrupa’nın inşası taraftarları açısından büyük bir yenilgidir. Bu oyların gerici ve ırkçı niteliğine dair yapılan değerlendirmeler, sürekli daha fazla esneklik, kemer sıkma, işsizlik ve sosyal kesinti anlamına gelen bir Avrupa inşasının reddedilmesinin sosyal nedenlerini bilinçli olarak örtüyor.
AB’nin, mali sermayenin diktalarını dayatırken halkları aşağıladığı göz ardı ediliyor.  
Diğer taraftan bu sonuç aslında daha derin bir dalganın parçasıdır: Fransa ve Hollanda’da 2005’de AB Anayasasına karşı kazanan ‘Hayır’ın, Temmuz 2015’de Troyka’nın dayattığı kemer sıkmaya karşı Yunanistan’da kullanılan ‘Hayır’ın dalgalarının bir parçasıdır. Yanı sıra Danimarka, İrlanda gibi ülkelerde de kullanılan reddin bir devamıdır… Ama referandum sonuçları oligarşinin çıkarlarına uymadığı zaman ya tekrar oylamaya gidiliyor (İrlanda’da olduğu gibi), ya da Lizbon Sözleşmesi’nde olduğu gibi oylama tanınmayarak Avrupa Anayasası’nda olanların önemli bir kısmı tekrar onaylatılıyor.   
Birleşik Krallık’ta, AB’den ayrılma kampanyasına sosyal ve siyasal güçler, sendikalar katıldı ve kampanyaya antikapitalist; neoliberalizmin reddedildiği bir içerik verdiler. Fakat yorumcular sadece AB’den ayrılma için kampanya yürüten gerici, milliyetçi ve ırkçı güçlerden bahsediyorlar. Birçok ülkede bu güçler AB’nin reddedilmesini milliyetçi, yabancı düşmanlığı zeminine çekmeye çalışarak güç biriktirmek istiyorlar. Bu gerçeklik ise ileri güçlerin, neoliberal politikalara karşı mücadelenin temel unsurlarından birisi olarak AB ve Avro’dan kopmanın gerekliliği meselesine sarılmasının ne kadar önemli olduğuna işaret ediyor.  
Brexit’in kazanması Birleşik Krallık’ın ne AB’den ne de Avrupa inşasından çıkışının derhal gerçekleşeceği anlamına geliyor. Ama kuşkusuz bu, siyasi inşanın zayıflaması ve istikrarsızlaşmasıdır. Fakat bu hâlâ neoliberal politikaların, tasarruf politikalarının reddedilmesi anlamına gelmiyor ve bu politikalar iktidarda bulunan hükümetlerin hayata geçirdikleri politikalar olmaya devam ediyor.  
Bu koşullarda her şeyden önce Birleşik Krallık’ta neoliberal politikalara ve AB’den ‘ayrılmak’ için kampanya yürüten güçlere desteğimizi tekrar belirtmek isteriz. Aynı amaçlar için mücadele eden güçlerin, uluslararası dayanışmayı geliştirmek için desteğe tam da şimdi ihtiyaçları vardır.  
Diğer yandan, oligarşinin ve tekellerin yeniden AB’ye entegre olma sürecini başlatma planlarına karşı daha dikkatli olmak ve mücadele etmenin önemine dikkat çekmek istiyoruz.  
Son olarak ise neoliberalizmin, hatta daha da ileri giderek kapitalizmle mücadelenin unsurlarından birisi olan AB ve Euro’dan çıkma sorununun artık gündeme alınması gerektiğini düşünüyoruz.  
El Khomri yasasına karşı mücadele, bu yasanın işçi düşmanı ve anti sosyal bir içerikte olarak Avrupa Komisyonu, Avrupa Merkez Bankası’nın dayatmaları tarafından, örneğin Belçika’da da olduğu gibi, AB “mühürlü” sermayenin, patronların, tekellerin hizmetinde olduğunu ve “kendi” halklarına karşı bunu hayata geçirmekle yükümlü hükümetler tarafından da yürürlüğe sokulmak istendiğini gösterdi.  

BRİTANYALILAR DİZGİNLERİ ELE ALDI

Revolusjon*

Britanyalılar, Birlik’e karşı seslerini yükselttiler. Yüzde 52’si “dizginleri ele almak” sloganı altında Avrupa Birliğinden çıkmak istedi.
Felaket tellallığı Birleşik Kırallık vatandaşlarının çoğunluğunu AB’de kalmaya ikna etmekte başarılı olamadı. Referandumun sonuçları büyük yatırımcıları ve politikacılarını zıvanadan çıkardı. Ana akım medya kanalları ve Avrupa gazeteleri, gündemlerini kederli açıklamalar ve felaket alarmlarıyla doldurdular.

SUÇLAMA GİRİŞİMİ

Birleşik Kırallık’taki ve dışardaki AB destekçileri, Britanyalıların yarısını ırkçı duygulara sahip olmakla suçladılar. Yaşlıların oyları yüzünden Britanya gençllerinin Avrupa’nın geleceğinden yoksun kalacağını iddia ettiler. Ekonomik tahminler, sanki bu yeni bir olguymuş gibi, Avrupa ekonomisinde duraklama olacağını işaret etti.
Kuşkusuz, sağcı Bağımsız Parti (UKIP), yabancı düşmanlığını lehine kullanmaya çalıştı.
Ancak bu, ne solcu kesimlerin ne de Londra'nın eski Belediye Başkanı Boris Johnson'un öncülük ettiği ve Muhafazakar Parti’nin ayrılıkçı grubunun oluşturduğu AB’den ayrılma kampanyasına rengini veren şey olmadı.
Britanya’da AB karşıtlığının genel özelliği -her yerde olduğu gibi- Brüksel’den gelen diktelere ve bunların ülke egemenliğe verdiği zarara karşı isyandı.
Eski sömürgeci bir güç olarak Britanya, Hindistan başta olmak üzere sömürge devletlerinden uzun yıllardır düzenli olarak göç alıyor. Fakat, bu göçmenler 2008’den beri ayrımcı “puan sistemi” ile karşı karşıya kalıyorlar, halbuki Avrupa Birliği ve Avrupa Ekonomik Bölgesi vatandaşları istedikleri bölgeye göç edip özgürce yerleşebiliyor.
Avrupa Birliği ülkelerinden Britanya’ya gelen göçmen oranı 10 kat artmış durumda. Geçici İş Bulma kurumları vasıtasıyla oluşan kitlesel göçler, Norveç’te olduğu gibi büyük ölçülü sosyal yığılmalara neden oldu. Esasen İngiliz işçiler göçmenlere değil, AB’nin 2004  genişlemesi sonrası serbest işgücü akışına karşı tutum aldılar.

İŞÇİ SINIFI ‘AYRILMA’ OYU VERDİ

İşçi sınıfının, İşçi Partisi’nin başkanının talimatlarına ve TUC sendikası başkanının AB’de kalma oyuna uyacağna; Özellikle, partinin sol kanadından olan ve NATO ve Avrupa Ekonomik Topluluğu karşıtlığı ile bilinen İşçi Partisi Lideri Jeremy Corbyn’in “kalma” yönünde ikna ettiğine kesin gözüyle bakılıyordu.
Fakat işçiler, İşçi Partisinin kaleleri ve diğer sanayi kentlerinde söylenenin tam tersini yaptılar. Anketlere göre işçilerin yüzde 64’ü ayrılmak için oy verdi. Bu durum “Ayrıl” çoğunluğu için çok önemliydi.
İşçiler de toplumun diğer kesimleri gibi kurumsallaşmış politikadan uzak hissediyorlar, fakat buna ek olarak özellikle gerici hükümetlerin sosyal kesintileri ve kemer sıkma politikaları tarafından da yıpratılıyorlar.
Avrupa Birliği bütçe açığını kapatma gerekçesiyle sosyal kesintiler ve ulusal sağlık sisteminin tasfiyesini dayatırken, bu arada Britanya, Brüksel’e dev miktarlarda para aktarıyor.
“AB indirimi”ne rağmen, Britanya Avrupa Birliğine hâlâ 13 milyar pound ödeyerek, 4.5 milyar pound geri alıyor. 4.5 milyarın yaklaşık yarısı İskoçyaya geri dönüyor -ki bu İskoçya’nın çoğunluğunun neden AB’de kalmak istediğine açıklamaya yardım ediyor.

ÇÖZÜLMEMİŞ ULUSAL SORUNLAR

Referandum kaynayan ulusal meselelerin kapağını açtı. Kuzey İrlanda’da da böyle oldu, çoğunluk Avrupa Birliği’nde kalmak için oy verdi, özellikle sınırlarının İrlanda Cumhuriyeti ve altı kuzey ülkesi arasında yeniden çizilmesinden korkan Cumhuriyetçiler böyle yaptı.
İskoçya Ulusal Partisi Lideri ve İskoçya Başbakanı Nicola Sturgeon ve İrlanda Sinn Fein Partisinden Martin McGuiness yeniden referenduma gidilmesini talep ettiler.
İskoçlar, AB’ye, bağımsızlıkları için taktik müttefik olarak görüyorlar, eğer kendilerini Avrupa’nın merkezi Brüksel’e teslim etmek için Londra’dan kurtarabilirlerse bu tam bir paradoks olurdu. İrlandalı Sinn Fein de AB’yi Birleşik İrlanda ihtimaline çıkan arka kapı olarak görüyor.
Geri çekilme süreci, Lizbon Antlaşmasında yer aldığı gibi 2 yıl sürebilir ve bu süre zarfında bir çok şey olabilir. Muhtemel senaryolardan biri, uzun sürede Brüksel ve İngiliz finans elitlerinin Kuzey İrlanda’nin ve İskoçya’nın memnuniyetsizliğini kullanarak referandum sonuçlarını bastırması olur.
Avrupa’nın diğer yerlerinde de Brexit yankı uyandırabilir, Cebelitarık boğazındaki Britanya kayası  bir sorun; İspanya’nın doğal olarak hak iddia ettiği (fakat tarafların aynı AB şemsiye altında bulundukları sürece anlaşamamakta anlaştığı) stratejik bir nokta.
Britanya’nın özel ilişkilerinin bulunduğu Kıbrıs ve Malta gibi AB ülkelerinde de, Britanya’nın askeri üslerinin statüsü gibi sorunlar ortaya çıkacak.

YENİ TİCARET ANLAŞMASI

Norveç’teki 1972 ve 1994 halk oylamalarında olduğu gibi, büyük sermayenin korku tellalları vahşi ve öfkelilerdi: Goldman Sachs, Airbus firmaları için büyük  reklamlar yapıldı, hatta Macaristan’ın aşırı milliyetçi Başbakanı Jerzy Orban bunlardan birini seslendirerek yüzbinlerce işin yok olacağını, ücretlerin düşeceğini, Avrupa’nın çökeceğini anlattı.
Haziranın 24’üne kadar verilen mesaj da aynen buydu.
Fakat birden bire, durum o kadar da kötü gözükmemeye başladı. AB Başkanı Donald Tusk şimdi Birleşik Krallık’sız daha güçlü ve daha bütünleşmiş AB’den bahsediyor, bir hafta önce Eğer Brıtanya AB’ye elveda derse bunun Avrupa siyasi uygarlığının kıyamet günü olduğunu ima eden konuşmalar yapmıştı.
Ekonomi gazetelerine göre, resmi seçim sonuçlarının açıklanmasının üstünden daha saatler geçmeden, Alman Maliye Bakanı, Britanya’ya gizli “işbirliği anlaşması” sundu. Çeşitli düşünce kuruluşları ve ekonomistler ise Britanya’nın “Norveç Çözümü” modelini çözmesini öneriyor.

BULAŞICI ENFEKSİYON

Öngörüldüğü üzere, Brexit kaydadeğer bir bulaşıcılık gösterdi. Avrupa’daki aşırı sağcı, milliyetçi, faşist partiler halkın ulusalcı duyarlılığını ve burjuva-elit sınıfına karşı isyanlarını sömürmeye çalışıyorlar. Brüksel mafyası bundan şikatyetçi gibi davransa da AB’nin kendi uygulamaları ve politikaları bu güçleri cesaretlendirdi.
Troyka, İtalya’da halk desteğinden yoksun hükümetleri başa getirdi, Brüksel aktif olarak Ukrayna’daki faşizm yanlısı yozlaşmış hükümeti destekliyor, ayrıca  Türkiye’deki otoriter Erdoğan rejimi ile kirli anlaşmalar yapıyor, ve  Polanya rejiminin siyasi sansürüne, yabancı düşmanlığına ve dini hoşgörüsüzlüğüne göz yumuyor.
Büyük ve genel olarak demokratik halk haraketlerinin kendi hayatları ve siyasi karar üzerinde söz sahibi olma talepleri gözardı ediliyor.
Danimarka özelinde bu bilhassa böyle. AB karşıtı Halk Haraketi, Danimarka’nın AB’den
Ayrılması için yeni bir referanduma gidilmesi yönünde hareket başlattılar bile.

BARDAK TAŞTI

Bunun er ya da geç yaşanacağı biliniyordu, fakat bardağı taşıran son damla Britanya oldu. AB projesisinin halk temeli parçalandı ve AB buna, üye ülkeler arasında daha sıkı bir birleşme stratejisi ile cevap vermeye çalışacak. Fransız-Alman bloğu belki kendini güçlendirme fırsatı yakalayabilirdi, ama şimdi İngiliz-Amerikan “Truva Atı”na dikkat etmeleri gerek. Bundan sonraki evrede bu durum NATO içinde ABD ve AB arasındaki emperyalist çelişkileri artmasına neden olabilir. Ancak yeni düzen kendini göstermeden önce çok sayıda iç çatlak göreceğiz.
Avrupa’nın dört bir yanındaki halklar ezilmekten ve hor görülmekten yorgun. Ulusal bağmsızlıklarının ve demokrasinin büyük sermayenin ve yozlaşmış politikacıların önünde paspas edilmesinden bıkkınlar. Bu, aşırı sağcı ve faşist güçlerin beslenmeye çalıştıkları çalkantılı bir süreç. Bu nedenle ilerici demokratik güçlerin müdahil olması, inisiyatifi gericilere bırakmamaları gerekiyor.

AB İLÜZYONÜ FAŞİSTLERİN LEHİNE

Sol yenilikçi güçlerin ve partilerin yapabileceği en büyük ve en tehlikeli hata ise daha iyi, daha toplumsal, bir Avrupa Birliği hakkında şarkılar söyleyip durmalarıdır. Bu çeşit ilüzyonlar gerçekte anti işçi partilerinin elini ve Sermaye Birliğini güçlenlendirmeye yardım ediyor. Daha kötüsü, kitleler AB’deki  kavram yanlışlığını gördükçe AB’nin daha iyi bir hala evrilebileceğini düşünüp , önlerine çıkarılan gerici milliyetçiliğin güvenilir tek alternatif olduğuna inanacaklar. Bu güçlerin  ırkçılığı ve açık faşizmi genişletmesi, Avrupa için ölümcül gelişme olur. En nihayetinde, Avrupalı sermaye onları harakete geçirererek işçi sınıfını ve bütün demokratik güçleri terorize edecek; o sırada  siyah tişörtlüler zehirlerini göçmenlerin üzerine tükürüken. Faşizm hızlıca büyüyecek ve gelişecek , ilerici güçler Avrupay’a yön verip AB projelerini  rededen büyük bir muhalif grup oluşturmadıkça. Sol, sermayenin Avrupa halkından zorla çekip aldığı ulusal egemenlik ve demokrasi hakkı için mucadele vermek zorundadır.
 
AVRUPA EKONOMİK BÖLGESİ ANLAŞMASINA KARŞI MÜCADELE

Britanya referendumunun öncesinde, Erna Solberg (Norveç Muhafazakar Parti Lideri ve Norveç Başbakanı) sistematik olarak Norveç-EEA anlaşması çözümünü (Avrupa Ekonomik Bölgesi Anlaşması üç EFTA ülkesi ile AB arasında imzalanan) kötülemiş, anti- demokratik olduğu için Britanyalıların bundan nefret edeceğini belirtmişti. Fakat referendumun sonuçlanmasından sonra Solberg “Norveç Çözümü”nün Brıtanya’    da çok verimli çalışabileceğini söylemeye başladı.
Britanya AB ile bir çeşit ticaret ilişkisi kurmak zorunda olduğu için, Avrupa Serbest Ticaret Birliğine (EFTA) ve Britanya’nın 1975’e kadar üyesi olduğu Avrupa Ekonomik Bölgesine (EEA) yönelecek. Brüksel’den herhangi bir müdahele kabul etmeyeceğini de açıkça ifade eden Britanya ile EEA ile arasında, Britanya’ya özel avantajlarla birlikte görüşmeler başladı bile.
Britanya’nın AB ile anlaşma müzakerisi yapacağı ortaya çıktıktan sonra, bu durum kaçınılmaz olarak on yıllardır Norveç’te siyasi tartışmaları ezen kutsal EEA anlaşmasına ibadetin maskesini düşürecek.
Sadece AB’ye hayır demek yetmez, Merkez Parti (Danimarka) ve RED (Kızıl-Yeşil ittifak) da şimdiden açıkça EEA anlaşması çığırtkanlığı yapıyor.
Korktukları olası tartışmaları bastırmak için hem Erna Solberg hem Jonas Gaht (Sosyal Demokrat İşçi Partisi Lideri) EEA anlaşması üzerine herhangi bir tartışmanın, Britanya’nın önündeki süreç düşünüldüğünd,e “sorumsuzca” olduğunu ileri sürüyorlar.
Ama bu sefer tartişmayı daha başlamadan ezmeyi başaramayacaklar.

*Danimarka Komünist İşçi Partisi yayın organı
(Çeviren: Elif Özmen Belek)

ÖNCEKİ HABER

İplik fabrikasında yangın çıktı: 2 itfaiye eri yaralandı

SONRAKİ HABER

Galler, Belçika'yı 3-1 yenerek yarı finale çıktı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...