02 Haziran 2016 00:20

Türkiye, 'Gezi'den döndü mü?

Neval Oğan Balkız yazdı: Gezi protestoları bir “hareket” değil “eylem içinde özgürlük” deneyimidir.

Paylaş

Neval Oğan BALKIZ*

Noam Chomsky ‘Düzenin muhafızları, terimin bir anlamıyla demokrasiyi kurmaya çalışırken, diğer bir anlamıyla bloke ettiler’ tespitini yapar. Geçmişte olduğu gibi şimdi de, erki ellerinde tutanların demokrasiyi kendi erklerini meşrulaştırma, halkı hareketsiz ve karar süreçlerinin dışında tutmanın ideolojik bir aracı olarak kullandıklarını ileri sürer.

Bu tespit,AKP iktidarının gündemde tuttuğu başkanlık ve anayasa tartışmalarını doğru değerlendirebilmek için, son derece önemli bir başlangıç noktası oluşturur. Tipik bir ‘biçimsel seçim demokrasisi’ olan Türkiye siyasal sistemi, bugüne kadar geçen süreçte periyodik seçimleri kurumsallaştırmıştır ancak; gerçek anlamda tam katılımcı olmaktan uzak, otoriter bir siyasi ve ekonomik yapıyı korumuştur. Demokratikleşme, seçimlere biçimsel katılım düzeyi ile sınırlıdır.

Böyle bir yapıda geniş halk kitlelerinin seçimlere katılması sağlanarak, daha radikal değişimlerin önü ve bununla birlikte antireformist geleneklerin sürekliliği garanti altına alınmıştır. Yeni demokratik süreçlerin kontrolden çıkıp, solun gereğinden fazla toplumsal güç elde etmesine olanak vermeyen bu yapı, ‘yönetilemezlik’ halinde bir alternatif olarak ordunun hazırda beklemesini de sistemin parçası kabul etmiştir. Daha geniş halk katılımını ve daha fazla sosyal adaletin temelini oluşturan toplumsal reformu gündeminden tamamen uzak tutmuştur.

BİÇİMSEL DEMOKRASİ EKONOMİK EŞİTSİZLİK

Tek başına toplumsal reformsuz bu biçimsel demokrasi de, ekonomik eşitsizliği arttırmış, toplumdaki eşitsiz, adaletsiz erk ve kaynak paylaşımı giderek yoğunlaşmıştır. Bu ‘biçimsel seçim demokrasisi’, sivilleştirilmiş, muhafazakar, milliyetçi İslamcı AKP iktidarının yerleşmesini; neoliberal politikaları eklemleyerek, siyaseti pragmatik, kısa vadeli reformlar ve tavizler ile çıkarların koordinasyonundan ibaret gören anlayışının kurumsallaşmasına yol açmış bulunuyor.
AKP İktidarı bu koşullarda, açık otoriter bir rejimin karşılaşabileceğinden daha az halk direnişiyle karşılaşıyor ve  katıldığı seçimlerde  daima tercih edilir olma konumunu koruyor. Fazla zarara uğramdan acı, hatta daha baskıcı toplumsal ve ekonomik politikalar izliyor, ilerici reformları engelliyor ve kendi anlayışı doğrultusunda oluşturduğu bir statükoyu koruyor. Statüko oluşumu ve sürdürülebilirliğini sağlamak amacıyla da popüler faşizan karakteri giderek artan, daha katı bir tek adam rejimine  dönüşüyor.

GEZİ’NİN ANLAMI

Ekonomi- politik  bir yaklaşımla bu durum; her şeyin bir fiyatının olduğu değişim ilişkisinde,  doğrudan kendini gösteren bir “özgürsüzlüğü”  ifade ediyor.

Gezi protestoları da tam anlamıyla; bu “özgürsüzlüğe” karşı çıkışın, “her şeyin fiyatı olduğu sürece özgürlük yoktur” anlayışının eylem halini oluşturuyor.

Bu eylemler; toplumsal alanda  özgürlük ve demokrasi talebini bir kavram düzeyinden çıkarmış ,  onun olanaklığını tanıyan bir eylemselliğe dönüştürmüş bulunuyor. Gezi eylemleri; sil baştan yeni bir toplumsal düzen kurabilecek, kökten bir yeniden kuruluş niteliği ve amacı taşıyan, büyük ölçüde de böyle bir olanaklılığı da onaylayan eylemler değil. Ancak, kimi oldukça önemli sosyoekonomik, ekolojik ve siyasal dönüşümleri, demokratik kurumlar bağlamında gerçekleştirmeyi amaçlayan bu  eylemlerin öznelliği ve tekliği , iktidar ilişkilerine soyut bir itiraz değil, ciddi şekilde karşı koymanın etkili bir yolunu oluşturmasından, yeni söylemler ve biçimler ortaya koymasından kaynaklanıyor. Bu eylemlerde toplumun değişik ve farklı kesimleri;  yeni mücadele  yöntemlerini keşfetmiş bulunuyor. Artık itaatkar olmaktan çok,  başına buyruk olmanın, merkezi bir otoritenin yönlendirdiği bir muhalefet için değil,  kendiliğinden oluşan beraberliklerin içinde bulunmanın farkını deneyimlemiş durumda. Aynı hareketin parçaları olduklarını kavrayarak ve farklılıklara saygı göstererek bir arada olmanın ve tartışmanın önemini biliyor. Bu nedenle eylemler; geleneksel politikada “Görülebilir olanla görülemez olanı, hayal edilebilir olan ile edilemez olan arasındaki ilişkiyi” ve “Bu ilişkideki değişimleri düzenleyen kurucu unsurları” yeniden düşünmemizi/sorgulamamızı  zorunlu hale getiriyor.   
Siyaset ve siyasal olan anlamında; eski-geleneksel olandan radikal bir  kopuş mu gerçekleşiyor? Yoksa geçmişin sürekliliği ya da bir geri dönüş mü yaşanıyor? Ya da tam tersi, eylemler, mevcut düzenin mantığı içerisinde gerçekleşen olaylar mı? Sorularından öte, geleneksel neoliberal akıl yürütmeleri aşarak;  “politik” olanın gerçekleştiği yeni alanın sınırları nedir? Geleneksel  partilerin yanında, bu alanda  hangi yeni aktörler yer almalıdır? Ana listeler ve aktörler bundan sonra politik olanın hangi yönlerini dikkate almalıdır? Politik karar alma süreçlerine kimler katılmaktadır? Kimler katılmak istemektedir? Sorularına yanıt oluşturacak veriler sunuyor.

TÜRKİYE HÂLÂ GEZİ’DE!

Berger; “Haksızlıklara karşı mücadeleler, hayatta kalabilme öz saygının korunabilmesi  ve insan hakları  için verilen mücadeleler,  asla acil talepleri örgütlenmeleri ya da tarihsel  sonuçları açısından  değerlendirilmemelidir” der ve bunların “hareketler”e indirgenemeyeceğini belirtir. Zira;  bir insan kitlesinin hep birlikte belirli bir amaca yönelmesi anlamına gelen hareket, sonuçta başarılı ya da başarısız olmaya odaklıdır ve süreçteki deneyimleri, kazanımları  göz ardı eder.

Bu anlamda Gezi protestoları bir “hareket” değil; sayısız kişisel tercihi, hesaplaşmaları, ilhamları, fedakarlıkları, yeni istekleri, kederleri ve hareket esnasında oluşan anıları içeren; özgürlüğün tanınması, seçilmesi ve peşine düşülmesi  yolunda bir “eylem içinde  özgürlük” deneyimidir.

O nedenle iktidarın ele geçirilmesine odaklı değildir. Herhangi bir partiye kanalize olmayı amaçlamamaktadır. Çeşitliliğe, mücadelenin çok sesliliğine dayanmaktadır. Her türlü dışlayıcı, ayrımcı  örgütlenme biçimine  karşıdır. Devletin dilini, mantığını ve hepsinden öte, kitlelere dayattığı zaman ve ritimleri reddetmektedir. Bu reddedişin; yeni bir  muhalefet deneyimini, yeni bir toplumsal iletişimi, yeni bir kamusal biçimi, yeni ortaklıkları  ve işlerin yürütülmesinin farklı bir tarzını  kalıcı olarak  yaratması olanaklıdır.

Bunu için herhangi bir model yok. Tek model, deneyimlerin çeşitliliği ve bu eylemliliğin buluşları olacaktır. Türkiye hâlâ Gezi’de!

* Hukukçu/Akademisyen

ÖNCEKİ HABER

Kuluçka makinesi olmayı reddediyoruz

SONRAKİ HABER

Patronlara karşı tek yumruk olmalıyız

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa