14 Haziran 2016 00:53

Fransa emekçileriyle dayanışmaya

Bize düşen bulunduğumuz her yerde, aylardır Fransa’nın dört bir tarafında grev ve gösterilere katılan emekçilerle dayanışmayı örgütlemek!

Paylaş

Serdar DERVENTLİ
Köln

CGT (Genel İş Konfederasyonu) önlüklü, orta yaşlı Fransız bir kadın işçi, Alman RTL televizyonunun yasa değişikliği ile ilgili sorularını yanıtlıyor. Hemen arka tarafta, ellerinde kızıl bayraklar, pankart ve dövizlerle binlerce işçi ve genç slogan atarak yürüyorlar. Kameraman ellerinde meşale ve benzeri yanıcı/sis yayan madde taşıyanları zumlayarak yaşananları daha da ‘dramatik’ olarak ekrana yansıtmaya çalışıyor.

Son aylarda yaşananların Fransız işçi sınıfı ve sınıfın geleceği olan gençlik açısından ne kadar dramatik, ne kadar hayati öneme sahip olduğunu RTL’in sorularını yanıtlayan kadın işçi şu sözlerle aktarıyor: “Evet doğru, onlar reform yapıyoruz diyor. Ama bu bizim için reform anlamına gelmiyor. Atalarımızın canlarını vererek elde ettikleri haklarımız gasbediliyor. Gençlerimizin geleceği gasbediliyor. Buna izin veremeyiz.”

Kadın işçiye teşekkür ettikten sonra kameraya dönen spiker, “Hükümetin reform çabalarının sendikalar ve üyeleri tarafından tam kavranmadığı görülüyor. Ama Cumhurbaşkanı Hollande ve Başbakan Valls’ın Fransa’yı yeniden güçlü bir ulus yapmak için başka alternatifleri yok” diyor.

“Fransa’yı yeniden güçlü bir ulus yapma” sözü ortaya atılarak gerçekte Fransa’nın zayıf olduğu ileri sürülüyor. Fransa İşverenleri Birliği MEDEF’in Başkanı Pierre Gattaz, “güçlü bir ulus” talebini yinelerken haklarını arayanları “haydut” ve “terörist” olarak nitelemekten geri durmuyor. Oysa Fransa’yı Fransa yapan; tüm dünyada, yerlisi ve göçmeniyle “güçlü bir ulus” kanısını güçlendirenler tam da bugün üretimi durdurarak, üniversite ve liseleri boykot ederek bu alanları dolduran işçi ve emekçiler, gençler ve kadınlar.

Bugün dünyanın neresinde olursanız olun “Fransa” denildiğinde akla hakları için mücadele eden bir halk, gerektiğinde ayaklanan, hükümetleri deviren, sermayenin saldırılarını püskürten bir emekçi sınıfı geliyor.

FRANSA ÖĞRETİYOR

Fransız emekçilerinin eylemleri başta Avrupa olmak üzere bütün ileri ve gelişmekte olan kapitalist ülkelerde dikkatle izleniyor. Bir yanda kıvılcımın kendi ülkelerine sıçramasından korkan sermaye, hükümetleri ve sendika bürokrasisi diğer yanda ilerici, mücadeleden yana olan işçi ve emekçiler...

Eylemler şimdilik Kuzey Avrupa ülkelerinden Belçika’ya sıçradı; İrlanda ve İngiltere’de bir süredir bütün iniş ve çıkışlarına rağmen eylemler gündemde. Emek-sermaye çelişkilerinin had safhaya vardığı Doğu Avrupa ve Balkanlar ise adeta bir barut fıçısı konumunda; 2015 yılının genelinde bu ülkeler çok ciddi iş olu eylemlerine sahne oldular ve bazı ülkelerde eylemleri merkezileştirme eğilimi artıyor.

2008/2009 krizinden sonra AB patronlarının büyük bir hışımla saldırdıkları PİİGS (Eonomik kriz içindeki ülkeler Portekiz, İrlanda, İtalya, Yunanistan ve İspanya’yı belirtmek için kullanılan kısaltma) ülkelerinde bir süredir yine içten içe mücadele eğilimi gelişiyor. AB patronlarının ve iş irlikçilerinin dayattıkları “Aternatifi olmayan çözümler” bu ülkelerin ekonomik olarak daha fazla batağa saplandıkları, işsizlik ve yoksulluğun katlanarak arttığı ortada. 

“Reformların etkilerini tam göstermesi için daha süre gerekiyor” sözlerine artık emekçiler inanmıyorlar. Fransız emekçiler de bütün bunları, “reformların etkilerini” gördükleri için büyük bir kararlılıkla sermaye ve hükümetinin saldırılarına karşı mücadeleyi sürdürüyorlar.

GENÇLİK SINIF MÜCADELESİ VERİYOR

Fransa’da verilen mücadelenin en önemli yanlarından biri de gençlerin, işçi gençlerin yanı sıra liseli ve üniversiteli gençlerin eylemlere katılmaları, birlikte örgütlemeleri kısacası gelecekleri için kapitalist rekabete boyun eğmek yerine unsuru oldukları işçi sınıfı ile birlikte alanlara çıkmalarında yatıyor.

Ulusal kökeni ve dini eğilimi ne olursa olsun; Fransa gençliğinin bu tutumunun diğer ülkelerin gençliğini olumlu etkileyeceği ve sınıf mücadelesini merkezlerine alan militan gençlik hareketlerinin gelişmesine katkı sunacağı şimdiden söylenebilir.

İŞ YASASI NELER İÇERİYOR?

Fransa’da sermaye ve hükümet, iş yasasını kökten değiştirmek istiyor. Yapılmak istenen değişikliklere göre haftalık çalışma süreleri, mesailerin ödenmesi ve diğer hususlar “işletme” düzeyinde müzakere edilebilecek. Çalışanların çoğunluğunun kabul etmesi durumunda sektörel anlaşmaların şimdiye dek tamamen bağlayıcı olan yasal düzenlemeleri ya da hükümleri geçersiz kılınabilecek. 
İş yasası bugüne kadar işçilerin emekçilerin cüzi oranda (asgari ücret, çeşitli primler, esas olarak eşitlik) haklarını ve haftalık 35 saat çalışma süresi gibi kazanımlarını garanti altına alıyordu. İşçilere çalıştıkları mesai saatleri sayesinde ek ödeme ya da ailesine ayırmak üzere boş zaman olanağı tanıyordu. 
Reformla birlikte bugüne dek asgari anlamda güvencede gibi görünen haklar şimdi tehlikede. Senato komisyonu yasal olarak belirlenmiş haftalık azami çalışma süresini belirlenmesinin iptalini önerdi. Bundan böyle iş güvencesi vb. esnekleştirilecek. Ulusal parlamentoda yapılan bazı tartışmalar sonucu bazı net olmayan maddeler geri çekilirken, mesleğe yeni atılan gençlere maddi yardım sunulması gibi olumlu maddeler eklendi. 
Ancak CGT, FO ve SUD-Solidaires sendikaları yapılan bu önerileri yetersiz buluyor. 


Alman sermayesi fransız işçilere saldırıyor

Alman sermayesinin, AB’yi kendi çıkarları için “dizayn” etme çabaları kapsamında 1 Ocak 1993’te yürürlüğe giren “Maastricht kriterleri” ve 1 Aralık 2009’da “Lizbon Antlaşması” AB üyesi ve AB aday üyesi ülkelerinin işçi ve emekçilerine en büyük saldırıların temeli olarak değerlendiriliyor.

Özellikle 2008/2009 krizinden sonra Alman sermayesi söz konusu anlaşmaları da dayanak haline getirerek AB üyesi ülkeler üzerindeki baskılarını artırdı. Almanya’da 2003 yılında “Ajanda 2010” (değişik saldırıların yanı sıra Hartz I-IV yasaları) başlığı altında yürürlüğe sokulan yeni çalışma yasalarından daha ağırları, krizden en fazla etkilenen Yunanistan, İspanya, Portekiz, İtalya ve İrlanda’ya dayatıldı ve önemli ölçüde yürürlüğe konuldu.

FRANSA’DAKİ YASAYI ALMAN SERMAYESİ DE İSTİYOR

Bugün Fransa’da karar altına alınan yasayı Fransız sermayesi dayattığı gibi Alman sermayesi de bu saldırıların arkasında duruyor. Ocak 2014’de Ajanda 2010’un mimarı olarak bilinen Peter Hartz’ın Cumhurbaşkanı Hollande ile görüştüğü ortaya çıkmıştı ve Hartz’ın Hollande’nin danışmanı olacağı iddiası ortaya atılmıştı. 

Hartz danışman olsun ya da olmasın; AB’nin tek patronu olmak için kolları sıvayan Almanya’nın Fransa üzerinde çok ciddi baskı yaptığı biliniyor. Nitekim Fransa’dan Belçika’ya sıçrayan kıvılcımın bu ülkeyle sınırlı kalmayacağından korkan Alman sermayesi ve basın organları son haftalarda Fransız emekçilere karşı saldırılarını artırdılar. 

ALMANYA’DA KARALAMA KAMPANYASI

Fransız emekçileri, “Tarihe ayak uyduramayanlar” (Tagesspiegel) ve “kundakçılar” (FAZ) tanımlayarak akıllarınca aşağıladıklarını düşünenlerin yanı sıra Enternasyonal Marşı’na atıfta bulunarak sendikaların artık “son kavgalarını” oynadıklarını ileri sürerek, “Oyunlarının son perdesini oynayan ideolojik tiyatro senaristlerine” (Die Welt) vurgu yaparak işçi sınıfının ideolojisinin iflas ettiğini ima ettirmeye kadar varıyorlar.

Alman sermayesi sadece AB’nin patronu olma sevdasıyla Fransa’daki mücadeleye tüm gücüyle saldırmıyor aynı zamanda önümüzdeki süreçte “Ajanda 2020” başlığı altında yeni saldırıların da yolunu hazırlıyor; Bu planların önündeki en büyük engel Fransa ve Belçika’da işçi ve emekçilerin verdiği mücadele.


 

ÖNCEKİ HABER

Haziran: Hüzün ve öfke

SONRAKİ HABER

17 Aralık’tan ABD’ye taşlar nasıl döşendi?

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa