05 Mayıs 2016 00:38

Kürt sineması da yıkımdan payını alıyor

Kürt sinemacılara sorduk: Kürt sinemasının Türkiye’deki durumuna dair gözlemleri neler? Sansüre karşı çözüm önerileri neler?

Paylaş

Hazırlayan: Sevda AYDIN

SUNU
Türkiye’de düzenlenen festivaller ve sinema günleri sansürle anılır hale geldi. Sansür makasını yakından tanıyanların başında kuşkusuz Kürt sinemacılar geliyor. Ancak 21. yüzyılda kendi kimlikleri ve dilleriyle sinema yapmaya başlayan Kürt sinemacılar, içinde bulunduğumuz siyasi atmosferden nasibini alıyor; festival kapıları sessiz sakin kapanmaya başladı, vizyon yüzü görmek zaten her sinemacının tadabildiği bir şey olmaktan çıkmış durumda, devlet desteği alan yönetmen listelerinde tek bir Kürt sinemacı yok. Kazım Öz, Yüksel Yavuz, Çayan Demirel, Zeynel Doğan, Kazım Gündoğan... Bu isimler son yıllarda yaşanagelen sansür haberlerinin öznesi oldular günlerce.
Hal böyleyken Kürt sinemacılara sorduk: Kürt sinemasının Türkiye’deki durumuna dair gözlemleri neler? Sansüre karşı çözüm önerileri neler? Film üretme süreçlerinin bundan sonraki serüvenini nasıl devam ettirmeyi planlıyorlar? Dosyamızın ilk gününde sorularımızı Babamın Sesi filminin yönetmeni Zeynel Doğan yanıtladı.


Roboskî katliamını anlatan Hatırlıyorum (Bîra Mı’têtın) belgeselinin sansürlenmesiyle hem kayıt tescil belgesi dayatması yeniden gündeme geldi, hem de sansürlenen bu filmin de Kürt bir sinemacının olması dikkatlerden kaçmadı. Bu gelişmeyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu süreç, hem Kürt sinemacılar için hem de Türkiye sansür tarihi için yeni bir gelişme değil. Kazım Öz’ün “Ax” isimli kısa filminden tutun da “Büyük Adam Küçük Aşk” filmine kadar birçok film Türkiye’deki sansürden nasibini aldı. Yüksel Yavuz’un “Yakın Plan Kurdistan” belgeselinin başına gelenler de pek gündemleşmedi ama bu tarz politik filmler hep sansürle karşılaştı. İf istanbul kapsamında gösterilen belgeselin adı “Yakın Plan Kürtler” olarak programa girdi. Kürdistan diyemedikleri bir dönemden geçtik, geçiyoruz. Ve daha sonra eser işletme belgesi için başvuru yapıldığında ret aldı ve vizyona giremedi “Yakın Plan Kürdistan”. Herkesin bildiği gibi son iki üç yıl içinde; Antalya Film Festivalinde Reyan Tuvi’nin yönettiği “Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek” filminin başına getirilenler,  İstanbul Film Festivaliyle başlayan Çayan Demirel’lerin yönetmenliğini yaptığı “Bakur” filmi festivaller süreci bir bütün aynı politikanın sonuçları. Yeni Türkiye diye bahsedilen şey bu olsa gerek. Yeni Türkiye’den Kürtlerin ve direnenlerin payına düşen katliam ve yıkım olunca yaptıkları filmler de aynı şekilde nasibini alıyor. Dolayısıyla sinemacılar, filmlerin sinema dilini tartışmaktan ziyade; memleketin demokrasi sorunlarıyla ilgili tartışmaların içinde buluyor kendini.

Tek başına festivallerle ilgili bir durum değil tabii bu, bakanlık bu belgeyi zorunlu kılıyor ve festivaller bu belge olmadan gösteremiyor. Dolayısıyla sansür ‘hukuki işlem’ adı altında kurumsallaşıyor. Ne düşünüyorsunuz bu konuda?
Festivaller açısından şart koşulan kayıt tescil belgesi belli bir standardı oluşturmaya dönük bir uygulama. Sanırım devlet olmanın gerekliliği olarak başvurulan bir yöntemdir bu. Devlet yapısı da tarihi boyunca insanları ve toplumları tüketen bir mekanizma olarak var olduysa; hukuk, devletleri ayakta tutan bir düzenek olarak üzerine düşeni yapıyor. Türkiye Devleti’nin sınıfta kaldığı meselelerden biri Kürtler. Dolayısıyla Kürtler’in politik filmleri de bu standartlara uymuyor ve hukuki süreç içersinde bir takım engellemeler oluşturuluyor. Bu noktada alışageldik sansür durumu uygulanıyor fakat biz sinemacıların Türkiye’deki festivallerde karşılaştığı ekstra durum ve normal olmayan ise, bu sansürün demokrat olduğunu düşündüğümüz festival organizatörleri ya da festival danışmanları eliyle yapılıyor olması.  Hep beraber eleştirdiğimiz bu sistemin uygulayıcısı olmaları. Anti demokratik devlet ve hükümet Türkiye’de film festivalleri konusunda çirkin bir yöntem uyguluyor ve demokrat ve özgürlükçü olduklarını düşünen festival organizatörleri de buna eşlik ediyor. Arada kaldılar, çok da zorlandılar. Eğer festivallerde bu hukuki düzene uyulmazsa hükümetin vereceği fonlar kesilecek kaygısı. Kendilerince başka sebepleri de vardır ama sonuç bu.
Muhafazakar kafanın başarılı olamadığı alanlardan biri de sinema, yoksa anında bütün festivallerin kaynağı kesilir, Uluslararası Konya Film Festivali yapılırdı. Antalya’da, Adana’da, İstanbul’da, Ankara’da AKP’nin tam olarak kafasına yatmıyor ama bu alanda alternatifi üretecek kadroları yok. Yolu yöntemi buldular; parayı veriyorlar, bizim demokrat, sansüre karşı, özgürlükçü organizatörlerimiz eliyle sansür uyguluyorlar. Bir taşla iki kuş. Hem festival ekipleri yıpranıyor hem de filmler engelleniyor.
 
Kürtçeyi çok uzun süre sinemada göremedik. Sonraları ise festivallerde isimlerinden dolayı, filmin içeriğinden dolayı vs. sansür makasına en yakın yerdeler hep. Bunu aşabilecek bir çözüme kavuşabilecek misiniz?
Bu sinema alanındaki Kürtlerin ve Kürtçe’nin tek başına baş edebileceği bir durum değil. Kürtlerin özgürlük mücadelesiyle direk bağlantılı bir durum. Türkiye’deki demokrasi mücadelesiyle bağlantılı bir durum. Ya Kürtler Türkiye’deki festivalleri beklemeden dünya festivallerinde başaracak bu işi. Yani güçlü film yapacak Türkiye’deki festivallerin ona uyguladığı sansürün bir anlamı kalmayacak ya da Türkiye’de Kürtlerin statüye kavuşması için mücadele edecek. Yani yaptığı her filmin demokrasi mücadelesindeki yerini düşünecek.

DEVLETİN ZULMÜ KARŞISINDA KÜRT SİNEMASI DEVEDE KULAK

Türkiye’de Kürt sinemasına yönelik önemli bir önyargı politik olarak üretiliyor. Bunları aşmada Kürt filmleri nasıl bir fayda sağlıyor, sağlayabiliyor mu?
Türkiye’de en önemli sorunlardan biri Türkiye’nin batısındaki insanların Kürdistan ile ilgili gelişmelerden sadece televizyon aracılığıyla haberdar olmaları. Dolayısıyla devletin yalanlarına aracılık eden bu televizyonlara tereddütsüz inanan bir toplum oluştu. Bu algıyla mücadele etmenin yolu yine görsel çalışmalardan geçiyor. Belki de bu yüzden Kürtler sinemaya bu kadar ilgi duyuyor. Alternatif iletişim kanalları oluşturmaya çalışıyoruz. Yaptığımız filmler bu yolda bir mücadele aracına dönüşüyor. Devletin zulmünün karşısında Kürt sinemasındaki üretimler devede kulak. Biz daha yeni yeni Amed zindanını hazmederken nasıl bir film yapılacağına dair çalışırken, doksanlara dair içimizden atmamız gereken onca zehir varken, daha ağırını içinde bulunduğumuz günlerde Cizre de, Sur’da, Nusaybin’de, Yüksekova’da yaşıyoruz. Ama yapılan nitelikli üretimlerin de kendimizi anlatmada güçlü bir rol oynadığını belirtmek gerekiyor. Örneğin ilkokula başlarken anadilde eğitim alamayan Kürt çocuklarının yaşadıklarını kelimelerle ya da yazıyla anlatamadık belki ama; İki Dil Bir Bavul filmi birçok insanın daha rahat empati kurmasını sağlayabildi. Çayan Demirel’in 5 Nolu belgeseli Amed zindanının birazcık olsun anlaşılmasına katkı sağladı.

Yolu yöntemi buldular; parayı veriyorlar, bizim demokrat, sansüre karşı, özgürlükçü organizatörlerimiz eliyle sansür uyguluyorlar.
Bir taşla iki kuş. Hem festival ekipleri yıpranıyor hem de filmler engelleniyor.

ÇÖZÜMÜ NEDEN ÖRGÜTLEYEMİYORUZ?

Sineme Genel Müdürlüğü’nün birkaç hafta önce açıkladığı kararda bir tek Kürt sinemacının hikâyesine destek vermediğini gördük. Kürt yönetmenleri  ve Kürt sineması için önemli bir sorun da bu...
Ben Kültür Bakanlığı’nın destek verip vermemesini çok önemsemiyorum. AKP’nin Kültür Bakanlığı’nın desteğiyle gelişecek Kürt sinemasının nereye varacağıyla ilgili de kaygılarım var. Biz Kürtler’in kopuş konusunda gösteremediği cesareti hükümet bize karşı gösteriyor. Siyasette de bu böyle, akademik alanda da böyle, sporda da böyle, basın yayında da... Silah kullanmayan Kürtlerin de durumu ortada. Topyekun kendinden olmayanı düşman belleme sürecini yaşıyoruz. “Ben sana destek vermiyorum, git ne halin varsa gör” düşüncesi Kürt sinemasının gelişim süreci için hayırlı olabilir belki de. Yeni arayışları beraberinde getirecektir. Sinema sadece AKP’nin Kültür Bakanlığı’nın desteğiyle gelişseydi, herhalde memleketin iyi sinemacıları hükümetin etrafındakilerden olurdu. Asıl konuşulması gereken; Türkiye’deki demokrasi güçlerinin film yapımlarını destekleme politikaları neden oluşmuyor? Kürtlerin film üretim süreçleri kendi iç dinamikleriyle neden yürümüyor? Bunu neden örgütleyemiyoruz?

Sansüre karşı Kürt sinemacılar olarak birlikte bir çözüm arayışınız var mı?
Yok. Sadece anti demokratik bir uygulamayla karşılaşınca, liste görürsek ismimizi yazıp imza atıyoruz. Sonra listede ismimizin yerine bakıyoruz; altta mı üstte mi diye. Yani imza listelerinde ismimizin yeriyle ilgili bir arayışımız var sadece.

ALTERNATİF KANALLAR OLUŞTURULMALI

Türkiye’deki siyasi atmosfer gösteriyor ki festival kapıları da kapanıyor Kürt sinemasına yavaş yavaş. Vizyon zaten malum… Nasıl buluşabilecek filmler seyirciyle?
Alternatif fonlar ya da üretim olanakları oluşmadan bu süreç geliştirilemez. Kürtler sinema yapmak istiyor. Anlatmak istedikleri çok şey var ve bunu film yaparak gerçekleştirmek istiyorlar. Film yapım süreci için ve dağıtım sürecini için kendi ağlarını oluşturmasının zamanı gelmiştir. Bu sadece Kürt sineması için değil politik film yapan herkes için geçerli bir hal almaya başladı. Kürdistan’da Ortadoğu Sinema Akademisi Derneği üzerinden bir hareketlilik var ve umut verici. Aynı şekilde İşçi Filmleri Festivali, Documentarist Film Günleri gibi örgütlenmeler politik filmlerin izleyiciye ulaşması için kanallar oluşturuyor. Festivaller ve festival ekipleri bu durumunu daha fazla sürdürürlerse hızla zayıflayacaklar ve festivallerin içi iyice boşalacak.   

KÜRTLERİN BAŞARISINA KILIF BULUNUYOR

Kürtler ancak 21. yüzyılda kendi kimlikleri ve dilleriyle sinema yapmaya başladılar ve kısa bir zaman içinde başarılar elde ettiler; Bahman Ghobadi, Hiner Salem’in kazandığı ödüller, Cannes Berlinale gibi önemli festivallere katılımlar oldu, ödüller aldılar. Uluslararası alandaki bu gelişmeler Türkiye’deki görünümü değiştirebilir mi?
Normal koşullarda etkilemesi gerekir. Az önce de Kürt sinemasının dünya festivallerinde başarılar elde etmesinin Türkiye’deki festivallerin demokratikleşmesine katkı sağlayacağını belirttim. Ama “Türkiye’nin Türk’ten başka dostu yoktur” politikasının gereği olarak uluslararası alanda Kürtlerin aldıkları başarılara da kılıflar uyduruluyor. Yılmaz Güney sineması için bile bunu söyleyenler oldu. “Türkiye’yi bölmek için Yılmaz Güney’e Cannes’da ödül verdiler” diyen bir ülkede değişim biraz zaman alacak gibi görünüyor. Kendini dışarıya da kapatan bir kafa karşımıza dikiliyor zaman zaman. Dışarıdan gelecek dalga da tek başına yeterli olmayacak gibi. Ama yine de Kürt filmlerinin uluslararası festivallerde ödüller alması önemli.

Devletin zulmü karşısında Kürt sinemasındaki üretimler devede kulak. Biz daha yeni yeni Amed zindanını hazmederken, 90’lara dair içimizden atmamız gereken onca zehir varken, daha ağırını içinde bulunduğumuz günlerde, Cizre de, Sur’da, Nusaybin’de, Yüksekova’da yaşıyoruz.

FOTOĞRAFIN, MÜZİĞİN, SİNEMANIN HÜKMÜNÜN KALMADIĞI GÜNLERDEYİZ

CİZRE’de, Sur’da yaşanan vahşet herkesçe biliniyor. Yasaklar, çatışmalar devam ediyor. Bölgenin bugünü Kürt sinemasına nasıl yansıyacak sizce?
Sinema tarihi içinde savaş sonrası film üretimlerinin bu koşullardan direk etkilendiği görülüyor. Anlatılan öyküler yüzünü savaşa dönüyor, film gösterim ve dağıtım koşulları etkileniyor ve izleyicinin beklentileri de o yöne eviriliyor doğal olarak.  
Amed’de yaşıyorum ve Cizre’deki direnişten sonra bir hafta kadar orada kaldım ve insanları dinledim. Çok zorlandığımı söyleyebilirim. Büyük bir vahşet yanı başında yaşanıyor ve sen ordasın ve tanıksın bütün bu yaşananlara. Bırakalım film yapmayı düşünmek, nefes almakta zorlandım. Bütün bilgim ve yeteneklerimle çaresiz kaldım.
Sinemada hep incelikli bir dil arayışım oldu. Yani direk bir anlatımdan ziyade soru işaretleri bırakan bir sinema olsun istedim. Barış dilinin ön planda olduğu bir sinemanın peşinde oldum. Fakat insanların diri diri yakıldığı o bodrumları görüp, yakınları öldürülen insanları dinleyip, panzerin üzerinden geçtiği gencin bulunduğu sokaklarda yürüyüp barış mesajları vermek çok kolay olmuyor. Devletin savaş güçlerinin Cizre’de, Sur’da yaptıklarını gördükten sonra kuru kuru barış filmleri yapıyorum demek büyük bir kandırmaca olacak benim için. Ricanın, yazının, fotoğrafın, müziğin, sinemanın pek de bir hükmünün kalmadığı günlerden geçiyoruz. Bu sıcak süreçte Sur’la, Cizre’yle ilgili bir film çıkacağını düşünmüyorum. Aklı selim sinemacının biraz zamana ihtiyacı var gibi geliyor bana. Sinemada konu ararken popüler olanın peşinde olan biri değilim, belki de o yüzden böyle düşünüyorum. Ama bütün bu yaşananlar Kürtlerin duruşunu sertleştirdiği ve keskinleştirdiği gibi sinemasının diline de etki edecek gibi geliyor bana.

ÖNCEKİ HABER

Ahmet Davutoğlu bugün basın toplantısı yapacak

SONRAKİ HABER

TGC, Meslek İlkelerini İzleme Komisyonu'nu belirledi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...