16 Mayıs 2016 00:55

Sykes-Picot, yüz yıllık sancı

Sykes-Picot’un yıl dönümünde Arap basınında yayımlanan makaleler, anlaşmanın bugünkü kara tablonun en büyük sorumlusu olduğu yönünde.

Paylaş

Yusuf ERTAŞ / Ali KARATAŞ

Bugün bütün Ortadoğu’nun kan gölüne dönmesine neden olan bitmez tükenmez çatışmaların, iç savaşların ortaya çıkmasında tartışmasız etkisiolan Sykes–Picot anlaşmasının imzalanmasının 100. yılı. Bugünkü Ortadoğu haritası, 16 Mayıs 1916’da imzalanan Sykes-Picot anlaşması ile çizildi. Gözlemciler, 100 yıl önce imzalanan anlaşmanın bugün Arap ülkelerinde yaşanan mezhepsel, dinsel ve etnik çatışmaların ve iç savaşların en büyük nedenlerinden biri olduğu görüşünde birleşiyor.

SYKES–PICOT’UN MİRASI; ÇATIŞMA VE SAVAŞ

100 yıl önce bu ay, I. Dünya Savaşı’nın ortasında, nispeten önemsiz iki İngiliz ve Fransız diplomat arasında Almanya’nın müttefiki Osmanlı İmparatorluğu’nun yenilgisi sonrası topraklarını paylaşmak için gizli bir anlaşma gerçekleştiğine dikkat çeken Rai al Youm yazarı Abdulbari Atwan, “Sykes-Picot’un mirası yüz yıllık anlaşmazlık ve savaş” yorumunu yaptı. Gulfnews Yazarı Nasuh Nazzal da, “Bugün Arap dünyası her zamanki gibi bölünmüş olarak kaldı ve sürekli bir savaşın girdabına sürüklendi” diye yazdı. Dr. Ramzy Baroud, Gulfnews için kaleme aldığı yazısında, “İngiliz ve Fransız iki diplomatın Arapları etki alanlarına bölmesinden 100 yıl sonra, Skyes-Picot anlaşması üzerindeki tartışmalar sürse de Ortadoğu’nun gerçekliğinde baskın olarak duruyor” değerlendirmesinde bulundu.

ABD’NİN “B PLANI”: YENİ SYKES–PICOT

Öte yandan, birçok siyasi gözlemci, ABD Dışişleri Bakanı John Kerry tarafından dile getirilen Suriye’de “B Planı” projesini yeni bir Sykes–Picot anlaşması olarak değerlendiriyor. Abdulbari Atwan, “ABD Dışişleri Bakanı John Kerry geçenlerde Irak’ta zaten fiilen uygulanan, tüm bölgede değilse bile Libya ve Yemen’de olası görülen bir proje olan Suriye’de Kürtler, Şiiler ve Sünniler için mini devletler öngören bir ‘B Planı’ sundu. Bu böl ve yönetin ikinci raundu mu?” diye sordu.

ERDOĞAN, ESKİ OSMANLIYI DİRİLTMEK İSTİYOR

Middle East haber sitesi, Türkiye’de iktidar partisi AKP’nin Sykes–Picot karşıtlığını yeni-Osmanlıcı dış politikasına dayanak yapmaya çalıştığına dikkat çekti. AKP liderlerinin, eleştirmenler tarafından yeni-Osmanlıcılıkla suçladığına vurgu yapan Middle East, “Erdoğan’ın İslami kökenli Adalet ve Kalkınma Partisi, 2002 yılında iktidara geldiğinden beri Bosna’dan Suudi Arabistan’a kadar eski Osmanlı kontrolündeki bölgelerde Türk nüfuzunu arttırmak isteği ile daha iddialı bir dış politika izlemiştir” diye yazdı.

SYKES–PİCOT OLMASAYDI EL NAKBA OLMAZDI!

Hitler’in Avrupa’da Yahudilere karşı gerçekleştirdiği soykırımın, İsrail’in kurulmasında temel bir rol oynadığını savunan Gulfnews Yazarı Nasuh Nazzal, Birzeit Üniversitesi’nde tarih profesörü Nazmi Zoabi’nin, “Sykes-Picot anlaşması olmasaydı Filistin topraklarında İsrail’in oluşturulması mümkün olmayacaktı. Bu anlaşma sömürgeciliğe can verdi” dediğini aktardı. Nazzal, “Birleşmiş Milletler 1948 yılında İsrail Devleti’ni kabul etti. Sonuç olarak 750 bin Filistinli kaçtı veya evlerinden kovuldu. Filistinliler her yıl 15 Mayıs’ta anavatanlarını kaybetmelerinin yasını tutarlar. Bu nedenle Filistinliler o günü el Nakba yani felaket günü olarak adlandırırlar” diye yazdı.

SUUDİ ARABİSTAN’IN YEMEN KUMARI

Yemen’deki krize barışçıl bir çözüm bulmak için Kuveyt’te taraflar arasındaki müzakereler devam etse de şu ana kadar bir çözüme ulaşılmış değil. Rai al Youm yazarı Abdulbari Atwan, Suudi Arabistan’ın “Kararlılık Fırtınası” adıyla bir yıldan fazla bir süredir bombaladığı ve istediği şekilde öldürdüğü ve tahrip ettiği Yemen’deki önceliklerindeki “radikal değişimi” değerlendiriyor. Atwan, Suudi Arabistan’ın Yemen stratejisindeki büyük ve şaşırtan değişiminin ve önceliklerindeki altüst oluşun başarı kazanmasının bazı riskler taşımakta olduğuna dikkat çekerek, “İki düşmana iki kuvvete aynı anda savaş açmak ve ilkini çözmeden ikinci bir cephe açmak belki de çabaları parçalayacak ve önemli kayıplara yol açacaktır” yorumunu yaptı.


SYKES–PICOT ‘TAN 100 YIL SONRA FİLİSTİNLİLERİN HÂLÂ BİR DEVLETİ YOK

Nasuh NAZZAL
Gulfnews

FİLİSTİN’de bir Yahudi vatanı oluşturan 1917 Balfour Deklarasyonu’nun, Ortadoğu’yu Fransa ve İngiltere arasında paylaştıran Sykes–Picot anlaşmasından bir yıl sonra gelmesi rastlantı değil.
Birzeit Üniversitesi’nde tarih profesörü Nazmi Zoabi, “Sykes–Picot dikkatle tasarlanmış bir plan ve Balfour Deklarasyonu’nun başlangıcı”dedi.
1916’da Osmanlı İmparatorluğunun yıkılmasından sonra Filistinliler, dört yüz yıl süren Türk işgalinden kurtuldu, ancak İngiltere tarafından yeniden işgal edildiler. İngiliz işgali 1920’ye kadar sürdü.
1920’de, Milletler Manda Cemiyeti’nin İngiltere’ye devredeceği beklentisi ile Temmuz 1922’de onaylanan ve Eylül 1923 yılında yürürlüğe giren İngiliz Sivil İdaresi kuruldu.
İngiliz işgali altında siyonistler, Filistin’de bir Yahudi yurdu kurulmasının kolaylaştırılması için İngiliz Hükümetine büyük baskı uyguladılar.
2 Kasım 1917’de, İngilizler, siyonist hareketin Filistin’de bir ulusal yurt iddiasını tanıyan Balfour Deklarasyonu aracılığı ile taleplere cevap verdiler.
Filistin’de Yahudiler ulusal vatan kurulmasını destekleyen bir dünya gücünün ilk bildirgesi olan Balfour Deklarasyonu, İngiliz Dışişleri Bakanı (1916-1919) Arthur James Balfour tarafından İngiliz Yahudi cemaati lideri Walter Rothschild’a gönderilen bir mektup.
Yahudiler için ulusal bir vatanın Filistin’de kurulmasını olumlayan Balfour Deklarasyonu Filistin’de ve bütün Ortadoğu’da, siyonizm tarihinde büyük ölçüde ufuk açıcı bir adım olarak kabul edilir.
Bu adım tarihi değiştirdi ve tüm Yahudilerin taşınabileceği İsrail Devleti’nin kuruluşuna yol açtı.
1897’de Dünya Siyonist Örgütü kuruldu. Zoabi’ye göre bu örgüt çok ilgi gördü ve bir Yahudi anayurdunun önemi konusunda İngiltere’yi ikna etmeyi başardı.
İngiltere, daha sonra “Filistin’de Yahudi halkı için bir ulusal vatan” vaadi ile Balfour Deklarasyonu’nu uygulamaya koydu.
Siyonist hareket, 1933 yılında Hitler ile “devir sözleşmesi” olarak adlandırılan bir anlaşma yaptı. Bu anlaşma ile Yahudilere tüm eşyalarından vazgeçmeleri karşılığında Almanya’dan ayrılarak Filistin’e gitmeleri için izin veriliyordu.
1937 ve 1947 yılları arasında Filistin’e göçen Yahudiler, orada konuşlanmış İngiliz kuvvetlerine karşı saldırılar düzenleyen milis gruplar içinde örgütlendiler.
29 Kasım 1947’de BM Genel Kurulu, Filistin’in bir Arap ve bir Yahudi devleti halinde ikiye bölünmesi için çağrıda bulunan bir kararı kabul etti. Arap devletleri kararı kabul etmedi.
Zoabi, Hitler’in Avrupa’da Yahudilere karşı gerçekleştirdiği soykırımın, İsrail’in kurulmasında temel bir rol oynadığını söyledi.
Birleşmiş Milletler 1948 yılında İsrail Devleti’ni kabul etti. Sonuç olarak 750 bin Filistinli kaçtı veya evlerinden kovuldu. Filistinliler her yıl 15 Mayıs’ta kendi anavatanlarını kaybetmelerinin yasını tutarlar. Bu nedenle Filistinliler o günü el Nakba yani felaket günü olarak adlandırırlar.
Zoabi, “Sykes-Picot anlaşması olmasaydı Filistin topraklarında İsrail’in oluşturulması mümkün olmayacaktı. Bu anlaşma sömürgeciliğe can verdi” dedi.
Zoabi, ülkelerinin birçok devlete bölünmesi ile Arapların zayıfladıklarını ve kendi topraklarının doğal zenginliklerini kontrol edemez hale geldiklerini sözlerine ekledi.
Bugün Arap dünyası bölünmüş olarak kaldı ve sürekli bir savaşın girdabına sürüklendi.
İsrail rejimi Filistinlilerin topraklarını, yaşamlarını ve onurlarını talan etmeye devam ederken Filistin sorunu bir kenara atılmış durumda.


SYKES-PICOT, HÂLÂ TÜRK DIŞ POLİTİKASINA YÖN VERİYOR

Middle East

TÜRKİYE’nin liderlerine göre, Sykes-Picot anlaşması, Türkiye’yi bölgedeki doğal etkisinden mahrum bırakan bariyerler oluşturdu.
Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkıntılarında Fransa ve İngiltere arasındaki Ortadoğu’yu bölen Sykes-Picot anlaşması üzerindeki kızgınlık, 100 yıl sora Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın dış politikasında önemli bir faktör olarak duruyor.
Osmanlı yönetimindeki Ortadoğu’da etki alanları yaratan Mayıs 1916 anlaşması, Almanya ve müttefikleri için Birinci Dünya Savaşı’nda yenilgi belirmeye başlarken, İngiliz ve Fransız iki diplomat tarafından imzalandı. Ki bu anlaşma ile Suriye, Lübnan, Irak ve İsrail gibi modern devletlerin sınırları belirlendi.
1923 yılında Türkiye Cumhuriyeti’nin Mustafa Kemal Atatürk tarafından kurulmasından sonra, kendi sınırları içinde güçlü bir ulus oluşturmaya odaklanan devlet, Osmanlı emperyalizminden geri adım attı.
Ancak Erdoğan’ın İslami kökenli Adalet ve Kalkınma Partisi 2002 yılında iktidara geldiğinden beri, Bosna’dan Suudi Arabistan’a kadar eski Osmanlı kontrolündeki bölgelerde Türk nüfuzunu arttırmak isteği ile daha iddialı bir dış politika izlemiştir.
Eleştirmenler tarafından yeni-Osmanlıcılıkla suçlanan Türkiye’nin liderleri, Müslüman ülkeler arasında yapay engeller oluşturan ve Türkiye’yi bölgedeki kendi doğal etkisinden mahrum bırakan Sykes-Picot anlaşması konusundaki küçümseyici tutumlarını gizlemiyorlar.
Başbakan Ahmet Davutoğlu, “Sykes-Picot’ın bölgemizi bölmesi ve şehirlerimizi birbirine yabancılaştırması nedeni ile biz her zaman Sykes-Picot’a karşı çıktık” dedi.


ARABİSTAN’IN YEMEN’DE ÖNCELİĞİ DEĞİŞTİ

Abdulbari ATWAN
Rai al Youm

SUUDİ Arabistan’ın Dışişleri Bakanı Sayın Adil Cubeyr’in açıklamaları, ülkesinin bölgede ve uluslararası alanda sıcak ve soğuk birçok dosyadaki yönelimini anlamak isteyen siyasi analistler tarafından özel bir ilgiyi hak ediyor. Bu kişi aynı zamanda Suudi Arabistan’ı fiilen de yöneten emir Muhammed bin Selman’ın sözcüsü olarak ta görülebilir.
Sayın Cubeyr’in sıkıcı, kasvetli açıklamaları özellikle Suriye söz konusu olduğunda ve Beşar Esad’ın barışçıl olarak veya zorla gideceğini iddia ettiğinde birbirini tekrarlayan karakterde. Fransız Le Figaro gazetesine yaptığı ve Yemen üzerine konuştuğu dün yayınlanan (12.05.2016) röportajı farklıydı. Çünkü ülkesinin, “Kararlılık Fırtınası” adıyla bir yıldan fazla bir süredir bombaladığı ve istediği şekilde öldürdüğü ve tahrip ettiği Yemen’deki önceliklerinde “radikal değişimi” yansıtmaktaydı.

İLK DÜŞMANLAR IŞİD VE EL KAİDE
Sayın Cubeyr Fransız gazetesine; “IŞİD ve el Kaide, Arap yarımadasındaki ilk düşmanlarımızdır. Onlar gerçek teröristlerdir. Ama Husiler, Yemenli komşularımızdır ve biz onlarla Kuveyt’te görüşüyoruz. Görüşmelerimizde bazı konularda ilerlemeler sağlandı diğer bazı konularda ise hâlâ ihtilaflar var” dedi.
Yemen’de el Kaide ve IŞİD’e karşı savaş, Suudi Arabistan’ın önceliklerinin ne tepesinde ne de sonunda yoktu. “Kararlılık Fırtınasının” uçakları; Abyan, Mukalla, Aden üzerinde uçuyor ve el Kaide, Hadramut’un eyaletinin başkenti Mukalla’yı istila edip “İslami Emirlik” kurduğunda bile kesinlikle herhangi bir bombardıman gerçekleşmiyordu.
Yemen Cephesi’nin önceliklerindeki bu değişim, aşağıda birkaç noktada özetlediğimiz kaygılardan kaynaklamaktadır.

1. HERHANGİ BİR BAŞARI YOK
Birincisi; “Kararlılık Fırtınası” operasyonu ikinci yılına girerken istenilenlerden ve şartlardan herhangi birisi gerçekleşebilmiş değil. Özellikle de Husi-Salih ittifakının meşru iktidarın iade etmesi (Hadi ve bakanlarının çoğu Riyad’ta ikamet ediyorlar), Başkent Sana’dan çekilmesi ve ağır silahları meşru iktidara teslim etmesi.

2. ABD BASKISI
İkincisi; ABD’nin, Suudi Arabistan yönetimine zikredilen örgütlerin bulunduğu yerlerin bombalanması için yoğun baskısı. Çünkü “teröre karşı savaş” öncelikliydi. Hatta şuan Amerikan yönetimi, eğer Husi-Salihi ittifakı ile barışçıl bir çözüme ulaşma görüşmelerine katılmaz ve terörle mücadeleye öncelik vermezse, Suudi liderliğiyle askeri alanlardaki işbirliğini, bilgi alış-verişini ve hedefleri belirlemeyi durdurmakla tehdit etti.

3. ABD’DEN TALEBE İCABET
Üçüncüsü; ABD, Birleşik Arap Emirliklerinin Yemen’in güneyine el Kaide ve IŞİD’e karşı  kendi askerlerinin yanında savaşmak üzere asker talebine icabet etti. Savunma bakanlığı (Pentagon) özel kuvvetlerden 200’den fazla askeri Hadramut’a gönderdi.

4. FIRTINA BÜYÜTTÜ
Dördüncüsü; bahsedilen iki örgütün askeri ve silah gücü hükümetin yıkılması ve “Kararlılık Fırtınasının” uçaklarının yanlarında çatışmaya katılması sayesinde büyüdü. Operasyona katılan ülkelerden modern silahların gelişiyle, Hadramut ve Aden’de güçlerini daha etkin hale getirdi.

KAZANMASI ZOR BİR STRATEJİ
Yukarıda sıraladığımız dört faktöre veya toplamına bakarsak, Suudi Arabistan’ın Yemen stratejisindeki büyük ve şaşırtan değişimi ve önceliklerindeki altüst oluşu anlayabiliriz. Lakin bu kumarın başarı kazanması bazı riskler taşımaktadır. İki düşmana iki kuvvete aynı anda savaş açmak ve ilkini çözmeden ikinci bir cephe açmak belki de çabaları parçalayacak ve önemli kayıplara yol açacaktır.

ÖNCEKİ HABER

Gazi'de bir kadın evinin balkonunda vurularak öldürüldü

SONRAKİ HABER

Başbakanlık koltuğunu yıldırım çarpacak gibi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...