11 Mayıs 2016 00:50

Leicester City: Devrim değil peri masalı

Leicester’ın 5 binde 1 ihtimal verilen zaferi ne anlama geliyor? Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak mı? Yoksa güzel bir rüyadan henüz mü uyandık?

Paylaş

SUNU: İngiltere Premier Lig lideri Leicester City, şampiyon oldu. Sezon başında “Kümede kalabilir mi?” sorusuyla muhatap olan Leicester, büyük bir başarıya imza attı. Peki, bu endüstriyel futbola karşı büyük bir devrim miydi yoksa peri masalı mıydı? Leicester’in taktiği, takımı sırtlayanları... Hazırladığımız dosyada bunlara cevap aradık. 

Mithat Fabian SÖZMEN

Leicester City’nin şampiyonluğuyla spor tarihinin en büyük sürprizine tanıklık edişimiz beraberinde “endüstriyel futbol” mekanizmasının sorgulanışını getirdi. Bu sorgulama, sistemin kendisinden ziyade bugüne kadar endüstriyel futbola yönelik yapılan eleştirilerin bir sorgulaması. İddia şu: “Leicester City’nin zaferi aşırı ticarileşmiş futbol dünyasının zengini, güçlüyü koruduğu, onlara avantaj sağladığı, başarıyı tekelleştirdiği söylemini geçersiz kıldı.”

Öyle mi gerçekten? Bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak mı? Yoksa Leicester City gerçekten beş binde 1 ihtimal gerçekleşebilecek bir başarıya mı imza attı? Devrim mi oldu yoksa her şey peri masalı mıydı? Kimseyi üzmek istemem ama yanıt B şıkkı.

Bahis şirketleri hiçbir zaman haybeye oran belirlemez. Leicester City şampiyonluğuna sezon başında verilen 1’e 5 binlik oran da bahis şirketi sahibinin kafasına öyle estiği için değil, eldeki tüm verilerin matematiksel karşılığına göre belirlenmişti. Bu veriler, endüstriyel futbol koşullarının belirlediği veriler. 

Sezon başına dönerek o koşulları yeniden hatırlayalım.

A) PREMİER LİG CANGILI

Koşullar La Liga kadar eşitsiz (televizyon gelirleri meselesi) olmasa da Premier Lig, şampiyonluk konusunda sürprizleri hoş karşılayan bir lig değil. Bu sezona gelene kadar Premier Lig’in 23 yıllık tarihinde 464 takım şampiyonluk için yarıştı. Bunlar içinde yalnızca 5 ayrı kulüp mutlu sona ulaştı. 1’i hariç bu takımlar ligin en zengin takımları arasındaydı. 1995’teki Blackburn Rovers şampiyonluğu ise Leicester City’ninkiyle karşılaştırılabilecek bir sürpriz değil çünkü Blackburn zaten bir önceki sezonu 2. tamamlamış, Alan Shearer öncülüğünde güçlü bir kadroya sahip bir takımdı. Bu anlamda, Ada’da Leicester’a en yakın örnek, ezeli rakipleri Nottingham Forest’ın 1978’de 1. Lig’e çıktığı sezon şampiyonluğu elde etmesiydi. Ancak o dönemin koşulları, paranın henüz bu kadar belirleyici olmaması sebebiyle sürprize daha açıktı, Premier Lig’in tüm dünya futbolunu etkileyen dinamikleri henüz devrede değildi. Bu yüzden tarihin en büyük sürprizine Brian Clough’ın öğrencileri değil Claudio Ranieri’nin öğrencileri imza attı diyoruz.

B) DÜŞÜK PROFİLLİ YAZ SEZONU

İkinci olarak Tilkiler, çok da parlak olmayan bir sezonu son 9 maçın 7’sini kazanarak tamamlayan, oyuncularla arası fevkalade iyi olan Nigel Pearson’ı kovarak yerine Claudio Ranieri’yi getirmişti. Ranieri kariyerli bir teknik direktör olsa da son macerasında Yunanistan’dan Faröer Adaları’na elenerek kovulmuştu. Üstelik bugüne kadar çalıştırdığı takımlara sihirli değnek etkisi yaptığı, akıl almaz başarılar kazandığı, sürprizlere imza attığı görülmemişti. Eldeki verilere göre kimsenin Ranieri tercihinden dolayı ekstra heyecan duymasını gerektirecek bir durum yoktu.

Yaptıkları nispeten mütevazı transferler (N’Golo Kante) yeterince tanınmıyor, var olan yerli veteranlar (Vardy dahil) ligin geri kalan alt-orta sınıf takımlarındaki meslektaşlarından üst düzey görülmüyor, geçtiğimiz sezon 4 gol atan 24 yaşındaki Riyad Mahrez ile 5 gol atan 28 yaşındaki Jamie Vardy’nin, 25 ve 29. yaşlarında performanslarını beşe katlayacağını kimse tahmin etmiyordu.

C) LİG ‘UZUN MARATON’

Evet, klişe ama gerçek. Ligin uzun soluklu yapısı, şampiyonluğu gerçekten en iyi olanın kazanması ihtimalini artırır. Bu yüzden Federasyon Kupası’nda gördüğümüz türden sürprizlere ligde rastlamayız. Üstelik bizdekinin aksine gerçek zengin-büyük kulüpler, bilimsel yöntemleri en iyi uygulayan takımlardır. Bu da “bilinmeyenler”in sayısını azaltır, bilinmeyenlerin sayısının azalması “tahmin edilemeyenler”in yaşanması ihtimalini aşağı çeker. Ancak sıfırlayamaz. N’Golo Kante, Riyad Mahrez, Jamie Vardy’nin bu radardan kaçabilmiş olması bunun kanıtı.

Her neyse…

Bu koşullarda bahis dünyası “Bu sezon 5 bin kere oynansa Leicester City bir kez kazanabilir” diyordu. 5 binde 1’e mi denk geldik sahiden? Aynen öyle. Elbette bunu mümkün kılan, bazıları Leicester City’nin iradesi dışında çok sayıda şey yaşandı sezon boyunca. İşin bu kısmına, bu sayfalardaki diğer Leicester City yazılarında ele alındığı/alınacağı için girmiyorum.

Şimdiii gelelim, endüstriyel futbolun bu anomaliye nasıl yanıt vereceğine. 

SİSTEM NASIL NORMALE DÖNECEK?

İşte burada devreye yeniden sistemin kaçınılmaz olarak zengine avantaj sağlayan karakteristiği giriyor. 

Bir örnek… 

Yüksek bütçeli takımlar, bilimsel yöntemleri en iyi kullanma olanağına sahip takımlardır ve bu sayede dünya çapında yetenekleri -ister 17’sinde olsun, ister Kante gibi 25’inde- gözlem altında tutma, onlardan en azından haberdar olma şansına, Leicester gibi düşük bütçeli takımlara göre çok daha fazla oranda sahiptirler. Zengin kulüpler, yaptıkları hataları da daha kolay düzeltme ya da eksiklerini daha hızlı giderme şansına sahiptir. Örneğin Leicester’da Asistan Menajer Steve Walsh öncülüğündeki oyuncu izleme ekibinin transfer başarısı, diğer kulüpleri çabucak “Nerede hata yaptık” sorusunun bilimsel yanıtını bulmaya sevk etti. Hatanın düzeltilmesi elbette paraya bakıyor. Arsenal, Mahrez ve Kante transferlerinde rol oynayan Ben Wrigglesworth’u transfer etti bile.

Financial Times’ın Ekonomi Yazarı Gavyn Davies bu durumu,”Endüstride küçük bir şirketin teknolojik atılım yapması” metaforuyla açıklamıştı. Buna göre küçük ama akıllı şirketin atılımı sonrası sektördeki büyükler, bu teknolojiyi edinir ve sonrasında kaynaklar yeniden harcama gücüne göre dağıtılır. Böylece anomali giderilir, düzen normale döner. Sistem, harcama gücüne dayandığı için harcama gücü fazla olan taraf her zaman için kazanmak için en elverişli koşulları yaratma imkanı olan takımdır. NBA gibi draft sistemi ve her takıma eşit maaş bütçesi olan (Ki bu da gelir vergisi ödeyerek bir noktaya kadar aşılabiliyor) bir sistem olsaydı, daha farklı yorumlar yapılabilirdi. Ama saf piyasa rekabetine dayanan bir ortamda bir futbol kulübü 5 binde 1 ihtimal verilen bir başarıya imza atsa dahi bu “Endüstriyel futbolun çöküşü” olmaz. Olsa olsa daha düşük bütçeli takımların her şeyi doğru yaptıklarında ve şans (Örneğin Chelsea, Manchester City, Manchester United’ın aynı anda bu kadar kötü bir sezon geçirmesi) da yardım ettiğinde La Liga’da, Premier Lig’de bile şampiyon olma ihtimalinin var olduğunu kanıtlar. Bunu mümkün kılanın yine futbolun dinamikleri ve insani beceriler* olması futbolu neden bu kadar sevdiğimizin açıklamalarından biri.

* Bu noktada Simeone’yi Atletico Madrid’le, Ranieri’yi Leicester’la şampiyonluğa taşıyan direkt futbola dayalı 4-4-2’ye ayrı bir parantez açmak lazım. Başka bir yazının konusu da bu olsun. Çünkü bu sistem olanakları daha kısıtlı olan takımlar için başarının formülü haline geldi.

Yarın: Bize bir masal anlat Ranieri içinde Leicester olsun

ÖNCEKİ HABER

İşsiz genç, pompalı tüfekle intihar etti

SONRAKİ HABER

‘Kaş’a havalimanı Kaş’ı yok eder’

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...