30 Nisan 2016 00:36

Avrupa’da emek düşmanı politikalara karşı direniş

Avrupa’da halklar 1 Mayıs’ı hem hak ve özgürlüklere yönelik büyük saldırılarla hem de saldırılara karşı başlattıkları grev ve eylemlerle karşılıyor.

Paylaş

İşçi sınıfının Uluslararası Birlik ve Mücadele Günü olan 1 Mayıs’ı halklar hem hak ve özgürlüklere yönelik büyük saldırılarla hem de bu saldırılara karşı başlattıkları grev ve eylemlerle karşılıyor. Avrupa’da ABD ile AB arasında imzalanması planlanan Transatlantik Serbest Ticaret ve Yatırım Anlaşması’na (TTIP) karşı geniş bir mücadele yürütülüyor. Geçtiğimiz hafta Almanya’nın Hannover kentinde, sendikalar, küreselleşme karşıtı parti ve kurumlar, Transatlantik Anlaşması’na karşı on binler yürüdü. Fransa’da ise Transatlantik anlaşmasının iptal edileceği yönünde iddialar tartışılıyor. Öte yandan, Fransa’da hükümetin iş kanununda yapmak istediği değişiklik, ülkede grev ve gösterilerle protesto edilmeye devam ediyor. İngiltere’de ise doktorların direnişi sürüyor.
Transatlantik tartışmaları Fransa’da uzun zaman gündem dışı kalmasına rağmen, son 2-3 haftadır yoğun gündemlerden birisi. Bunda hükümetin yaptığı açıklamalar büyük bir rol oynadı. Siyasi olarak zor koşullardan geçen, anayasal değişikliği yürürlüğe sokamayan ve güçlü bir emek hareketiyle yüz yüze olan François Hollande birden Transatlantik tartışmalarını “sert” eleştirmeye başladı. Huffingtost’dan çevirdiğimiz makale François Hollande ve hükümetinin bu ABD ile AB arasında serbest ticaret anlaşmasını veto edeceği yönlü.

BRİTANYA’DA DOKTORLAR GREVDE

Panama Belgeleri Britanya muhafazakar hükümetinin ve sistemin çürüklüğünü ifşa etti ama gündemden maalesef çabuk düştü ve hükümete yeterince baskı uygulanmadı. Panama Belgelerine karışan hükümet yetkilileri ulusal sağlık sisteminin çıkarını koruduğuna ve ülkenin doktorları ve insanların güvenliğine öncelik verdiğine inanmak biraz saflık olur. Bu hafta Britanya’da doktorlar hükümetin tüm saldırılarına karşı boyun eğmediler ve greve çıktılar. Hükümet  yetkileri, halkın doktorlara yönelik desteğini kırmak için yalan yanlış suçlamalar getiriyor ama doktorlar direnmeye devam ediyor.
TBMM Başkanı İsmail Kahraman’ın laiklik ilkesinin yeni anayasada yer almaması gerektiği çıkışı Alman gazetelerinde de geniş yer buldu. Gazeteler bu konuyu ele aldıkları yorumlarında Türkiye’nin Avrupa Birliği üyelik sürecini sorguladılar.


FRANSA TTIP’E HAYIR DEMEYE Mİ HAZIRLANIYOR?

Geoffroy CLAVEL
Huffington Post

TARTIŞMA o kadar hassaslaştı ki François Hollande bu konunun buluşmanın gündemi olmasını reddetti. Dolayısıyla ABD ile AB arasında tartışmalı Transatlantik serbest dolaşım sözleşmesi (TTIP), 25 Nisan Pazartesi toplanan Barack Obama, Angela Merkel, David Cameron ve Matteo Renzi’nin yaptığı küçük zirvenin resmi gündeminde olmayacaktı. Fransa’nın bu vetosu Hollande’un gümrük vergilerini düşürmeyi öngören bu projeye karşı sert demeçler verdiği koşulların ardından gündeme geldi. Bir televizyon programında Devlet başkanı “Fransa koşullarını belirledi. Eğer iki taraf için karşılılık yoksa, saydamlık olmazsa, eğer tarım açısından bir tehlike varsa, eğer kamu pazarına bizim de ulaşma şansımız yoksa, diğer taraftan ABD burada yapabildiğimiz her şeye ulaşabiliyorsa, ben bunu kabul etmem”. Bu söylemi birçok siyasi yorumcu Fransa’nın temelli reddi olarak yorumladı.
Fransa’nın çekimserliğinin tersine, Berlin ve Washington 1990’larda başlayan bu sözleşme tartışmalarını hızlandırma ve yıl sonundan önce bitirmek istiyor. Alman veya Amerikan kamuoyunun açıkça mesafeli durmasına karşın TTIP’nin taraftarlarının argümanları biliniyor: Gümrük vergilerini düşürme Atlantik’in iki kıyısında da bir kalkınma sürecinin başlamasına neden olur ve bu ABD’ye olduğu kadar da AB’ye de Çin ve kalkınmakta olan diğer ülkelere karşı rekabette silahlanmalarını sağlar. Yalnız bu argümanların Fransa’daki etkisi giderek azalıyor. […]. Bugüne kadar TTIP’ye karşı çıkışlar siyasi arenanın iki ucunda, çevreci ve sosyalist partisi içerisindeki muhalif kanat içinde sadece ifade ediliyordu. Artık düne kadar TTIP’yi savunanlar içerisinde de itirazlar artmaya başladı. Nicolas Sarkozy bile müzakerelerin sadece AB Komisyonun elinde olmaması yönlü açıklama yaptı.
Sürecin karanlık içinde yürütülmesi ve özel mahkemelerin hayata geçirilmesine karşı eleştirilere bir de ABD’nin Avrupalı şirketlere kendi pazarını açmadığı yönlü eleştiriler eklendi. François Hollande’ın dillendirdiği bu karışıklık artık Sosyalist Partisi milletvekilleri tarafından tekrarlanıp duruluyor.  Nisan başında aralarında François Hollande’a çok yakın olanlarının da olduğu 61 milletvekili Le Monde gazetesi için kaleme aldıkları bir makalede son sözün Mecliste biteceğini hatırlatıyor ve oylama esnasında hiçte tereddüt etmeyeceklerini belirtiyorlardı. […] François Hollande bu serbest ticareti artık desteklemiyor, şimdi sorun buna nasıl karşı çıkacağı meselesidir: Meclis koridorlarında süre içerisinde mi karşı çıkacak, yoksa baştan ilkesel olarak veto kullanarak tüm tartışmaları durduracak mı? Hükümet içerisinde, Dış ticaret bakanı ve TTIP müzakerelerini izlemekle görevli Matthias Fekl daha çok veto kullanma taraftarı. […]
Bu tercih ekonomik değil siyasidir. Herkesten önce hayır diyerek François Hollande’un üç kazanımı olur: 1) AB ve Küreselleşmeden giderek uzaklaşan Fransızlar içinde tekrar yetkisini tazeleyecektir, 2) Marine Le Pen ve Jean-Luc Melenchon’un eleştirilerini onlara karşı kullanabilecek, 3) 2017 seçimlerinden önce geniş bir sol kesiminden destek almayı tekrar umabilecektir. Dış Ticaret Bakanı Matthias Felk’in yakın dostu siyasi bilimci Gael Brustier’ye göre “Reddetme siyasi bir eylemdir, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde (François Hollande’ın) şansını artıracaktır, en azından kaybetmesine kesin bakan kamuoyu yoklamalarının tersine tekrar yarışmaya girebilmesini sağlayacaktır”.
Yalnız “bu siyasi eylemin” bir de faturası olacaktır. TTIP’nin devrilmesinde bir sorunluluk üstlenerek Fransa bir diplomatik krize neden olacaktır ve müttefiki Almanya ile aralarında bir soğukluğun yaşanmasını sağlayacaktır. Bakan Fekl’in çevresi “Bunun bir Avrupa krizine neden olacağını” kabul ederken “aşılamaz olmayacağını” ifade ediyorlar. Üstelik Alman hükümet koalisyonu içerisinde de bölüşmelerin olduğunu da her seferinde hatırlatmak geri durmuyorlar. Ama çözülmeyen bir sorun var: François Hollande her seferki gibi bir defa daha orta yolculuk yapmaz mı?

Çeviren: Deniz Uztopal


İNGİLTERE’DE DOKTORLAR DİZ ÇÖKMEYİ REDDETİ

The Morning Star
Başyazı

İNGİLTERE’de pratisyen hekimler, Sağlık Bakanı Jeremy Hunt’ın Ulusal Sağlık Hizmetini imha etmesini engellemek amaçlı grev yaparken, Jeremy Hunt pratisyen hekimlerin hastaların hayatlarını tehlikeye attığını iddia edecek kadar cüretkar.
Hunt, grev sürecinde, pratisyen hekimlerden, acil bakımdan geri çekilmemelerini istedi ve “Bu durumdan özellikle acil servisler, doğum ve yoğun bakım birimlerini etkileyeceğini” söyledi.  Aslında bu alanlarda hastane servislerindeki sıkıntıları pratisyen hekimlerden daha iyi bilen kimse yok.
Topyekün grev kararı almalarına rağmen, pratisyen hekimlerin temsilcileri, kıdemli sağlık çalışanları ve hekimler ile görüştü ve grev sürecinde bu alanlarda güvenli bir servis verilebilmesi için anlaşma yaptı.
Sağlık Bakanının, Britanya Tabipleri Birliği ile müzakerelere son verme kararı ve istediği sözleşmeyi pratisyen hekimlere zorla uygulamak istemesi açık bir provokasyondur. Bu davranış, pratisyen hekimleri ve sendikacılar uzun yıllardır yakından tanıdıkları bir duruma  soktu: Boyun eğmek ya da direnmek.
Pratisyen hekimlerin hükümetin zorbalığına diz çökmeyi reddetmesi övgüyü hak eden bir tutum. Pratisyen hekimler biliyor ki Hunt’ın uygulamak istediği bölücü ve ayrımcı sözleşme ulusal sağlık hizmetinde moral çöküntüsüne yol açacak, hekimleri mesleklerinden soğutacak ve ulusal sağlık hizmetinin varlığına büyük bir tehdit oluşturacak. Bakan, halkın hekimleri güçlü bir şekilde desteklediğini ve pratisyen hekimlerin tutumu meslektaşları ve hastaları tarafından savunulduğunu hükümet biliyor olmalı.
Bu yüzden hükümet, eski muhafazakar Başbakan Margaret Thatcher’ın kullandığı çamur atma taktiklerini kullanarak, Britanya Tabipleri Birliğini hastaların hayatlarını hiçe saymakla suçluyor ve hükümeti devirmek istediklerini iddia ediyor. Britanya Tabipleri Birliğinin pratisyen hekim liderlerinin, meslektaşlarını “radikalleştirdikleri” gerekçesiyle suçlayan Muhafazakar parti, artık dibe vurmuş durumda.
Hükümetin yaptığı bunun gibi saçma yorumlar, hekimleri kızdıran ve pratisyen hekimleri ulusal sağlık hizmetinin başındakileri sorgulamaya iten nedenin muhafazakar hükümetin kendi inatçılığı olduğunu anlamadıklarını gösteriyor.
Açık olalım, milyoner kabine bakanlarının desteklediği sağlık bakanının davranışları, hükümetin topyekün istifasını gerektirir, fakat bu Britanya Tabipleri Birliğinin amacı değil.
Pratisyen hekimlerin tek istediği, Jeremy Hunt’in agresif tavrından vazgeçip müzakere ederek bir çözüm bulmayı kabul etmesi. Hunt konuşmayı kabul etse, Britanya Tabipleri Birliği grevi bırakıp müzakere masasına dönecek. Pratisyen hekimler esneklik göstererek, Hunt’ın sözleşmesini kısa bir süreliğine denemeye razı oldukların söyledi, nasılsa dayatılan sözleşmenin eksik yönleri açığa çıkacaktır.
Belki de bu yüzden sağlık bakanı hekimlerin bu teklifini reddediyor. Sağlık bakanı da biliyor ki bu sözleşme hafta sonları kadro ihtiyacını karşılamak için yeterli bütçe sağlayamaz fakat seçmenin güvenli ve tam finanse edilmiş bir sağlık hizmeti istemesi pek umurunda değil.
ABD ve Avrupa Birliği arasında gizlilik altında yürütülen, TTIP olarak bilinen, transatlantik ticaret ve yatırım ortaklığı anlaşmasını savunmaya söz vermiş bir hükümetin, ulusal sağlık hizmetimizi savunacağına güven olmaz. Ulusal sağlık Hizmetinde özel sektöre gittikçe daha büyük bir pay verdi bu hükümet ve -eğer TTIP yürürlüğe girerse- ABD’li uluslararası özel sağlık şirketleri de gittikçe açılan bu boşluktan yararlanacaktır. İnsanlar bu yüzden ulusal sağlık hizmetimizin geleceği için endişeli.
İşçi Partisinin Lideri Jeremy Corbyn, hükümetin ulusal sağlık hizmetine yeterli yatırım yapmadığını ve bunun ülkedeki hastanelerin hepsini borca sürükleyen olan varlıklarını satmak zorunda bırakan, ve servislerini özelleştirilmesine yol açan en büyük sebep olduğunu söylemekte haklıydı.
Zorla özelleştirmek için daha derin bir gündem var mı diye sorarsak eğer, Jeremy Corbyn ve kitlesi cevabı baştan biliyor olmalı. Pratisyen hekimleri ezerek diz çöktürmek isteyen Muhafazakar Parti Margaret Thatcher’a olan özentisini gösteriyor. İşçileri içerimizdeki düşman olarak göstermek isteyen bu hükümet tüm devlet güçlerini işçileri ezmek için harekete geçirmek istiyor. Bu yüzden hükümeti durdurmak gerekiyor. Pratisyen hekimleri sonuna kadar desteklemeliyiz.
Çeviren: Çınar Altun


ERDOĞAN’IN TABU YIKIŞI

Mike SZYMANSKİ
Süddeutsche Zeitung

Ülkenin İslami bir anayasaya ihtiyacı olup olmadığı tartışması şu sıralar Türkiye’de tartışılması gereken en son konulardan biri. Zaten parça parça olmuş toplumun içine bir satır daha atıyor. Güneydoğu’da PKK ile bir iç savaş yaşanıyor. Güneyde ise terör örgütü IŞİD saldırıyor. Türkiye’nin şu an en fazla ihtiyaç duyduğu şey iç barış.
Şimdiki anayasada Türkiye’nin dinsiz bir ülke olmak zorunluluğu yazmıyor. Öyle de değil zaten. Recep Tayyip Erdoğan ve İslami muhafazakar AKP’nin hükümet olduğu zamanlardan beri bu hem görülüyor (Türbanlıların sayısı arttı) hem de duyuluyor (Minarelerden daha fazla ezan okunması). Bu Anayasa İslam’ı yasaklamıyor sadece bürokratlaştırıyor. Türkiye hem ekonomik hem de dış politika açısından en başarılı yıllarını bu yapıyla gerçekleştirdi. Ve bu yapı, ülkeyi Batı için ortak çalışmaya uygun hale getirmiş durumda.
Ee, şimdi bu tabu neden yıkılmak isteniyor?  Cumhurbaşkanı Erdoğan, dev boyutlarla düşünüyor. Sadece şimdiyi, kısa süre sonrasını değil, çok sonrasını... Ona göre başkanlık sistemi gerçekleştikten sonra ülke  Müslüman bir tek adam tarafından yönetilmeli. Ülkede giderek yaygınlaşmakta olan dindar halka bıraktığı miras bu olacak.  Erdoğan’dan sonraki Türkiye çoktan biçimlendirilmeye başlandı ve bu  korkutucu bir  mesaj.

Çeviren: Semra Çelik


ŞERİAT YOLUNDA

Jürgen GOTTSCHLİCH
TAZ

Birkaç  yıl önce İslami bir anayasa talebi anayasaya aykırı sayılırdı. Şimdi farklı.
Türkiye’nin yapısal değişimi adım adım ilerliyor. Parlamentonun hükümeti seçtiği laik cumhuriyet, İslam’ın temel alındığı otoriter bir başkanlık sistemine dönüştürülecek. Basın ve düşünce özgürlüğüne yönelik baskılar nedeniyle Erdoğan’ın otoriter karakteri üzerinde inşa edilen Yeni Türkiye tartışmaları sürdürülürken şimdi de TBMM Başkanı ilk kez, yeni Türkiye’nin  İslam temelinde kurulması gerektiğini söyledi.
Birkaç yıl öncesine kadar böyle bir talep anayasaya aykırı bulunup hukuki kovuşturmayla karşı karşıya kalırdı. Hatta 2008’de cumhuriyet savcısı laik sisteme aykırı davrandığı için AKP’nin yasaklanması girişiminde bulunmuştu.
Bugün ise laik sistemin muhafaza edilmesi için eylem yapanlar dövüldü. Özgür bir referandum yapılsa halkın çoğunluğunun İslami bir anayasaya karşı çıkacağı belli. Ancak referandumun özgür yapılıp yapılmayacağı en büyük sorun.
Şimdilerde hükümet parlamentodaki dağılımı değiştirmek ve böylece istediği anayasa değişikliklerini gerçekleştirebilmek için HDP milletvekillerine saldırıyor. Buna rağmen parlamentodaki üçte ikilik çoğunluk sağlanamazsa halk oylamasına gidilecek. Oylamada AKP’nin istediği sonucun elde edilmesi için her şeyi yapacağı da açık. Bunun olmaması için param parça olmuş muhalefetin birleşip etkili bir mücadele sürdürmesi gerekiyor.
Gelişmeler karşısında AB’nin ne tavır alacağını görmek ilginç olacak. Şeriatın tekrar uygulamaya sokulacağı bir ülkenin eş zamanlı olarak AB üyeliği için çaba harcaması inandırıcı olamaz.

Çeviren: Semra Çelik

ÖNCEKİ HABER

Türkiye’nin ‘alaturka’ tarihi: Nükleer

SONRAKİ HABER

EMEP, Suriyeli işçileri ana dilleriyle 1 Mayıs’a çağırdı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...