18 Nisan 2016 00:51

Yavuz Ekinci: Biz felaket çağındayız

Günün Birinde Yavuz Ekinci’nin yeni romanı. Yazarlığının on ikinci yılında yedinci kitaba imza atan Ekinci ile yeni romanı üzerine konuştuk

Paylaş

Şerif KARATAŞ
İstanbul

Günün Birinde Yavuz Ekinci’nin yeni romanı. Masalla gerçekliği içiçe kitabına taşıyan yazarın,  felaket çağında anlattığı hikayesinde günümüz Türkiyesi’nden kesitler bulmak da mümkün.

İçinde bulunduğumuz ortamı da işaret eden Ekinci, “Korkunun nefeseni ensemizde hissediyoruz. Bakışları gelip gözbebeklerimize yapıştı. Herkes herkese kuşkuyla baktığı günlerden geçiyoruz” diyor. Yazarlığının on ikinci yılında yedinci kitaba imza atan Ekinci ile yeni romanı üzerine konuştuk 

Günün Birinde romanını önceki romanlarından ayıran en önemli farkı sanırım, okuru masal ile gerçeklik arasında bir yolculuğa çıkarmanız... Bu neden tercih ettiniz?
Yazdığım her romanla, roman sanatını bir daha tanımlarım. Her metinde yeni biçim denemelerini, yeni anlatım tarzlarını kullanırım. Başaramasam da niyet ederim. Bir yazar için en korkunç şey kendi tekrarına düşmektir. Günün Birinde’de masal ile gerçek içiçedir. Tıpkı hayat gibi. Çünkü hayatın üçte bir geçmiş, anımsama ve hatıradır. Bu romanın ana karekteri Cevizler Vadisi’dir. Cevizler Vadisi’nin bugünü, gerçeğini anlatırken masal üzerinde de geçmişini, hafızasını, beleğini anlattım. Bunu neden tercih ettiğimi bilmiyorum, çünkü romanda tercihin akılla yapılmaz sezgiyle yapılır. Bir romancının kutup yıldızı sezgidir.                 

Rüyası Bölünenler’de Tevrat’tan bir anlatıyla romanınıza başlamıştınız, “Günün Birinde” ise Kur’an’dan bir alıntı var. Kutsal kitaplardan neden alıntı yapmayı tercih ediyorsunuz?
İnsan, DNA’larla kişisel özeliklerinin bir kısmını asırlar boyu birbirine devretmiştir. Ben sözün, hikayenin ve masalın da DNA’ları olduğunu düşünüyorum. Tıpkı insanların kişisel kimi özeliklerini birbirine asılar boyu devrettikleri gibi hikayelerin de kimi özeliklerini asırlar boyu metinden metine birbirine devrettiğini düşünüyorum. Eski metinlere oldum olası bir düşkünlüğüm var. Bu metinleri okurken benden binlerce yıl önce okuyan insanları hayal ederim. Kimi bir mağarda, kimi bir tapınakta, kimi sarayda... En çok bu zamanlarda insanlığın bir parçası olduğumu hayal ederim. Benden önce yazılmış bütün metinlerin varisi olduğumu düşünürüm. Hikayeciliğimi yakın zamndaki bir yazara değil binlerce yıl önce hikayesini taşa, kil tabletlere yazmış yazarlara dayandırmak isterim. Onların mirascısıyım. Kutsal kitapları da yine çok sık okurum. Bu kitapların insanlar üzerindeki etkisinin kökeninlerini çok merak ederim. Asırlar boyu hala okunuyor olması, insanları etkiliyor olması ve insanları arkasında sürüklüyor olmasını merak ederim. Tanrının bile neden duygusunu ve öğüdünü neden hikayele anlatığını merak ederim. Romanlarımda bu alıntıları yapmamın nedeni o alıntılar oaraya çok uygun oldukları içindir. 

MEZARLIKTAKİ MEZARLARIN BİLE TAHRİP EDİLDİĞİ BİR KENT: CİZRE

Romanınızda geçen Amar Dağı’nın eteklerinde yaşananlar 90’lı yıllarda Bölge’deki köy boşaltmalarını akıllara getiriyor. Bugünde benzer durum var. Romanınızda Amar dağının eteklerinde yaşananlar Cudi dağının eteğinde yıkılan Cizre ve Silopi’yi akıllara getiriyor... Yıkımdan sonra Cizre’ye de gitmiş bir edebiyatçı olarak neler diyeceksiniz?
Bu romanı yazdığımda barış görüşmeleri yapılıyordu. ‘90’lı yılların o korkunç günlerinin yaraları bir nisbette olsa sarılmıştı. Ve o günleri yaşamış biri olarak o günlerin artık çok geride kaldığını düşünüyordum. Bugün o yaralardan çok daha derin yaralar açıldı. Bu yeni açılan yaralar kabuk bağlar mı? İyileşir mi? Bilmiyorum. Sokağa çıkma yasağının kalkmasından üç gün sonra Cizre’ye gittim. Cizre’ye Haziran seçimlerinden bir hafta önce de gitmiştim. Seçimden önce gittiğimdeki o canlılık, o heyecan, o duygu… Ve yıkımdan sonra gittiğimdeki o hazin… Gördüklerimi, hissetiklerimi, öfkemi asla unutmayacağım. Bu duyguyu sana anlatabilmem için kelimeler çok çaresiz. Düşünebiliyor musun mezarlıktaki mezarların bile tek tek tahrip edildiği bir kent. 

FELAKET ADIM ADIM BİZE DOĞRU GELİYOR

Romanıızda Amar Dağının eteklerinde köylüler köylerine yaklaşan felaketi görüyorlar...  Bugünde kentlerde yaşanan felaketi toplum olarak gerek sosyal paylaşım siteleri, gerekse haberler aracığıyla görüyoruz. Fakat yine felaketler yaşanıyor...
Felaket adım adım bize doğru geliyor. Biz felaket çağındayız. Bu çağ ne zaman başladı bilmiyorum. Bugün kentlerde yaşayanlar tıpkı Cevizler Vadisi’ndekiler gibi tedirgin, şakının ve korku içindeler. Ne yapacaklarını bilmiyorlar. Akılları karışık. Duyguları darmadağın. Gitmek mi kalmak mı duygusu arasında sıkışmış durumdalar. Korku sözlüklerden kaçıp ete kemiğe bürünerek aramızda dolaşmaya başladı. Korkunun nefeseni ensemizde hissediyoruz. Bakışları gelip gözbebeklerimize yapıştı. Herkes herkese kuşkuyla baktığı günlerden geçiyoruz. 

MASALLAR ARASINDA BİR KAN BAĞI VAR

Amara ile Sara’nın masalında Dehhak ve Şahmeran masallarından izler görüyoruz.
Masallar arasında bir kan bağı var. Bu masalım birçok masaldan el aldı. Önce seslerine kulak verdim ve sonrada seslerini ödünç alarak bu masalı yazdım. Amar ve Sara’nın masalı bana inanılmaz bir mutluluk verdi. Arkasında büyük bir aşk yatıyor. Amar ve Sara Cevizler Vadisi’ni aşkla kuruyorlar. Bundan sonra ölsem de gam yemem, gözüm arkada kalmaz Şerif. Neden biliyor musun? Çünkü artık benimde bir masalım var. Ve bu masalın nasıl dalanıp budaklanacağını, nasıl meyveye duracağını görebiliyorum. Bu masalı yazarken çok uykusuz kaldım. Gözüm kapanıyordu ama uyuyamıyordum. Masal bittiği gün kendi kendime artık uyuyabilirim dedim, ve yatağa uzanıp bir bebek gibi uyudum. İçinde rüyaların, huzurun, dinginliğin olduğu bir uykuya işte o zaman yattım.  

ÖNCEKİ HABER

Burası İstanbul mu?

SONRAKİ HABER

Yargıçlar da kopar

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa