17 Haziran 2016 00:55

15-16 Haziran'ı yaşayanlar: Gücümüz birliğimizden geldi

1970 yılının 15-16 Haziran tarihlerinde yaşanan büyük işçi direnişine katılıp, tanıklık edenler yaşananları anlattı.

Paylaş

1970 yılının 15-16 Haziran tarihlerinde yaşanan büyük işçi direnişi, sadece tarihin sayfalarında kalan bir anma günü mü? O büyük direnişe katılan işçilerin anlattıkları bu büyük direnişin bugün metal direnişinde, sendikalaşma ve toplusözleşme mücadelesinde yani bugünün sınıf mücadelesinde halen yol gösteren önemli bir deneyim. 

Birleşik Metal-İş’in önceki gün sendika genel merkezinde düzenlediği 15-16 Haziran etkinliğinde, o döneme tanıklık edenler konuştu. 

ARÇELİK VE OTOSAN

Mehmet Karaca o dönem Otosan Fabrikasının DİSK/Maden-İş Sendikası 2. Temsilcisi. 22 yaşında henüz genç bir işçi. Direnişi 14 Haziran’dan itibaren anlatmaya başlıyor: “Biz işyeri temsilcileri olarak bütün siyasilere telgraf çektik. Bu yasa böyle çıkarsa anayasadan doğan direniş hakkımızı kullanacağız dedik. Meclise gelirken DİSK bu konuda bir takım toplantılar yaptı. Kendi tabanını bilgilendirdi kamuoyunu bilgilendirdi. O tarihte Merter’de bir toplantı yapıldı. Kemal Türkler, Rıza Kuas, Kemal Nebioğlu burada olayı bütün temsilcilere anlattı. Sonra sözü fabrikalardan gelen işçilere verdiler. İşçiler sessiz kalmayacaklarını her türlü eylemi yapacaklarını açıkladılar. Kemal Türkler ve Rıza Kuas’ın konuşmalarından sonra ‘İşçiler eylem yapacak da eylemin sonunda ne olacak’ sorulardan biri buydu. Eylem süresince karşımıza polis çıkarsa ne yapacağız asker çıkarsa ne yapacağız? Bu sorular vardı. Ve sonuçta bir arkadaşımız ‘Karşımıza polis çıkarsa asker çıkarsa fabrikaları dinamitleyelim’ dedi. Şok oldu herkes. Kemal Türkler çıkıp ‘Böyle şey olmaz bizim üretim araçlarıyla kavgamız yok. Bizim siyasi iktidarla kavgamız var. Bu hatip de bu sözünü geri alsın’ dedi. Tabii sonra dinamit falan olmadı. İşyerlerimizde semtimizde mahallemizde eylemler yapma kararı aldık. Yürüyüşler, mitingler… Taksim’de büyük miting yapma kararı alındı. Kamu araçlarına ücret ödememe kararı alındı. Bu bir eylemdir. Askerin işçiyi kışlaya, polisin karakola almasına izin vermeme kararı çıktı. Askere polise arkadaşımızı vermeyelim dedik. Ertesi gün fabrikalarda eylemler yapmak için dağıldık. Biz Anadolu Yakasından Maden-İş’in temsilcileri olarak Pendik bölge temsilciliğine geldik. Eylemi planladık. Arçelik ve Otosan’da Maden-İş güçlüydü. Otosan Acıbadem’deydi, Arçelik de Çayırova Gebze’de. Yani biri bir uçta biri bir uçta. Arçelik’le görüşüp Ankara asfaltını iki taraftan kapatma kararı aldık.”

KENDİ KANUNLARIMIZI KENDİMİZ YAPACAĞIZ

O tarihte İstanbul’un Anadolu’ya açılan tek yolu olan Ankara Asfaltının işçiler tarafından kapatılmasıyla direnişin ilk günü başlamış: “Onlar (Arçelik) da biz de çevre fabrikalarda çalışan işçileri toplayarak yolu kapattık. Ünite temsilcileri sistemimiz vardı. Yasal olarak yoktu ama fabrika içinde ağ gibiydi. Ulaşma, harekete geçmek için çok önemli bir olanaktı. Ünite temsilcilerini çağırdık toplantıya aşağı yukarı 60 kişi vardık. Herkes geldi toplantıya. Merter’deki toplantıyı anlattık. Pendik’te yaptığımız toplantıyı anlattık. Bugün bu yapılır mı bilmiyorum ama çok demokratik bir mekanizma işlettik biz burada. Fabrikayı boşaltmaya karar verdik. İşveren durmadan temsilci odasına telefon ediyor gelin görüşelim diye. Biz görüşmeyi erteledik. Ünite temsilcileri herkes kendi kısmına gidip anlattı. Temsilciler de topluca kısımları dolaşacak, temsilciyi gören üretimi bırakıp yürüyüşe katıldı. Benim çalıştığım talaşlı imalattı oradan başladık. Tulumlarıyla önlükleriyle çıktılar dışarıya. Kar topu gibi yukarıdan aşağıya çoğalarak Ankara asfaltına indi işçiler. Başımızda bir polis helikopteri dönmeye başladı. İşçiler hiç kimsenin talimatı olmadan kendileri kartonlara yazılar yazmaya başladılar. ‘Demirel istifa’, ‘Hükümet istifa’, ‘Sendika hakkımızı önleyemezsiniz’ benzer bir sürü slogan. Trafik tıkandı. Anladık ki birinin işçilere bir şey söylemesi lazım. İşçiler beni omuzladı minibüsün üzerine çıkardılar. Fabrikanın ürettiği transit minibüsler vardı. Fabrikanın megafonlarını almışlar, bir de benim elime megafonları tutuşturdular. Hiçbir hazırlığım yoktu. Sonra polis iddianamesinde okudum konuşmamı. Bir sürü şey anlattıktan sonra diyorum ki ‘Bu yasalar geri alınıncaya kadar biz yürüyüşlerimize devam edeceğiz. Eğer bu yasa geri alınmazsa -o günkü aklımla söylüyorum- Ankara’ya kadar yürüyeceğiz, Meclise girip kendi kanunlarımızı kendimiz yapacağız.” 

İşçiler bir yandan yürürken, diğer yandan çevre fabrikalara çağrı yapmış. İşçileri gören başka fabrikaların işçileri de yürüyüşe katılmaya başlamış. 

İŞÇİLER YÜRÜDÜ FABRİKALAR BOŞALDI

İşçiler yürüdükçe yolun sağında solunda ne kadar fabrika varsa hepsi boşalmış yürüyüşe katılmış. Hatta bazı fabrikaların patronları korkudan işçilere izin vermiş. Direnişe destek veren fabrikalardan birinin de Haymak olduğunu anlatan Mehmet Karaca, devam etti: “Biz de kuryelerle haberleşiyoruz. Kartal’da ne oluyor Gebze’de ne oluyor diye. Kartal’da işçiler Haymak önünde toplandı diye bir haber geldi. Gittik fabrikanın etrafı tanklarla çevrili. İşçiler de çıkmışlar çatılardan el sallıyorlar bize. Asker içeri girmemize izin vermedi. Israr edince heyet olarak girdik. İşçiler kapıları kaynatmış fabrikayı işgal etmişler. Nedeni de şu: Biz dışarı çıkarsak bu işveren bizi tekrar işe almaz. Bu nedenle eylemi işgal ederek yapıyoruz. Atılırsak hep beraber atılırız diyince yürüyüşe katıldılar. Dışarıya çıktılar da askerler panzerle barikata almış. Barikatı yarıp aştık. İçeri girdi işçiler üretim alanına değil ama büroya zarar verdiler. Sebebi Süleyman Demirel’in kardeşi fabrikanın ortaklarından biri olmasıydı. Demirel’e olan tepki bunu getirdi. Ankara asfaltına döndük. Otosan’dan 1500 kişi çıktık ama yol boyunca bize katılan işçilerle 10 bini falan aşmıştık. Tugay yoluna baktık gruplar halinde kadın işçiler geliyor. Bir sürü kadın işçi. Binlerce. Bunlar da Cevizli’deki TEKEL işçileriydi. 15 bin kişiydi. Eylemi bitirdik. Herkes evine dağıldı.”

16 HAZİRAN: 1500 KİŞİYLE ÇIKTIYSAK 5 BİN KİŞİ OLDUK

15 Haziran’ın ertesi günü eylemler büyüyerek sürdü. Mehmet karaca o günü şöyle anlattı: “Ertesi gün fabrikaya geldiğimizde yine çalışma yok, yine üretim yok. Fabrikanın bahçesinde herkes bekliyor. Yürüyüşümüzü şehir merkezine taşıyalım diye bir karar çıktı. Önce Üsküdar’a gidelim, Üsküdar’da TEKEL fabrikası var. Oradan tekel işçilerini alalım Kadıköy merkeze gidelim. Oradan da fabrikamıza döneriz dedik. Yine asfaltta dizildik. İlk günkü eylemimize ustabaşıları katılmamıştı. Ancak ikinci gün onlar da geldiler biz de katılmak istiyoruz dediler. Bir tanesi geldi dedi ki, ‘Yalnız ustabaşıyız, posta başıyız önde yürümemiz lazım.’ Hay hay dedik. Öne geçti hepsi. Koşuyolu köprüsüne geldik polis önümüzü kesti. Biz yürüyeceğiz. Kimseye zararımız yok dedik. Çatışma çıktı polisle aramızda. Ardımızda da asker birikmiş. O barikatı da yardık Üsküdar’a geldik. Yine asker kademe kademe barikatlar kurmuş. 1500 kişiyle çıktıysak 5 bin kişi olduk. TEKEL’in fabrikasına girdik baktım kadın işçiler panik içinde. Korkuyorlar. Anladık ki fabrikada kreş varmış. Kadınlar çocuklarını korumaya çalışıyorlar. TEKEL işçileri de bize katıldılar. Çok da kalabalıklaşmıştı Üsküdar meydanı. Bir askeri cip kalabalığa doğru geldi. ‘Yapmayın kardeşlerim. Bu iş kanunsuzdur kanuni yollardan hakkınızı arayın.’ Biz gidiyoruz dedik, yine Kadıköy’e indik. Tam orada yine asker polis önümüzü kesti. Yine havaya ateş açtılar. Biz dağılır gibi olduk ama yine de Kadıköy İskele’de toplandık. Yine bir askeri jip geldi. ‘Evlatlarım, fabrikaya dönün. Ankara asfaltından dönün’ filan. Biz Altıyol’dan gideceğiz dedik. Çarşı’dan geçerek Altıyol’da toplandık. Polisler kaçıyordu. Kartal-Gebze tarafından gelen işçiler Bağdat Caddesinden gelip polisle çatışmaya girmişler. Biz de Kadıköy’den önlerini kestik bunların. Polis evlere girmeye çalışıyor. Evlerden kimse kapıyı açmıyor. Biraz yüzme bilenler Kurbağalıdere’ye attı kendini. O akşam sıkıyönetim ilan edildi. Bir kısmımızı fabrikalardan toparladılar.”

NASIL BİRORTAM?

Mehmet Karaca, dönemin politik atmosferini ise şöyle anlatıyor: “Benim bildiğim Osmanlı’dan bu yana devlet her şey benim kontrolümde olsun diyor. Başka bir inisiyatif gelişsin istemiyor. 46’da sendikalar devletten bağımsız olarak ortaya çıkınca hepsi kapatılıyor. Dönemin çalışma bakanı biz devletle beraber olan sendikalarla yol alacağız diyor. 1967’de DİSK kuruluyor. DİSK kurulduktan 1 hafta sonra genelkurmaya bağlı özel harp dairesi gizli belge yayınlıyor. Burada özel harp dairesi diyor ki TİP’i kuran sendikacılar yeni bir sendika kurdular buna dikkat edin. Bunların içinde çalışan arkadaşlarınız varsa bunu bildirin diyor. İstihbarat toplayın bilgi toplayın diyor. DİSK’e karşı nasıl önlemler alabiliriz diye konuşuluyor. Fabrika işgalleri, üniversite hareketi, köylülük hareketi var.”

‘YARIN BİR GÜN SİZ DE İŞÇİ OLABİLİRSİNİZ’

Haymak önüne gelen askerlerden biri de o dönem 22 yaşında bir teğmen olan Atilla Özsever. Özsever yaşadıklarını şöyle anlatıyor: “Bizim birliğe 15 Haziran günü bir talimat geldi. Bölüğü bana teslim ettiler. Yaşım 22. Güneydoğu’lu bir işçiyi yaka paça nizamiyeye getirdiler. Sivil polisler de oluyor orada tabi. Bir sivil polis dedi ki ‘Ulan Stalin’in rublelerini ne yaptın’ dedi. Stalin 1956’da ölmüş, sene 1970. Burada dediler ki Haymak fabrikasını işçiler işgal etmiş, makineleri kırıyorlarmış. Bize böyle haber geldi. Biz de Haymak’a yaklaşıyoruz. İşçiler bizi alkışlıyor. Ordu millet el ele diyorlar. Bilmiyorlar başlarına ne gelecek sonra. Fabrikanın etrafını çevirdik. Biri aracın önüne çıktı vuracaksan vur beni diyor şimdi. Görev icabı tertibat aldık. Sonra ayrıldık oradan. Zırhlı tugaya geçtik. Ben askerlere anlatıyorum. ‘Arkadaşlar yarın öbür gün siz de işçi olabilirsiniz’ bilebildiğim kadar anlatıyorum ve çatışma çıkmasını da istemiyorum.”
 

ÖNCEKİ HABER

Sevim Dağdelen: Uyum Yasası uyumsuzluğu teşvik ediyor

SONRAKİ HABER

Êzîdîler yaşadıkları her şeyi IŞİD’le kıyaslıyorlar

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...