19 Haziran 2016 05:21

#HurşitKülterNerede

Yirmi günden fazla bir zamandır kendisinden haber alınamayan gencecik bir insanın kaybedilmesine sessiz kalınmasına gözyaşı döküyorum.

Paylaş

Özgün E. BULUT

Öyle karanlık, öyle ağır, öyle acı dolu günlerden geçiyoruz ki, Game Of Thrones’i izlemiyor, yaşıyoruz adeta. Özgürlük ve barış, büyük insanlık, demokrasi ve adalet kavramlarında ilerleme kaydedilmesi gerekirken, yaşananlar bize bunları göstermediği gibi, insan yaşamının en felaketi olan savaş günleri ile karşı karşıyayız. Cadılar, büyücüler, cellatlar, karanlık adamlar, sisli günler, iktidar savaşları ile ortaçağın karanlığında gibiyiz.
Yaratılmak istenilenin tam da bu olduğunu biliyoruz. Korku ile insanlara gözdağı vermek, sindirmek ve sessizleştirmek. Yoksul kitleler nezdinde bunu anlamak mümkün. Ama kültür ve sanat insanlarının sessizliği, hâlâ şiirin yazılma biçimine takılmaları ve yaşananları görmemeleri ilginç. Bunu söylerken elbet üretimlerini izleyen biri olarak konuşuyorum. Son bir yılda ülkede neler olup bittiğinin farkında bile değiller. İki ‘bodrum’ olduğunu görmüyorlar. Yıkılmış evlere, yerle bir edilmiş binalara, daha da ötesi, kaybolan yaşamlara dönüp bakmıyorlar. O binaların altından çıkarılan cesetleri, kimlik tespitleri ancak DNA testi ile belirlenen genç ölümleri vicdanlarına dahil etmiyorlar. Oralarda neler olup bittiğini izlemedikleri gibi, hafızalarına da taşımıyorlar. Tam da buradan şiiri düşünmek gerekiyor. Şiir bu günlerden bir dize dahi çıkaramıyorsa, muhalifliği kağıt üzerinde kalan iki cümleden başka bir şey değildir. Şair dizelerini vicdanına dahil etmemişse, o bu evrenin çocuğu olmaktan da uzaktır. Olur da klasik bir söylemle ‘şair zaten evrene sığmayandır’ derlerse de hükmü olmayan bir sözdür. Olup bitenler de evrene sığmamaktadır zaten.
Artık her şeyin, her eylemin, her sözün politikleştiği günlerle iç içeyiz. O nedenle şiir de politiktir, resim de, roman da, bale de, müzik de. Bunun dışındaki dil eksiktir, yarımdır. Anlamadığım bir şey de derin derin düşünüp, farklı iki cümle ortaya koymak için sık sık başvurulan Turgut Uyar, Cemal Süreya, Edip Cansever alıntılarıdır. Ece Ayhan bu koronun dışındadır. Çünkü o zaten beş şiiriyle bilinmektedir. Yani bu alıntılarla olan biteni çözüyorsanız, siz neden şiir yazıyorsunuz. Olanlar bugüne dahildir ve siz bugünün şairlerisiniz.
Hurşit Külter’den söz ediyorum. Bu yazının öznesi olan Hurşit Külter’in akibeti ile ilgili konuşuyorum. Bilmem kaç buçuk hızı olan telefon operatörleri ile çağ atlanılan zamanların trajedisi olarak yanımıza düşen bir ‘hakkınızı helal edin’ mesajından söz ediyorum. Yirmi günden fazla bir zamandır kendisinden haber alınamayan DBP Şırnak il yöneticisi olan gencecik bir insanın kaybedilmesine sessiz kalınmasına gözyaşı döküyorum. Bir şair olarak tekrar tekrar soruyorum ‘#HurşitKülterNerede’…
Cumartesi anneleri iki hafta üst üste Hurşit Külter’in akıbetini sordu. Kardeşi o oturmanın ilkinde şöyle bir cümle kurdu. “Bu soruyu sadece ağabeyim için, kendi ailem için sormuyorum. Bir daha, bundan sonra hiçbir anne, hiçbir aile burada bunları yaşamasın diye soruyorum. Ağabeyim Hurşit Külter nerede? Yetkililerden bir açıklama bekliyorum.” Gözümüzün önünde olan fiili bir durum var. 585. kez oturan ailelere yenileri ekleniyor. Tekrar bir cümle kurmakta fayda var. Kuruyorum. İlinde siyaset yapan genç bir insan, hepimizin gözleri önünde; bilgi çağının bilmem kaç buçuk ‘G’ ye çıktığı bir zamanda, o teknoloji ile mesaj göndererek helallik istiyor. Öyleyse şairin omuzlarındaki yükün ağır olması gerekmez mi? Bu kadar mı küçüldü kalbi onun. Ruhu artık parçalanmıyor mu? ‘kavrulmuş bedenleri önüme serdiler/ yangın, yangın olmaktan çıkarılmış/ sadece efekt olarak sunulandı/ yüzünün yarısı mavi, yarısı su/ kalbinin yarısı dağ, yarısı ağıt,/ oysa ben dağları ağzında sigara,/ dümene geçmiş bir gemici telaşı gibi/ denizleri ise elinde halat ile demirleyen/ bir çoban ateşi bilirdim/ işte bu nedenle/ yarın evin balkonunda bir mum yakacağım,/ kalan küçelere duam olur umuduyla.”
Kimseyi suçlamadan, kimseyi incitmeden söylemek istiyorum söyleyeceklerimi. Lorca’nın başına gelenler, Victor Jara’nın başına gelenler, Cizre’nin bodrumlarındaki gençlerin başına da geldi bundan emin olun. Sylvia Plath’ın intiharı kadar şiirsel durdular oralarda. Günlerce çığlıklarını duyduk. Oysa Plath gazı açtı ve sessizce yaşama elveda dedi. Bu çocuklar ise yaşama tutunmak ve yaşamı güzelleştirmek için, ölümler olmasın diye kaldılar oralarda. O halde soruyu bir kez daha sorma vaktidir. #HurşitKülterNerede…
Vicdan sadece yürek sızısı olmamalı. Yürekteki çığlık, gözün mavi ile buluşması olarak şiire akmalı diye düşünüyorum. “bırak yüzüme elini/ bu seninle son akşamım, son akışım/ dünyaya son bakışım/bırak dokunduğun yere seni yazayım/ tanrının işitmediği o nidalardan ilahi toplayayım/ bırak şehrimizin yarasına zamanın harcını katayım” diyerek yaşadığımız günleri, bu yaşananları vicdanımıza dahil etme gibi bir çığlığımız illa ki vardır. Olsun da.

ÖNCEKİ HABER

Orlando katilinden Trump’a duygu durum bozukluğu

SONRAKİ HABER

Fransız işçileri yalnız bırakılmamalı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...