16 Nisan 2016 00:56

Mizah tartışması Erdoğan’a mı yaradı?

Avrupa Gündemi'nde bu hafta; Türkiye ile Almanya arasındaki mizah skandalı , Panama Belgeleri ve İngiltere, Fransa’da Panama Belgeleri var

Paylaş

Almanya’da, Türkiye ile Almanya arasındaki mizah skandalı gündemdeki baş yerini koruyor. Kabare Sanatçısı Jan Böhmermann’a Cumhurbaşkanı Erdoğan hakkında yazdığı küfürlü hiciv nedeniyle soruşturma açılıp açılmayacağı tartışılıyor. Politikacı, sanatçı ve bilim insanlarından Böhmermann’a düşünce ve sanat özgürlüğü çerçevesinde destek gelirken şiirin içeriğine yönelik eleştiriler de var. Böhmermann’ın ‘kendine aşık’ Erdoğan’ın ekmeğine yağ sürdüğünü belirten çevreler, her şeye rağmen Alman hükümetinin temel özgürlüklerden taviz vermemesi gerektiğini belirtiyorlar. Panama Belgeleri ise, ordunun iç güvenlikte görevlendirilmesi ve göç yasası tartışmaları ikinci planda kaldı.

CAMERON ANKETLERDE DÜŞÜŞTE

Panama Belgeleri İngiltere’deki gündemi de sarsmaya devam ediyor. Çarşamba günü parlamentoda vergi cennetleri ağır eleştirilere maruz kalınca Başbakan David Cameron bu ülkelerin yapılarını savunmak zorunda kaldı. Panama Belgeleri sonrası yapılan anketler başbakanın ana muhalefet lideriyle kıyaslandığında daha az güvenilir olduğunu gösteriyor. Avrupa referandum seçimleri yaklaşırken ‘hayırcılar’ ve ‘evetçiler’in de bu anketlerde benzer oranda oy topladıkları görülüyor. Vergi kaçakçılığı bilgisi sızıldıktan sonra ‘Evetçiler’in (AB’de kalma yanlıları) kampında olan David Cameron’un kampanyayı olumsuz etkileyebileceği de düşünülüyor.  

HÜKÜMET GÜNDEMİ ÇARPITMAK İSTİYOR

Fransa’da da Panama Belgeleri tartışılıyor ama diğer ülkelerde olduğu gibi enine boyuna sorgulanmıyor. Bunun birçok nedeni var: Güçlü bir sınıf hareketinin yaşanması ve dikkatlerin şimdilik sermayeyi püskürtmeye yönelik olmasının yanı sıra, hükümetin sürekli gündem çarpıtma girişimlerinde bulunması. Bunlardan  birisi bizzat Başbakanın çarşamba gündeme getirdiği banliyö sorunları: Manuel Valls tüm bu banliyö sorunlarını kültürel ve dinsel sorunlara indirgedi ve 2017 (cumhurbaşkanlığı) seçimlerinin kültürel ve etnik kimlik tartışmaları üzerinden belirleneceğini söyledi. 


BÖHMERMANN SKANDALI ERDOĞAN’IN İŞİNE Mİ YARIYOR?
Claudia KRAMER
Santel WESTFÄLİSCHE  

Nachrichten
EXTRA 3’da yayımlanan Erdoğan’ı mizahi eleştiren klipten sonra Böhmermann’ın küfürlü hicvi de devlet krizine yol açtı. Bir kaşık suda fırtına koparılıyor. Recep Tayyip Erdoğan’ın bireysel başvuru ile olayı hukuki platforma çekme amacı ne? İşte bu nedenle  Böhmermann’ın şiirinin neden Erdoğan’ın işine yaradığını anlatmak istiyoruz: 

1-ULUSAL GURUR

Erdoğan ülkedeki başarısını tüm gücüyle milliyetçiliğe ve ulusal gurura oynamasına borçlu. Türklerin önemli bir bölümü uluslarının başarılarından gurur duyarak ‘Ne mutlu Türküm diyene’ , diyor. Ancak dünyalı olma kimliğinden uzaklaşıyorlar. Böylece içlerine kapanıyorlar,  uygulanan politikadan kaynaklı dünya çapında  dışlanma doğal olarak da aşağılık duygusuna yol açıyor.  Erdoğan bu durumu bilinçli olarak kullanıp ağzını her açışında Türklerin ulusal gururlarıyla alay edildiğini, aşağılandıklarını söylüyor. ‘Bu aşağılanmaya karşı çıkabilen, dünyaya kafa tutan tek kişi var; Recep Tayyip Erdoğan! Bu nedenle Recep Tayyip Erdoğan hedef alınıyor. Onunla alay edilerek Türklerle alay edilmiş oluyor, ulusal onurları kırılıyor. Jahn Böhmermann da bunu yaptı. O zaman hakaret içeren şiire karşı her türlü diplomatik ve hukuki adımın atılması gerekiyor.’  Başbakan Yardımcısı Numan Kurtuluş resmen, şiirle bir kişiye değil 78 milyon kişiye hakaret edildiğini ilan ediverdi.

2- MÜLTECİ KRİZİ

Erdoğan, mülteci krizindeki anahtar rolünü maharetli bir şekilde kullanarak AB içinde gücünü arttırmak istiyor. Ankara, AB’ye gelmek üzere yola çıkan mültecileri durduruyor, böylece de AB içinde politik dengenin korunmasına büyük hizmette bulunuyor. Hem de yıllardan beri AB’ye üye olmasına karşı çıkılan Türkiye yapıyor bunu. Türkiye’nin AB’ye girecek kriterlere sahip olmadığı hakaret olarak algılanarak kırgınlık yarattı. Şimdi Erdoğan Merkel’den intikamını alıyor, Türkiye’nin AB’ye girmesine kesinlikle karşı çıkan bir partinin (CDU)  başkanı ve AB’nin en güçlü ülkesinin başbakanına  kendisinin yabana atılamayacağını, saygılı davranılmasının zorunlu olduğunu göstermiş, ispat etmiş oluyor. 

3- MEDYAYA  BASKI

Ülkeyi otokratik şekilde, sanki bir sultanmış gibi yöneten Erdoğan, her vesileyle muhalif basına baskı yapıyor. Onun istediği gibi yazmayan, itiraz eden basın mensupları hapse atılıyor. Ama baskı ve saldırılara direnen gazeteciler AB içindeki meslektaşlarından büyük destek alıyorlar. Erdoğan, Böhmermann’a karşı suç duyurusunda bulunarak basın özgürlüğüne karşı savaşında çıtayı yükseltmiş oldu.  Bu yolla bir yandan ulusal basını daha da korkutacağını, diğer yandan da yabancı basını  köşeye sıkıştıracağını umuyor. Alman hükümeti, buna boyun eğmeyeceğini göstermek için 11 Nisan Pazartesi günü muhalif basın mensuplarını kabul etti.

4- HUKUKİ YOL

Böhmermann’la ilgili kişisel suç duyurusunda bulunması Erdoğan’ına medyanın gündeminde daha uzun süre ve manşet olarak kalmasını sağlıyor. Eğer Alman hükümeti yabancı bir devlet adamına hakaret nedeniyle soruşturma açılmasına gerek görmezse dava Erdoğan’ın özel davası olarak görülecek. Erdoğan bu davada başarılı olursa skandalı en kısa sürede uluslararası arenadan uzaklaştırmak isteyen Angela Merkel büyük bir yenilgi almış olacak. Erdoğan davayı kaybederse ise yine kazanmış olacak ve  ‘Türklerin ulusal onurunun tek savunucusu/ kurtarıcısı bir kahraman  olarak AB tarafından anlaşılamamanın kırgınlığı içinde mağdur rolüne geri dönecek, seçmenlerine uzun uzun bunu anlatacak. 

Çeviren: Semra Çelik


 

ZENGİNLER  PARALARINI SINIR ÖTESİNDE SAKLIYORLAR -DEMOKRASİMİZİ YOLSUZLUKLARA BULAŞTIRIYORLAR 

Aditya CHAKRABORTTY 
The Guardian 

Son 72 saat içinde siyasi kurum savaş sonrası süreçte görmediğimiz bir panik içinde çalışıyor. Britanya başbakanından çok ayrıntılı bir finansal bilgi sökülüp alındı. Bu konu hakkında tamamen yabancı olanlar bile annesi ve babası tarafından ne kadar servet bırakıldığını ve sınır ötesi yatırımlardan ne kadar kar yapıldığını biliyor. David Cameron önceden hiç görülmemiş bir adım attı ve son 6 yıl boyunca ödediği vergi miktarını yayımladı. Diğer siyasi parti liderleri de çok geç kalmadan vergi dairesine sundukları beyannameyi yayımladılar. Modern Britanya’da birinin evlilik dışı ilişkisi o kişinin vergi meselesinden daha açık konuşulduğu için açıklanan bu vergi beyannameleri dudak uçuklatıyor. 

Bu olay burada kapanmayacak. Bazı tembel yorumcuların vergi konusunda kullandıkları kısaltmalar ne olursa olsun işin özü şu: David Cameron asıl vergi beyannamesini açıklamadı, sadece bir muhasebe şirketi tarafından onaylanmış bir özet yayımladı. Bu yarım yapılmış açıklama yeterli olmayacak. Eğer Jeremy Corbyn (Ana Muhalefet Lideri) ve diğer üst düzey siyasetçiler bu baskıyı devam ettirirse bir kaç gün içinde başbakanın finansal durumu hakkında daha fazla bilgi ortaya çıkacak. Down Street’in (başbakanlık konutu) basın sözcüleri bile şu an kabine üyelerinin hangisinin sınır ötesi yatırımlarının olduğu konusunda gösterdiği sessizliği gösteremeyecek. Bakanlar da suskunluğu bozmak durumunda kalacak ve bazıları şimdiden bunu yapıyor. 

(..) İşin özü Panama Belgeleri sadece vergi sorununu ifşa etmiyor. Sorun yürütülen parada değil. Panama Belgeleri bize demokrasimizin yolsuzluğunu ifade ediyor. (...)

Sınır ötesi kurumlar tartışması çok teknik ve kafa karışıklığı yaratabiliyor ama bununla ilgili en iyi açıklamayı bu alanda uzman olan Nicholas Shaxşon’dan duydum. Durumu şöyle açıkladı: “İşlev gördüğün toplumun kurallarından ve yasasından kaçmak için paranı başka bir ülkeye götürüyorsun. Bunu yaparken kendi toplumundan çalarak hastane, okul ve yol harcamalarından mahrum bırakıyorsun.” 

Ama toplumumuzdan çıkış yapanlar kendi seslerini yürütmeye koyarak bizim yaşamımızı etkileyecek kurallar uyguluyorlar. Yüzde 1’lik kesim hiç önceden olmadığı bir şekilde siyasi konuda söz sahibi oluyor. Milyarder Koch kardeşleri bir düşünün, onların servetleri ABD’deki başkanlık seçimlerini şekillendirecek.  Britanya’daki serbest yatırım fonu ve özel sermaye fonu yürüten iş adamları 2010’da Muhafazakar Partinin seçim bütçesinin yarısını sağladılar ve 18 yıl aradan sonra Muhafazakar Partiye hükümet yetkisini koklattılar.  (...)

Son bir kaç günün teyit ettiği durum şu; David Cameron Downing Street’te  büyük zenginlerin tarafında duruyor. Tartışmasız kendisi yüzde 1’in bir parçası. Babası büyük bir borsacıydı ve 10 milyar sterlin değerinde serveti vardı. 

Büyük zenginler 2010’dan itibaren Britanya siyasetine yatırım yaparak ne elde ettiler diye sorarsak şunları görebiliriz: Şahsi vergiden kesintiler elde ettiler, Maliye Bakanı George Osborne’dan davetiye aldılar. Böylece şirket vergisiyle ilgili nasihatler dinlediler ve vergi cennetlerinin hoşgörüyle karşılanacağı güvencesini aldılar. 

Benim siyaset dersimde Britanya’nın temsili demokrasi olduğu öğretilmişti. Ama 30 yıllık plütokrasi (Servet sahibi kesimin güç sağladığı ekonomi) toplumu temsil etmeyen bir demokrasi yarattı. Bir kaç istisna dışında, siyasetçiler artık halka benzemiyorlar ve halk için çalışmıyorlar.  Evsizlik krizi yaşanırken, Konut Bakanı, Brandon Lewis özel sektörde kiralık ev fonu işletiyor. Daha önceden yatırım bankacılığı yapan, Sajid Javid (Ticaret Bakanı) şimdi çelik sektörü için en iyisini yapmaya çalıştığını iddia ediyor. Ve süper zengin bir başbakan, bir yandan vergi cennetlerine meydan okuyacağına söz verirken, diğer yandan bununla ilgili atılması gereken adımlar konusunda engeller yaratıyor. 

Çeviren: Çağdaş Canbolat


EŞİTLİK 

Patrick Le Hyric*
Humanite– Başyazı 

Dünya kamuoyu bir defa daha skandal şeklinde patlak veren dünya mali oligarşisine şaşkınlıkla bakıyor. Panama Papers’in ortaya serdiği bilgiler Mossack Jürgen avukatlar kabinesinin gizlediği kimi oligark ya da servet sahiplerinin hesaplarının listesini ortaya koydu. Panama’ya sürgüne giden eski bir SS askerinın oğlu olan Jürgen Mossack’ın avukatlar kabinesi şirketlerin ürettiği zenginlikleri gizleme amaçlı kurulmuş. Ve böylelikle halklara kemer sıkma politikaları dayatan dünyanın en büyük servet sahiplerinin ahlaksız, meşruiyetsiz,  yalancı olduklarını gizleyen altın türban da yırtılmış oldu. Neoliberalizmin iktidara geldiğinden bu yana güçlü bir oligarşinin oluştuğu, sadece en zengin yüzde 1’in dünya nüfusunun yüzde 99’ından daha fazla servete sahip olduğu mali kapitalizmin doğasını görmek istemeyenler için bir sırdır. Sermayenin hizmetkarlarının desteği kimi ülkelerin göstermelik şirketlerin merkezi olması da yeni bir şey değil. Yalnız burada şaşırtıcı olan bu mafya sistemine kimi devletlerin bu kadar açık şekilde destek olması, en iyi ihtimalle ise göz yummasıdır. Örneğin Fransa devletinin 2012’de Panama’yı neden vergi kaçakçılarının cenneti listesinden çıkarttığını sormalıyız. Ya da en büyük Fransız bankalarından Societe Generale’in buradaki faaliyetlerinin kanıtladığı gibi Hollande’ın 2012 cumhurbaşkanlığı seçimleri esnasında verdiği bankaların bu vergi kaçakçılığı cennetlerinde faaliyetlerini yasaklama sözünü neden tutmadığı sorulmalıdır. (…) Diğer taraftan bu vergi kaçakçılığının ulaştığı seviye, bütçe açıklarından dolayı dayatılan kemer sıkma politikalarını sorgulamayı da zorunlu kılıyor. Bu belgelerden sonra artık kamu harcamaları, ücretlerin artırılması, eğitim vs. için devlet kasalarının boş olduğuna kim inanabilir ki? (…) Gerçekler acıdır: Dünya emekçileri küresel kapitalizmin piyadeleri haline dönüşür ve sermayenin keyfi için hayatını tehlikeye atması istenirken, sermaye halkın ulusal egemenliklerinden uzak, vergi kaçakçılığı cennetlerinde bir azınlığın gücünü her geçen gün arttırıyor. Bu vergi kaçakçılığının boyutları ortaya çıkmışken, Fransız basını ise iş yasasının yok edilmesini kabul ettirtmek için büyük çabalar içinde. Bu kampanyanın boyutlarından birisi solcu-ilerici belediyelerin göz yumarak banliyölerin terörist yuvaları haline geldiğini kanıtlamaktır. Bir defa daha gözler bu mahallelerde ki emekçilere döndürüldü. (…) Sorun bu vergi cennetleri, zenginlerin çaldığı para, bunların neden olduğu eşitsizlik, devletlerin bu duruma göz yumması, bölge yönetimlerine dayatılan kemer sıkma politikaları, ev ve barınma sıkıntıları, banliyölerde işsizliğin artması, aşırı sömürüye açık yedek iş gücü olarak değerlendirilen burada yaşayan emekçilerin limon gibi sıkılması değilmiş. Ama burada amaç göze batacak kadar açık (…) Buralarda onca belediye başkanı, (…) dernek kamu hizmetini, okulu, kamu yardımlarını, toplu taşıma ya da sağlığı savunurken, hükümet bunları görmezlikten geliyor ve laik bir cumhuriyetin ilkelerini savunarak eşitliği öne çıkartacağına, tüm sorunları kimlik ve din sorunlarına indirgeyerek toplumu bölücü bir alanda tartışmaya teşvik ediyor. Küçük bir azınlığı abartılı bir şekilde büyüterek İslam’ı Fransa’nın en büyük sorunu haline getirerek bu haçlı seferini meşrulaştırmaya çalışanların başını bizzat başbakan çekiyor. Bilinçli olarak tartışmaları kimlik ve din alanına çekerek korkuyu yaygınlaştırıyor ve kuşkusuz Fransa’da iç savaş ortamı yaratmak istiyor. Bu büyük bir sorumsuzluktur. Birkaç ay önce bu alanda kaymaların olacağını yazmıştık yalnız o dönem bunun bu kadar uç noktaya çekileceği aklımızdan bile geçmiyordu (…) 

Bazı gazeteciler önünde başbakan “2017 (cumhurbaşkanlığı) seçimlerinin kültürel ve etnik kimlik tartışmaları üzerinden belirleneceğini” belirtmiş. Böylelikle milyonlarca işsiz, sosyal öfke, eşitsizliğin artması, bakanlara kadar uzanan mali skandalların doğurduğu iğrenç bilanço gizlenebilir. (…) Yalnız iş yasasına karşı başlayan örnek mücadele, gerçek bir eşitliği geliştirebilecek siyasi ve sosyal sıçramaya da neden olabilir. Ülke genelinde yayılan ve “Selefist saldırganlıktan” başka gerçek sosyal ve siyasal sorunların tartışıldığı “Gece Ayakta” eylemleri bunun bir örneğidir. Tartışmaların merkezinde bugün ve insanlara layık ortak bir gelecek var. İşte bu geleceğe verilen bir sözdür.  

Çeviren : Deniz Uztopal

* Yazar AB Parlamentosu milletvekilidir 

ÖNCEKİ HABER

Savaşa ve saldırılara karşı kitlesel ve birlikte 1 Mayıs

SONRAKİ HABER

Arap Basını: İş birliğinin değil ayrılıkların zirvesi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...