02 Temmuz 2016 00:35

Kefenlerini sırtlarında taşıyanlar ülkesi olmayacağız!

Her katliam karşısında sergilediğimiz, ‘neden’lerin üstünü örten bu suskunluk, olası bir katliama kurban olarak adını yazdırma anlamı taşır!

Paylaş

Neval OĞAN BALKIZ*

Bütçesinde en büyük payı savunma harcamalarına ayıran; yetki, kadro, hukuki ve fiili olanaklar açısından en güçlü emniyet ve istihbarat örgütüne sahip olan bizim devlet, her yanına ölüm yağan bu ülkede, yalnızca bir “kınama ve lanetleme” makamı mıdır?
Evet, bir kez daha başımız sağ olsun!
Evet, bir kez daha yaralılara acil şifalar, hayatını kaybedenlere rahmet diliyoruz!
Evet, bir kez daha yastayız!
Evet, bir kez daha birlik ve beraberlik günümüz bugün!
Ama artık , son olsun bu!
Yaşanmakta olan acılar, şu soruların üstünü örtemez! Örtmemeli!
Neden sistematik ve yaygın hale gelen bu terör saldırıları engellenemiyor?
Neden, polisin dinleme ve fiili takibi dahi her yolla izlemekte olduğu IŞİD adlı terör örgütü, elini kolunu sallayarak her yanı kana bulayabiliyor? Üstelik en büyük  şehirlerin, en yoğun denetimlerin yapıldığı bölgelerinde ve yerlerinde!
Neden örgüt üyesi oldukları iddiası ile gözaltına alınanlar, çoğunlukla salıveriliyor?
Neden sınırlardan geçişlerde etkin kontrol sağlanmıyor?
Neden IŞİD Türkiye’de açık toplantılar, iftar yemekleri ve herkesin gözü önünde silahlı eğitim yapabiliyor?
Neden, saldırı ve ölümlerde hemen yayın yasağı getiriliyor, basın susturuluyor ve halkın bilme hakkı engelleniyor?
Neden her katliam sonrasında soruşturma ve kovuşturmalarda gizlilik kararı veriliyor?
Neden katliam davalarında deliller zamanında toplanmıyor ve sağlıklı korunmuyor?
Neden teröristlerin telefon kayıtlarının ve delil niteliğindeki diğer bilgilerin silindiğine ilişkin iddialar yanıtsız kalıyor?
Neden suçluların bulunup, zaman yitirmeden yargı önüne çıkarılması ve adaletin gerçekleştirilmesi yerine, bu suçların cezasız bırakılması ve daha çok mağdurların cezalandırılması anlayışı hakim kılınıyor?
Neden ister ihmal, ister kusur, her türlü idari ve hukuki sorumluluğu bulunanlar hâlâ yerlerinde makamlarında oturuyor? Neden bu güne kadar sayısız iddia ve belge bilgiye karşın, hiçbiri hakkında herhangi bir idari ve cezai soruşturma ve kovuşturma açılmış değil? Neden devlet sorumluluğu taşıyan yöneticiler, bu sorumluluğun gerektirdiği önem ve ölçülülük ile orantılı bir ciddiyetle halkı bilgilendirmiyor? Neden yapılan açıklamalarda katliamı gerçekleştiren IŞİD örgütünün adı, hâlâ ve ancak örtülü bir mahcubiyet(!) ile dile getiriliyor?
Neden, neden, neden...
‘Neden’ler öyle çok ki!
Her katliam karşısında sergilediğimiz, ‘neden’lerin üstünü örten bu suskunluk, ilerde gerçekleşebilecek olası bir katliama kurban olarak adını yazdırma anlamı taşır! Bu ‘neden’leri yüksek sesle sormadığımız ve yanıt verilmesini ısrarla istemediğimiz sürece, ölümün kendilerini nerede yakalayacağı belli olmayan mayın tarlasına salınmış yaratıklar gibi, otuzar, yüzer ölmeye devam edeceğiz! Kefenlerini sırtında taşıyan, her an bir cenaze rakamına dönüşebilecek bedenlerden ibaret kalacağız!
Bu koşullara toplum olarak hayır demeyi başarabilirsek ancak, birbirimizi ölümden uzak ve hayatta tutabileceğiz!.. Bu nedenle; devleti ve hükümet yetkililerini asli görevlerini yapmaya; yurttaşlar ve hangi sıfat altında olursa olsun bu ülkede bulunan insanlar olarak, bizleri yaşatma, yaşamda tutma ve haklarımızı güvence altına alma görevini yerine getirmeye çağırmalıyız! Derhal, ama’sız ve istisnasız!
Bunun da ancak, eksiksiz bir kitle demokrasinin oluşturulduğu ve sürdürüldüğü, temel hak ve özgürlükleri temel alan bir güvenlik anlayışının kurumsallaştırıldığı ve devletin her türlü eylem ve işleminin içeriğini ve sınırlarını anayasa ve hukukun belirlediği koşullarda olanaklı olduğunu biliyoruz. Bu olanağın gerçekleşmesinin de toplumun her kesiminin bir araya gelmesine, birlikte bir dayanışma içinde söyleme ve eylemesine bağlı olduğunun bilincindeyiz. Bu bilinçle; güvenlik gerekçesiyle her türlü hak ve özgürlüğün askıya alınabildiği, şiddet ve çatışma koşullarının yaygınlaştığı, her yerde gözü ve kulağı olan devletin aygıtlarının da şiddeti yasal duruma getirdiği ve araçsallaştırdığı, hukuki güvenlik ilkesinin zedelendiği veya bütünüyle kaldırıldığı, korku ve tedirginliğin hakim olduğu bir güvenlik devleti anlayışına hayır demeliyiz!. Toplumu oluşturan her kesimden bireyler olarak, güvenlik devleti değil, tam tersine; güvenliği sağlayan bir hukuk devleti istemeli, bunun kurum ve kuruşlarının, hukukunun ve işleyiş ilkelerinin oluşturulmasını ve işletilmesini sağlamalıyız.
Aksi durumda, o çok bilinen mısralara atıfla;
Parti mitingine saldırdılar, ben partili değildim, ses çıkarmadım!
Dayanışma için bir araya gelenlere saldırdılar, ben dayanışmacı değildim sustum.
Sonra polislere saldırdılar ben polis değildim, ses çıkarmadım.
Barış isteyenlere saldırdılar, ben barışçı değildim, sustum.
Otobüs bekleyenlere saldırdılar, ben orada değildim.
Turistleri öldürdüler, ben yabancı değildim, ses çıkarmadım.
Evimde, beni evimde vurdular! Beni kaldıracak kimse kalmamıştı!
Diyeceğiz.

*Yard. Doç. Dr. Hukukçu/Akademisyen

ÖNCEKİ HABER

Dersim'de 20 bölgede askeri güvenlik bölgesi süresi uzatıldı

SONRAKİ HABER

Havalimanı saldırısıyla ilgili 24 kişinin sorgusu sürüyor

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa