19 Haziran 2016 05:36

Azap çektirmenin ‘görkemi’

Kürt toplumu, sokağa çıkma yasakları ile geri dönüşü mümkün olmayan bir kırılmanın içinden geçti.

Paylaş

Özcan KIRBIYIK

Savaşların, toplumların belleklerinde en fazla yer edinen yönlerinden biri de, egemenlerin savaş esnasında uyguladığı pornografik vahşetlerdir. Savaşan taraflar arasında güç dengesinin olmaması ise, bu tür vahşetlerin egemenler eliyle daha sık yaşatılmasına neden olmaktadır.
Bu konuyu günlerdir yerinde tecrübe etme fırsatı bulduğumuz Yüksekova ilçesi özelinde anlatmak, bu durumu daha aydınlatıcı kılacaktır.
İlçede girdiğiniz her evde operasyonlar esnasında asker ve polislerce yazılan cinsiyetçi, ırkçı ve fundamentalist yazılamalar sizleri karşılıyor. İlçe sakinleri, yıkılan evlerinden ya da hayatını kaybetmiş insanların hikayelerinden önce o yazılamalardan bahsediyor... Öfkenin ve sitemin çok ötesine geçen cümleler eşliğinde..
Halbuki, ilçede, JÖH (Jandarma Özel Harekat) ve PÖH (Polis Özel Harekat) yazılamarından önce, uzun bir müddet, YDG-H ve YPS’lilerin yaptıkları yazılamalar da mevcuttu. Ve bunların bazılarının halen mevcutiyetini koruduğu gözleniyor. Devlet güçlerinin üstünü karalayıp yerine yaptığı, hakaret ve tehditler içeren yazılamaları saymazsak tabi.. İlçe sakinlerinin, uzun bir zamandır sokaklarda yer alan YDG-H’lilerin ve YPS’lilerin yaptığı yazılamalara dokunmadığı gözlenmiştir. Bununla beraber, yasak sonrası Yüksekova’ya dönen vatandaşların giriştikleri ilk işin, JÖH ve PÖH’ün yaptığı yazılamaları silmek ve yıkıntılara asılan bayrakları kaldırmak olduğu düşünüldüğünde, birçok soruya verilecek cevabın izahı da ortaya çıkacaktır. Bu, “cezalandırıcı” konumundaki iktidara yönelik reddin bir beyanı olarak da görülebilir.
Başbakan Bin Ali Yıldırım, son günlerde sıkça bölgenin “rehabilite” edilmesinden de bahsediyor. Bunun için de bir başbakan yardımcısını görevlendirdiğini medyadan öğreniyoruz: Tuğrul Türkeş... Bunca vahşetten sonra, bölgeyi “rehabilite” etmesi için seçildiği söylenen Tuğrul Türkeş ismi, akıllara Michel Foucault’nun Hapishanenin Doğuşu adlı kitabındaki “Azap Çektirmenin Görkemi” bölümünü getiriyor. Buna, babadan oğula Kürtleri yok saymış ve kendi varlığını Kürtlerin yokluğu üzerine bina etmiş bir gelenek olan “Türkeşgiller” için, Kürtlere “azap çektirmenin görkemi”nin tadının çıkarılması görevi de denilebilir.

REHABİLİTASYONUN MELODİLERİ: IRKÇI VE CİNSİYETÇİ MARŞLAR

Günün her saati; Yüksekova sokaklarında TOMA hoparlörlerinden çalınan ırkçı, cinsiyetçi marşlara ya da yıkılmış her evin yıkıntılarına iliştirilmiş Türk bayraklarına maruz kalmak mümkün. Bu da, “azap çektirmenin görkemi” olarak Türk siyasal hayatına, Türk polisi ve askerince gururla sunuluyor!
“İşkence çok titizlikle uygulanan bir adli bir oyundur” der Michel Foulcault. Ve devam eder “...azap çektirme parlak olmalı, herkes tarafından fark edilmeli ve biraz da bir zafer olarak algılanmalıdır. İcra edilen şiddetin aşırılığı, bizzat onun şanının parçalarından biridir: yakılan cesetler, rüzgara savrulan küller, kaldırım taşları üzerinde sürüklenen, yol kenarında teşhir edilen vücutlar... Ceza amaçlı azap çektirme her bedensel cezayı kapsamına almamaktadır: o farklılaştırılmış bir acı üretimi, kurbanların damgalanmaları ve ceza veren iktidarın dışavurumu için düzenlenmiş ayinsel bir çerçevedir ve hiç de ilkelerini unutarak tüm itidalini kaybeden bir adaletin öfke bunalımının ürünü değildir. Azap çektirmenin ”aşırılıkları”nın içinde koskoca bir iktidar ekonomisi yer almaktadır.”
Bundan sonrasında da şu soru anlam kazanıyor: bir daha hangi güç “Çanakkale Ruhuyla” Cizre’de, Yüksekova’da, Nusaybin’de yaşayan insan ile Tekirdağ’daki, Niğde’deki insanları aynı  savaş cephesinde buluşturabilir? Hem de Kürtlerin çok yakın geçmişinde “Kobanê Ruhu” diye tarif edilen bir tecrübe yaşanmışken.. Tam da bu yüzden, devletin, sokağa çıkma yasakları için Kürt şehirlerine gönderdiği, hukuki ve insani hiçbir kural tanımayan polisleri ve askerleri  özenle seçtiğini düşünüyorum.
Buradan şu sonuca ulaşmak mümkün oluyor; artık, Türkler ve Kürtler ancak ve ancak Türk devletinin baskı ve şiddet politikalarıyla bir arada tutulabiliyor. Yani, kan ve zulüm politikası ile zorakî bir birliktelik... Buradan itibaren ise Friedrich Engels’in sistematize ettiği ve “bir müddet başarılı olmak zorunda, tıpkı bir müddet sonra yıkılmak zorunda olduğu gibi” dediği “Zorun Rolü”  devreye sokulmuş oluyor.
Böylece hükümet cenahı, ölüm politikasıyla; Kürtler arasında, atalarının Türklerle Çanakkale’de ölmesine küfreden bir nesil yaratmış oldu. Son kertede, Kürt toplumu, sokağa çıkma yasakları ile geri dönüşü mümkün olmayan bir kırılmanın içinden geçti. İşlenen savaş suçlarını cezasızlıkla ödüllendirilmesiyle zafer nutukları atan Türk milliyetçileri, ülkeyi derin bir kaosun ve ölüm politikasının ortasına bıraktı.

ÖNCEKİ HABER

Fransız işçileri yalnız bırakılmamalı

SONRAKİ HABER

Fransa’da neler oluyor?

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...