20 Haziran 2016 00:56

Güney Marlen: Madem böyle bir ortamdayız o zaman şerefe

Sevda Aydın Eski Bando’dan tanıdığımız müzisyen Güney Marlen’le ilk albümü 'Şişelere Mektuplar' üzerine konuştu

Paylaş

Sevda AYDIN
İstanbul

Eski Bando’dan tanıdığımız müzisyen Güney Marlen’in ilk albümü “Şişelere Mektuplar” yayınlandı. Albümün önemli bir yanı “Rakı gibisin / Her an çarpabilirsin /…/ Yakar geçersin / Kana girersin…” gibi sözleriyle açılır açılmaz ortama yaydığı anason kokusu. Bugünlerde böyle şarkıları duymak illaki iyi gelecek. Üstelik şarkılar ilerken kulağımıza gelen “Bu masa çok efkârlı / Hep Zeki Müren çaldı / O kadar derdi anlatırken / Ne ara bitti bu rakı?” sözleri ise dinleyeni çok başka diyarlara, duygulara götürebilir. Beni Güney Marlen ile bir rakı masasına kadar götürdü. Müzisyen Vedat Yıldırım’ın Kadıköy’deki Mahle adlı mekanında buluşup sohbete başladığımızda albüm önümde, karşımda söyleyeni ve masamızda rakı kadehlerimiz vardı. O kadar çok derdi konuştuk ki kalktığımızda üzerimizdeki anason kokusuna efkârın ağırlığı çökmüştü... 

Eski Bando ile yaptığınız albümü saymazsak “Şişelere Mektuplar” ilk albümün. Nasıl hissediyorsun?
Uzun zamandır planladığım ama hem müzikal hem akademik anlamdaki engeller yüzünden biraz sekteye uğramış bir sürecin meyvesi aslında. 2004’e kadar dayanan bir fikirdi ama olgunlaşmak ve o amatörlük dönemini atlatmak gerekiyordu. Eski Bando’nun ilk albümü bittikten sonra kendi solo projeme sıkı bir şekilde çalışabildim. 

Albümdeki pek çok şarkı son birkaç yılda yazıldı. Bir-iki parça ise geçmişi olan parçalardı. Duygusu da güzel evet, çünkü kendimi daha iyi ifade edebildiğimi düşünüyorum, müzikle kurduğum iletişim yolunun biraz daha düzleştiğini düşünüyorum. Şu anda Eski Bando’nun ikinci albümü yapım aşamasında. O albümde de şarkılar bana ait ve önceki albümlerin deneyimi ile insan müzikal anlamda gelişiyor, kendinden daha emin şekilde çalışıyor. 

Açtık albümü mis gibi bir anason kokusu yayıldı etrafa. “Rakı gibisin / Her an çarpabilirsin /…/ Yakar geçersin / Kana girersin…” gibi sözler etkiledi bizleri. Ama maalesef artık çekinmeden, özgürce söylenebilecek sözler değiller. Bu durum sana neler hissettiriyor?
Doğru söylüyorsun kaldı ki daha önce de başıma geldi böyle şeyler; Ramazan ayında yapılan bir televizyon programında “Sarhoş Dünya”yı çaldırmadılar bize. Çok acayip bunlar ama gelip geçici şeyler bence. Bu durumun sonsuza kadar sürmeyeceğini düşünenlerdenim. 

Bir de ben şarkıların içinde bu kadar rakı olduğunu düşünmemiştim. Birkaç arkadaşım böyle olduğunu söyledi, şimdi de sen söyleyince demek ki öyle imiş diyebiliyorum. Bu hiç bilinçli yapılmış bir şey değil ama madem böyle bir ortamdayız iyi ki de yapılmış, o zaman şerefe, inat değil mi… (Gülüyor)

‘Duygu’ nicedir hurafe muamelesi görüyor. Albümdeki “İstanbul’da denize giremeyen / Bir nesiliz bisiklete binemeyen / Bir de ayrıldık şimdi senlen...” sözlerinin duyguları, aşk acıları, çocukluk hikayeleri... Çoğunluk uzak artık bu duygulardan. Tıpkı başka bir şarkıda Neyzen’e söylediğin gibi “Büyük aşklar da bitti..”
Sözlerindeki “biz” önemli bence çünkü hepimiz aynı şeyleri yaşıyoruz. Benim için önemli olan bir şeyi anlatayım sana; ben daha 4-5 yaşlarındayken oturduğumuz apartmanın bahçesinde en az 4-5 defa kaplumbağa ile karşılaştım. Şimdi orada bırak kaplumbağayı kedi bile görmekte zorlanıyoruz.  Kaplumbağanın yaşam alanı yok olmuş büyürken gözlerimin önünde. Bir yandan doğayı katlediyoruz İstanbul’daki yeşil oranı yüzde 2 imiş. Teknolojik gelişmelerle çok daha zahiri ortamlarda iletişim kurup gerçek birbirimize temas edemiyoruz. Örneğin şu anda yaptığımız bu röportaj bu anlamda çok değerli. Biz bu röportajı internetten de yapabilirdik ama şu an gerçek duygularla yapıyoruz bu çok daha anlamlı oluyor aslında. Tüm bunların sonucunda evet bir şeyler kaybediyoruz ama o kaybettiğimiz şeyler hep içimizde oluşan şeyler çünkü biz insanız; biz seviyoruz, biz özlüyoruz, biz acı çekiyoruz, biz nefret ediyoruz, doğayı da özlüyoruz aynı zamanda. Neden şehir insanı hafta sonları kaçmak istiyor, ormana gidiyor, denize girip de biraz kendisine iyi gelecek şeyleri yapıyor mesela ya da neden sokağa çıkma ihtiyacı duyuyor insanlar? Bunların iki sebebi var; insanlarla ve doğayla iletişim kurmak istediğinden. Aslında bunları anlatıyorum şarkılarda da. 

HEP DERTLİYİZ ŞARKILARIMIZ DA ÖYLE

Albümün açılış şarkısındaki “Çok mu mutsuz ki bu dünya/ Payımıza düşeni aldık sırayla...” sözleri dinleyenlerle yaptığın bir dertleşme. Şarkının içinden gelsin o zaman bu soru “Çok mu mutsuz ki bu dünya”?
Açık söylemek gerekirse ben mutlu olmayı başarabilen insanlardan değilim. Çok mutlu olduğum zamanlar tabii ki oluyor, ama mutsuz olunan zamanlar daha çok hafızada kalıyor galiba. Böyle olumsuz bir yanım var, etrafımdaki insanlar da bana benziyorlar belki de bu coğrafyaya özgü bir şey bu. Acıyı ya da mutsuzluğu unutmuyoruz. Hep dertliyiz, oturup dertleşiyoruz birlikte her seferinde başka bir mesele oluyor belki ama dertli olmamız değişmiyor. Dertleşirken o masadan kahkahalarla da ayrılabiliriz. O yüzden “Çok mu mutsuz ki bu dünya hepimiz payımıza düşeni alıyoruz”  diye bir sitem oluştu o şarkıda. Acı, hüzün bunlar toplumsal olarak çok etkilendiğimiz şeyler doğal olarak şarkılara da giriyor. 

MAHALLE MUHAFAZAKARLIĞINDA HARCANIYOR ‘ŞARAPÇI REMZİLER’

Albümün favori şarkılarımdan biri “Şarapçı Remzi.” Çok tanıdık. Aslında sanırım her mahallede var Remzi gibileri, “Parkta çocuklara Adorno öğreten”i de vardır elbette... Senin tanıdığın “Şarapçı Remzi” nasıl biriydi?
Var ama birkaç kişinin birleşimi bu karakter. Mesela benim büyüdüğüm semtte bir abimiz vardı, bize hep Cem Karaca parçaları söylerdi. Ateşli gençlik zamanlarımızda sahilde içerken gelirdi yanımıza, bize en fazla yaptırdığı şey bardağına şarap ya da bira koydurtmaktı, düzgün bir adamdı, bize politik dersler verirdi. Rahatsız ettiğini hissettiğinde giderdi. Evi yoktu, dışarıda yatıyordu ve eminim ki elinde bir şeyler olsa bizimle paylaşabilecek bir insandı. Beni çok etkilemiş biriydi. Mahalledeki klasik muhafazakâr kafasının dışında, alkolü, sevgililiği, anarşistliği, boş vermişliği tüm bunları kişiliğinde barındırabilen bir adam olarak aslında çok mutlu ama zorlu bir hayatı yaşayan bir adam. Bunu çok düşünemiyoruz bu yüzden de böyle karakterler harcanıyor toplumda. 

YAŞADIĞIMIZ KAOSU KANALLARDA KLİPLERİ DÖNENLER ANLATMALI

Kaldırımları işgal eden arabalardan, Kuşların seslerini bastırmaya çalışan kornalar... Tam da şarkıda geçtiği gibi “Şehri bugün dinleseydi, diyeceklerdi Orhan Deli..” dedirten  havalar. Şarkılarında şehir insanlarının sıkışmışlık hallerinin yanında yok olan kent doğasına da efkâr var...
“Kaldırımları İşgal eden Arabalar” benim için küçük ufak bir manifesto oldu. Eğlenceli bir manifesto. Gerçekten benim o dışarı çıkması gereken enerjime yol gösteren bir şarkı oldu. Şarkı ortaya çıktığında “Evet tam da bunu anlatmak istiyordum” dedim. Gürültü kaosu, nefes alamadığımız bir ortam, insanlar birbirlerine saygı gösteremeyecek kadar çoklar, küçücük alana sıkışmışlar, hava alamıyorlar, denizi göremiyorlar daha bir sürü şey… O kadar büyük bir kaos ki İstanbul ve bir çok yer. 

Ayrıca aslında böyle şarkıların yazılmaması çok acayibime gidiyor. Her gün büyük kanallarda klipleri dönen insanların bunları yazması lazım bence, benim değil. Çünkü en büyük dertlerimizden biri bu. Bunun dışında kavga ettiğimiz bir sürü meselemiz var ama anatomik olarak, biyolojik olarak en büyük ihtiyacımız daha konforlu bir yaşam, daha oksijenli bir yaşam, daha gürültüsüz bir yaşam. Bir defa geliyoruz bu hayata biraz nefes alabilmek hakkımız. 

VİCDANİ BİR DÖNÜŞÜME İHTİYACIMIZ VAR

Bir diğer şarkı “İsmi Gölge” “Aynasızlar seni de vurur/ Sorarlarsa faili meçhul/ Seni seviyorum kaç kurtul...” faili aleni olan ahvalimizin hatırlandığı bir şarkı bence. Berkin’i vuranlar, Hurşit Külter’i kaçıranlar... Bugünün şarkılarında bunları bulmak önemli dinleyenler için…
Albümdeki bu anlatılanların hep bir alt metni var. Bu insanların nasıl anladığıyla çok alakalı. Sadece bir aşk şarkısı gibi de algılanabilir bu şarkı. Dinleyenlere bırakmayacağım burada söyleyeceğim; Darbelerden, dönüşümlerden etkilenip bir sürü yara alan insanların çok iyi bildiği iki cümle o “faili meçhul”. Günümüzde ve onlarca yıldır yaşanan acıların hikâyeleriydi o şarkıyı yazdıran. İkili ilişkilere vurgu yapan sözleri de var “Vur beni tam kalbimden vur/ Bu bir cinayet serisi olur” diyor. Bir yandan sevdiceğinin yaraladığı bir adamın hikâyesi diye bakabiliriz ama diğer yandan da bu sistemin insanlar üzerinde nasıl acılar bıraktığına da temas eden bir yer orası. 

Berkin’i öldüren, ailesini yuhalatan bir zihniyetin karanlığında yaşayan bir toplumuz. Bir televizyon kanalında Berkin için söylediğimiz bir şarkı yarıda kesildi ve yayın yönetmeni gelip “Siz ne yapmaya çalışıyorsunuz, beni işten mi kovduracaksınız?” diye bize çıkıştı. Çok sonraları bizden defalarca özür diledi o ayrı ama düşünmeden edemiyorum bu kadar mı vicdansızlaştık? Bütün politik unsurları bırakalım bir çocuk öldürülmüştü ve buna duyulması gereken duygudan bu kadar mı uzağız?  Berkin, Roboskî, bugün bölgede yaşananlar… Ben biraz da bu tarafı, İstanbul’u da suçluyorum, görmüyoruz acılarını. Toplum olarak en çok vicdani bir dönüşüme ihtiyacımız var bence.  

HAKSIZLIKLAR BENİ ALTÜST EDER, PAYLAŞMAK İÇİN YAZARIM

Çocukken kendine oyun şarkıları bestelemişliğin var bunu biliyoruz, peki seni kent ozanı yapan sözlerin serüveni nasıl yol aldı?
Evet komik bir hikayedir o. Eski bir bağlamam vardı ve oturup evde “Eski dostum nerdesin” diye şarkı yapmışım kendime oyun olarak. Daha 4 ya da 5 yaşındayım ne eski dostu komik bir mesele yani. Oradan buraya gelme sebebim bence şu; biraz fazla kafaya takan bir insanım. Çevremdeki insanların da herhangi bir haksızlığa uğraması beni gerçekten altüst eder. Dayanamam müdahale ederim ya da o işin ortasından ben de bir şekilde bulunurum. Kendine dert edinecek nedenleri olanların da söyleyecek bir şeyleri oluyor tabii, bunları paylaşmak isteği de sanırım şarkıları getiriyor.   

Şarkılarım için bana kent ozanı diyenlerin kendi güzellikleri o tabii, ben kendi kendime kendimi o sınıfa sokamam, ama kent ozanlarını çok dinleyen birisiyim. Fikret Kızılok’a bayılırım mesela. Bülent Ortaçgil; yine aynı dönemde çok başarılı şarkılar çıkarmış, günlük yaşama dair çok güzel tespitleri olan bir adam. Teoman var mesela çok iyi bir söz yazarıdır. Sezen Aksu var şarkılarında çok önemli şeyler söylemiş insanlar bunlar. Günümüzde de kent ozanlığını devam ettiren çok iyi isimler var Adamlar var mesela, inanılmaz sözler, müzikler harika, özellikle canlı performansları harika. Daha da yeni isimler gelecek gibi geliyor bana. 

YAPIMCININ AĞZINA BAKMIYORUZ ARTIK

Müzik sektörüne dair gözlemlerin neler?
Müzik çok fazla dönüşüm yaşıyor ve sürekli bir yerlere sıkıştırılıyor. Toplumun çok büyük bir kısmının değer verdiği müzisyenlerin bile ekonomik olarak önemli sıkıntılar var. Çok zor şartlarda çok güzel şarkıları yaratıyorlar. Konser vermek, albüm çıkarmak eskisine göre daha kolay olsa da yine büyük bir ekonomik zorluk. 

Diğer yandan güzel tarafı da şu; artık Unkapanı zihniyeti çöktü. İnsanların kendi şarkılarını dinleyicilere ulaştırmasında internet olumlu dönüşler veriyor. İnternet albüm satışlarını bitirmiş olabilir, ama çok daha fazla tarzın, sanatçının dinleyicilerle buluşmasına sebep olmuş güzel bir platform. Müzisyenler artık bir prodüktörün ya da bir yapım şirketinin patronun ağzına bakarak ne diyecek, ne yapacak diye düşünerek üretmiyorlar. Evlerinde bir gecede yaptıkları şarkılarını ertesi gün paylaşabiliyorlar insanlarla. Bu kıymetli bir şey. Müzik kanallarının kurduğu tekelin eski gücünde olmaması çok önemli. Ama internetin de yavaş yavaş televizyonlaştığına şahit oluyoruz bu da acı bir durum. 

Televizyonlaşma?  
Eskiden ne istersen onu dinlerdin, ama şimdi Youtube’u açtığında istemediğin reklamları izlemek zorunda kalıyorsun illaki. İnternet özgür bir alan ama zamanla galiba bu noktadan uzaklaşacak. O zaman da durumun alternatifi bulunacaktır, müzik, sanat başka bir yol açacaktır kendine.  
 

ÖNCEKİ HABER

Yüksekova’da hasta ve engelliler de mağdur edildi

SONRAKİ HABER

Ortadoğu’da yeni haritalara doğru

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...