14 Haziran 2016 00:56

17 Aralık’tan ABD’ye taşlar nasıl döşendi?

Semih Hiçyılmaz, Reza Zarrab'ın ABD'de yakalanması ve Türkiye'ye etkilerini yazdı.

Paylaş

DOSYA: REZA NE ANLATACAK?

Hazırlayan: Semih Hiçyılmaz

17 Aralık sabahı Türkiye bir operasyon haberiyle çalkalandı. Bazı bakanların ve yakınlarının evlerine polis baskın düzenlemişti. Bu operasyonda gözaltına alınanlardan biri de Rıza Sarraf (Reza Zarrab) idi. Basılan her yerden oluk oluk para yağıyordu. Ayakkabı kutularının içi, yatak odaları, evlerdeki kasalar para doluydu. Bu paraların çıktığı evlerin sahibi olan bakan yakınlarının, bürokratların gelirlerinin yüzlerce, binlerce kat üstündeki bu paraların kaynağı herkes tarafından merak ediliyordu. Telefon dinlemeleriyle baskınlarda ortaya çıkanlar birleşince Türkiye tarihinin en büyük rüşvet operasyonuyla karşı karşıya olduğumuz anlaşılıyordu. 

Operasyon sonrası hazırlanan fezlekeler tam 32 klasör tutmaktadır. Ama bu büyük operasyona maruz kalanlar da boş durmamış, operasyonun daha ileriye ve yukarıya sıçramasını engellemiş, bunun için polis şefleri ve savcılar görevlerinden alınmıştır. Daha sonra konu ile ilgili Mecliste bir araştırma komisyonu oluşturulunca hazırlanan bu fezlekeler 11 klasör olarak Meclise gönderilmiştir. Yani ifadelerin, dinlemelerin bulunduğu 21 klasör ortadan yok edilmiştir. Kaybolan 21 klasörde ne olduğunu bilemiyoruz ancak 11 klasörde yazanlar kaybolanlarda neler olabileceği konusunda fikir veriyor.

İRAN PARALARI HALKBANK’TA

Soruşturma dosyasının hemen girişinde yazanlar tüm olayın özeti gibidir:

‘Yapılan adli takip ve teknik çalışmalarda, Rıza SARRAF liderliğinde olarak tanımlanan örgütün, Ekonomi eski Bakanı Mehmet Zafer Çağlayan, İçişleri eski Bakanı Muammer Güler, Avrupa Birliği eski Bakanı Egemen Bağış fiili birleşme ve hiyerarşik ilişki çerçevesinde haksız maddi menfaat ilişkisi geliştirdiği, bu kapsamda Ekonomi eski Bakanı Zafer Çağlayan yöneticiliğinde ve İçişleri eski Bakanı Muammer Güler yöneticiliğinde iki ayrı gurubun, Rıza Sarraf liderliğindeki örgüt ile rüşvet suçunu işleme amacıyla ve tek bir organizasyonun çatısı altında fiili ve sürekli bir birliktelik sergiledikleri, bu örgütlerin rüşvet vermek ve rüşvet almak suçlarını belli bir hiyerarşi ve koordinasyon ağıyla, belli sistemde ve sürekli olarak işlediklerinin belirlendiği yer almıştır.’

Bu özetten anlaşıldığı gibi hükümetin bakanları Reza ile birlikte ve onun liderliğinde gizli bir örgüt kurarak rüşvet almakta ve vermektedir. Reza sahibi olduğu şirketler aracılığıyla esasında İran’a ait olan ama kendisininmiş gibi gösterdiği paraları Halk Bankası’ndaki hesabına yatırmaktadır. Bu paralarla altın satın alınıp, ihracatla ağırlıkla Dubai’ye gönderilmektedir. Halk Bankasındaki hesaba gelen her paranın binde dördü veya beşi Zafer Çağlayan’a aktarılmaktadır (Oran ihraç edilen mala göre değişmektedir. Altında oran binde beş gıdada binde dörttür). Yapılan teknik takip sonucundan anlaşıldığına göre bu rüşvet ilişkisinde Reza’nın Zafer Çağlayan’a verdiği paranın ilk teslimatı 19.03.2012 tarihinde yapılmıştır. Reza, Zafer Çağlayan’a o kadar çok para vermiştir ki takipteki polisler de rüşveti verenler de atlamamak için bir excel tablosu bile oluşturmuşlardır.

BAKAN KURUŞU KURUŞUNA TAKİP ETTİ

Sistem kurulmuştur. Reza, İran’ın ambargoya takılan parasını kendi şirketleri üzerinden Halk Bankasına yatırmakta, gelen paranın miktarı üzerinden binde dört veya beş, bakana kayıt dışı, elden ödeme yapılmakta, bankadaki parayla da altın alıp ihraç edilerek aklama işlemi sürdürülmektedir. İşler böyle tıkır tıkır yürümektedir. Polis fezlekesine göre örgüt üyeleri, hadi biz ortaklar arasında diyelim derin bir muhabbet sürmektedir. Verilen paraların yanında pahalı hediyelerin lafı bile olmamaktadır. Ancak, insanoğlu çiğ süt emmiştir. Ne yapacağı belli olmaz. Ne kadar güvenirsen güven dikkatli olmakta fayda vardır. Bunu iyi bilen Bakan Çağlayan gelen paraları kuruşu kuruşuna takip etmektedir. Halk Bankasına ne yatırıldı kendisine ne verildi. Bu dikkatinin ve fikri takibinin faydasını da görmüş ve eksik ödemeleri yakalamıştır. Maazallah, dikkatsiz olsa onca emeğinin karşılığı heba olacaktır. Kendisine ödenenlerle bankaya yatanlar arasındaki tutarsızlığı da Reza’ya bildirerek sitemlerini iletip, gerekli düzenlemenin yapılmasını, yani eksik paranın verilmesini istemiştir.

Bakanın bu sitemi üzerine Reza ile işlerinin başındaki adamı Abdullah Happani arasındaki şu görüşme telefon dinlemelerine takılmıştır:

‘Reza Zarrab: Senin verdiğin rapor var ya… O raporu verdim O incelemiş… avro olarak diyor ki aldıklarımızda bir 10 kağıt fark var diyor. Abdullah Happani: ‘10 kağıt fark olur mu abi ya mümkün mü’, Reza Zarrab: ‘Abi, senin sizin yazdığınızdan ben 10 daha aşşağı aldım diyor’. Abdullah Happani: ‘Abi verdiği tarihleri falan Sadık bilmiyor mu’. Reza Zarrab: ‘Biliyor’. Happani: ‘E tamam yani onun hesabı kitabı belli hangi tarihte ne verdiğimiz belli bizim’. Reza Zarrab: ‘Şöyle var mesela Süleyman’a vermişiz ona geçmişizdir’. Happani: ‘zaten iki milyon Süleyman’a verdiğimiz para… he şeyleri falan da çıkarmadıysan bir küsur falan da o çıkar Saatçi Yusuf falan’

10 kağıt diye bahsedilen on milyon avrodur. Zafer Çağlayan uyanık davranmasa para iç edilecektir. Ama O, kaçın kurasıdır. Sanki ilk defa yapmaktadır böyle alışverişleri. Verdikleri saati, Süleyman’a verilenleri kendi hakkından düşmeye kalkmaktadırlar. Saat dediğin zaten hediye. Bedeli 800 bin dolar ama olsun. Hediyenin büyüğü küçüğü olur mu? Süleyman’a verilen onun kendi hakkı. Süleyman demişken, bahsedilen Süleyman, Halk Bankası Genel Müdürü Süleyman Aslan’dır. Baskında evinde ayakkabı kutuları içinde iki milyon avro yakalanmıştır. Banka müdürüdür ama bankalara güvenmediğinden paraları evde ayakkabı kutularında saklamaktadır. Ortada bir saadet zinciri vardır ama kimse kimseye güvenmemektedir. 

İçişleri Bakanı Muammer Güler’in oğlunun evine yapılan baskında ortaya çıkan para sayma makineleri bunun sonucudur. ‘Ulan, zaten rüşvet 100 avro eksik olsa ne olur’ dememeli, kuruşuna kadar sayılmalıdır. “Yolda bulsan da say” diye boşuna dememiştir büyükler. Çocuk bu yüzden sabahlara kadar para saymaktan helak olmaktadır. Bütün bu eziyetine karşılık da kendisine ‘üç kuruş para’ kalmaktadır. 

KALAN 1 TRİLYONSA...

17 Aralık 2013’te saat 7.39’da İçişleri Bakanı Muammer Güler ile oğlu Barış Güler arasındaki şu telefon görüşmesi dinlemelere takılmıştır:

‘Barış Güler: ‘altı buçukta geldiler Celal Kara diye bir savcı… arama kararı çıkarmış örgüt kurmak işte’. Muammer Güler: ‘ne var oğlum senin evinde’. Barış Güler: ‘hiçbi’şey yok baba’. Muammer Güler:’para ne var’. Barış Güler: ‘yani kendi param üç beş kuruş kalan param var’. Muammer Güler: ‘kaç para’. Barış Güler: ‘sen biliyorsun’. Muammer Güler: ‘kaç lira’. Barış Güler: ‘Bir trilyon civarı param var o kadar’.

Görüldüğü gibi Sayın Bakan son derece sabırlı. Kırk kere soruyor kaç para var diye oğlan eveleyip geveliyor. Sinirlenmiyor, baba şefkatiyle bir daha soruyor. Tanıyor tabii oğlunu. Demek biliyor anlayışının biraz kıt olduğunu. Ama normal, ne de olsa Bilal’in arkadaşı. Telaşlanacak bir şey yoktur. Evde bulunan üç beş kuruş para oğlanın cep harçlığıdır. Üç beş kuruş dediği bir trilyon civarıdır. Bu paradan Barış Güler ‘kalan’ diye bahsetmektedir. Kalan bir trilyonsa varın gideni siz hesap edin.

ULUSLARARASI KAÇAKÇIYA DANIŞMANLIK MI?

PARALARIN Reza’dan Barış Güler’e verildiği takip sonucu kanıtlanmaktadır. Bu işin sonu kötüye gidecektir. Tam da burada İçişleri Bakanı tecrübesini konuşturarak işin içinden sıyrılmaya çalışmaktadır. Oğluna vereceği ifadeyi tane tane anlatmaktadır. ‘Benim danışmanlık şirketim var. Rıza’lara danışmanlık yapıyorum. Babam bakan olduğundan yanlış anlaşılır diye resmi mukavele yapmadım ama ben Rıza’ya gayriresmi danışmanlık yapıyorum. Bu paraları onun için Rıza bana verdi. Bi’de bizim bi’akraba var. Rüçhan. Rıza’nın yanında çalışıyor. Ondan da benim alacağım vardı. Geciktiriyordu. Rıza’dan rica ettim. Rüçhan’dan alacağıma karşılık o verdi. Aynen böyle söylersin’. Barış Güler de aynen böyle söylüyor, sonra da Rüçhan’dan alacaklı olduğunu kanıtlamak için eski tarihli senetler tanzim ediyorlardı. Operasyonu yürüten savcılar görevden alındıktan sonra atanan yeni ve güvenilir savcılar bu ifadeye inanıyor ve dava kapatılıyordu. Ama hiçbir savcının aklına ‘Barış Bey, siz bu uluslararası kaçakçıya gayriresmi de olsa hangi konuda danışmanlık yapıyordunuz’ diye sormak gelmiyordu.

AMERİKALILARIN BİLMESİ KUVVETLE MUHTEMEL

REZA çuvalla parayı rüşvet olarak dağıtmaktadır ama bundan pek de şikayetçi değildir. İşlerin böyle yürüdüğünü iyi bilmektedir. 29.03.2013 tarihinde Reza ve adamı Happani’nin telefon görüşmesinde hem bundan bahsedilmektedir hem de ona kadar Zafer Çağlayan’a verilen paranın miktarından:

‘Reza: ‘Abdullah bu güne kadar 37 filan mı vermişiz’. Abdullah Happani: ‘36 buçuk ikisini şeye vermişiz işte’. Reza: ‘ 34 vermişiz yine az değil ki... euro mu bu’. Abdullah: ‘Euro evet’. Reza: ‘50 yeşil yapar ya... Vermeseydik olur muydu sence’. Abdullah: ‘Zor olurdu yani’. Reza: ‘Biz yapamazdık, bize yaptırmazlardı’.

Bakan Zafer Çağlayan’ın Reza’dan 50 milyon dolar tutarında para aldığı bu konuşmayla, teknik takiple, diğer delillerle defalarca kanıtlanmaktadır. Üstelik bu paranın uluslararası bir kaçakçının para aklama operasyonunun önünü açmak için yapıldığı da ortadadır. Ancak bütün bu kanıtlara rağmen yeni savcılar bakanların yargılanmasına gerek olmadığına karar vermiştir. 50 milyon dolar para nerededir? Bakan bu parayı tek başına mı yemiştir? Para kimler arasında paylaşılmıştır? Paranın ne kadarı ne kadar yukarılara çıkmıştır? Biz şimdilik bunları bilmiyoruz. İleride öğrenebilir miyiz o da meçhul. Ama Reza’yla kafa kafaya veren Amerikalı yetkililerin bunları gayet iyi bildiği kuvvetle muhtemel. Bunları günün birinde kamuoyuna açıklarlar mı yoksa yalnız muhataplarıyla konuşup aralarında mı hallederler, bekleyip göreceğiz.

AMERİKA FİRMALARINA SİTEM

BAKAN Zafer Çağlayan kendisine verildiği olan görevi hakkıyla yerine getirebilmek için konuyu yakından takip etmekte, her gelişmeyle ilgilenmektedir. Bu görevin kendisine bizzat dönemin Başbakanı tarafından verildiğini de söylemekten çekinmemektedir. 

03.10.2013 tarihinde Bakan Zafer Çağlayan ile Halk Bankası Müdürü Süleyman Aslan telefonda şunları konuşmaktadır:

‘Zafer Çağlayan: ‘Nasıl o şey ihracat iyi gidiyor mu?’. Süleyman Aslan: ‘İhracat fena değil belli bir rakam yaptık bugün de bir araya geldik nasıl daha artırabiliriz diye konuştuk sayın bakanım..bayağı üzerimize baskı geliyor sayın bakanım.’ Zafer Çağlayan: ‘Gelirler gelirler ama onu tabii başbakanın talimatı o yönde’. Süleyman Aslan: ‘Öyle biz de yönlendiriyoruz gerekçelerimizi anlatıyoruz kendilerine’. Zafer Çağlayan: ‘Tabi canım tabi kardeşim.. kendi adamım varken...ihracatı...açığı verirken... nasıl kalacak gitsin başka ülkede yapsın transiti... gitsin Amerika da kendi yönetimini hayır kendi yönetimini ikna etsin kendi yönetimi üzerinden kaldırsın ambargoyu.. ambargoyu koyan o gelip tekrardan burda Amerika firmalarına burda alt yapı kuruyor öyle şey olur mu. Valla Süleyman sana şöyle söyliyim en az 3-4 milyar dolar ihracata ihtiyacı var şu anda Türkiye’nin. Şu anda rakamlar iyi gitmiyor. Çünkü daha şimdi açıklandı. Dün akşam da 2 saat toplantı yaptık Sayın Başbakanla İstanbul’da... Ben kendisine durumu anlattım. Onların baskılarını işte bu transit hadisesini falan... Hiçbir şekilde orda gevşeme olmasın dedi... Çünkü neticede bizim dış ticaret rakamlarımız negatife döndü mü Türkiye’nin faiz...  En iyi bilen sensin.’

SEÇİME KADAR İHRACAT ŞART

BİR hükümet politikası olarak bu işlerin yapıldığı ortadadır. En yukarıdan verilen talimatla görevlendirilen bakanlar, banka genel müdürleri işi takip etmektedir. Para kokusu alan Amerikalı firmalar da pastadan pay istemektedir ama bizimkilerin bu işten hem cepleri para görmektedir hem de ekonomi kötüye giderken ihracat rakamlarını şişirmeye yaramaktadır.

Konunun ciddiyetinin farkında olan Reza da ihracat rakamlarının artırılması gerektiğini ellerinden gelenin fazlasının yapılması gerektiğini adamlarına anlatmaktadır. 28.05.2013 tarihinde yaptığı telefon görüşmesinde Reza Zarrab’ın Abdullah Happani’ye: “bi’pompala gitsin bi’ ihracat artsın … Ordan hep yap tabi ihracat biraz artsın bu seçime kadar ihracata ihtiyaç var’. Seçim sonuçları Reza’yı da yakından ilgilendirmektedir.

Emniyetin dinleme kayıtlarına takıldığı kadarıyla 17 aralık 2013 tarihine kadar Reza tarafından Bakan Zafer Çağlayan’a 23 kez rüşvet verilmiştir. Para İstanbul’dan nakit olarak (Sadık) Mohammadsadegh RASTGARSHISHEHG, Ahmet Murat ÖZİŞ veya Omid SAEİDZAMAN tarafından Ankara’ya götürülerek Zafer ÇAĞLAYAN’ın oğlu Salih Kaan ÇAĞLAYAN’a teslim edilmektedir. Parayı alan Salih Kaya Çağlayan babasını arayarak telefonla şifreli bir şekilde bilgi vermektedir. Reza da paranın teslim edildiğine dair her iki taraftan teyit almaktadır. Yandaki kutuda bulunan çizelgede verilen rüşvetlerin dökümü açıkça gözükmektedir.

Yarın: Özal’a kadar uzanan kökler

ÖNCEKİ HABER

Fransa emekçileriyle dayanışmaya

SONRAKİ HABER

Dr. Tolga Şirin: Yargının hassas davranması gerekiyor

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...