15 Nisan 2016 00:56

4. Sanayi Devrimi var mı yok mu?

Paylaş

Bülent FALAKAOĞLU
İstanbul

Son yılların popüler konusu; Endüstri 4.0 namı diğer 4. Sanayi Devrimi.
Davos’ta yapılan Dünya Ekonomik Forumunun ana gündem maddelerinden biriydi. Türkiye’de gerçekleştirilen son Uludağ Ekonomi Zirvesinde de aynı konu konuşuldu.  
TÜSİAD, “Sanayi 4.0 Raporu” hazırladı. Raporda, “Türkiye için Sanayi 4.0’ın uygulayıcı öncü ekonomileri arasında yer almak kaçınılmaz bir önemdedir” vurgusu yaptı.
Tüm gelişmeler sonucu ‘Endüstri 4.0 Platformu’ kuruldu. Bu kadar gündem olan ve geleceğe damga vuracağı söylenen bir meseleyi adı; “Üretim Ekonomisi” olan bir kongrenin göz ardı etmesi düşünülemezdi. Nitekim, İstanbul Kültür Üniversitesi tarafından bu yıl ikincisi düzenlenen Üretim Ekonomisi Kongresinin de bu konuyu ele aldığını daha önce paylaşmıştık?
Kongre finalini yani kapanışını “Sanayide 4. Devrimin Yansımaları” başlıklı bir oturumla yaptı. Oturumun süreci hem anlamaya hem de sonuçlarını tartışmaya dönük bir hedefi vardı.
Öyle ya neyin nesiydi bu yeni devrim?
İnsanlık çağı üretime ilişkin iki büyük devrime tanıklık etmişti. Biri neolitik devrim. Yani insanlığı, toprağı işlemeye başlamasıyla birlikte avcı toplayıcı toplum olmaktan çıkarıp bambaşka bir evreye sıçratan devrim. İkincisi ise sanayi devrimi.
İkincisi bir, iki, üç şimdi de dört, sürekli devrim mi yaşıyor? Devrim içinde devrim mi? Sanayi devriminin sonuçlarını mı, evrelerini mi konuşmalıyız yoksa işleyişini mi? “Kim yapıyor, kimin için yapılıyor bu devrimler?” sorularının cevabı yok. Öznesi hep gizli! Acaba sermayenin işleyiş mekanizması ortaya konmadan süreç anlaşılabilir mi? Bu devrim denen gelişmelerin kapitalist toplumdaki yeri anlaşılmadan, doğru bir şekilde anlatılabilir mi bu devrimler?
Tüm bu sorunların, elden geldiğince berraklaştırılmaya çalışıldığı final oturumu aynı zamanda Endüstri 4.0’ın iddialarını da ortaya koydu. Cevaplardan önce, 4. Sanayi Devrimi’ne günlük yaşama dair vaatlerine bakalım.

ELVEDA TAKSİCİ!

Arızayı, müşteri hizmetlerine, bizzat arızalanan ürünün kendisinin bildireceği sistemin günlük yaşama katkısının olmaması düşünülemezdi. Makineleri, araçları ve insanları sensörlerle birbirine bağlayan sürecin günlük yaşama yansımalarını Profesör Doktor Hacer Ansal anlattı.
Ansal, cihazların adreslenerek ortak bir sisteme bağlanacağı, sistemin hangi ürünün hangi evde olduğunu bileceğinin iddia edildiği sürece dair şu bilgileri verdi: “Örneğin evdeki dolap ve raflar tartı sistemli dizayn edilecek. Hangi ürünün ne kadar tüketildiği, tartı sisteminin bağlı olduğu ağ tarafından marketteki bilgisayara bildirecek. Market bilgisayarı bilgiyi sipariş bantlara bildirecek. Oradaki sistem siparişi paketleyecek. Ürünü kayıtlı adrese bir robot getirecek. Ürünü sipariş veren kişinin şifresiyle asansöre giriş yapacak ve ürünü kapı önüne koyacak.”
Telefonunuzla taksi çağıracaksınız örneğin. Sürücüsüz araç kapınıza gelecek. Gittiğiniz mesafenin ücreti kredi kartınızdan tahsil edilecek. “Kaza riski yok. Söz konusu araçlar elektrikle çalışacağı için doğaya zehirli gaz salınımı da yok” diyor Ansal.

SAĞLIĞINIZ ROBOTLARA EMANET

Evinizde bulunan robot kan şekerinizi, kolesterolünüzü ölçecek. Doktorunuza bildirecek.
Tarlalarda robotlar çalışacak. Doğru ürünü doğru zamanda üretecek. Tehlikeli işlerde örneğin madende insan çalışmayacak.   
Robot terzilerimizin olacağını da müjdeliyor Hacer Ansan Hca. Terziye gittiğinizde, robot terzi bilgisayar ortamında sizi üç boyutlu giydirecek, beğendiğiniz elbiseyi size dikecek. Bu işlemi terziye bile gitmeden yapabilirsiniz.
Bardak, çanak 3D yazıcıyla üretilecek.
Kimi tezlere göre bu süreç işsizlik yaratmayacak olumlu sonuçlar doğuracak. Şöyle ki kompleks uzmanlaşma potansiyele sahip insan kaynağı doğru kullanılmıyor. Yeni süreçle birlikte insan potansiyeli doğru kullanılacak. İnsanlar bilim, sanat, spor ile uğraşacak.
Hepimiz evlerimizde robotları hizmetçi kılacağız. Canımız istediği zaman araç çağıracağız. Toplumsal sınıflara elveda öyle mi? Devletler arası eşitsizliklere de paydos öyle mi?
İyi de, “Daha hızlı, daha esnek, daha verimli, daha rekabet edebilir bir sanayi” kavramlarıyla tanımlanan, “Uyum sağlamayan biter, ezilir” tespiti yapılan bir süreç eşitsizliklere yelken açmak değil mi? Yeni rekabet ve çatışmaları anlatmaz mı?

HİÇBİR ROBOT KENDİ HESABINA ÇALIŞMAZ

Hedefleri, “Düşük maliyet, verimlilik, hız, stoksuz üretim! Pazar dalgalanmalarına karşı daha korunaklı bir yapı ve pazara daha hızlı sunum”  diye sıralanan süreç insanlardan çok şirketler için bir şey anlatıyor olmalı.
İşte bu noktayı aydınlatma işi, kapanış oturumunda Profesör Doktor Fuat Ercan’a düştü. Ercan sunumuna şu tespitle başladı: “Hiçbir robot kendi adına çalışmıyor. Bir patron adına iş yapıyor. Kapitalizmin üzerinde yeşerdiği dinamikler üzerinden analiz yapmazsak süreci anlamayız. ‘Yapısal bir devrim mi var, yoksa yapı içi bir değişim mi?’ sorusunu doğru yanıtlayamayız.”
Sanayi devrimi doğa ile insan ilişkisinin değiştiği bir süreci anlatır. İnsanların doğal varlıklara ‘hammadde’ dediği bir süreci! Hammaddenin emek gücü ve makineler aracılığıyla işlendiği süreç, aletten makineye geçiş süreciydi. Sürecin inşa edeni emek gücüydü. İhtiyaçlarımızı giderecek olan bütün faktörleri (emek gücü, makineler, enerji vs.) bir araya getiren ise sermayeydi. Bir kapitalist ve fabrikası üzerinden işleyen bu süreç sadece teknik bir süreç değil. Aynı zamanda bir sosyal ilişkiler ağı: Kapital, kapitalist ve kapitalizm!
Kapitalizmin dinamiği sermaye birikimi. Sermaye birikiminin devam etmesi üretimin genişleyerek yeniden yeniden sürmesine bağlı. Bu durum da haliyle aşırı üretim sorunu doğruyor.
Söz konusu aşırı üretim, “Sermayenin geri dönüşümünü nasıl hızlandırabiliriz?” sorununu gündeme getiriyor. Yani ürün en hızlı nasıl üretilir, nasıl piyasaya, müşteriye hızla ulaştırılır? Nasıl hızla tüketilir? İşte burada teknolojik yenilikler devreye giriyor.  Her şey sermayenin toplam döngü hızını artırmaya bağlı. Ölçek büyümeli, hız ve yoğunluk artmalı bunlar arasında içsel bağlantı ve entegrasyon sağlanmalı. Şimdi insanla bilgisayar, bilgisayar ile bilgisayar entegrasyonu sürecini yaşıyoruz.  
Aşırı üretim krizini atlatmak, rekabette öne geçmek için yeni teknolojilerin devreye girmesi sistem için adeta ilaç! Tüplü televizyonların, LCD ekranlarla birlikte çöp olması örneğindeki gibi. Eskisi kovuldu, yenisine yer açıldı. Piyasanın tıkanmasının önüne geçildi.
Fuat Ercan’a göre yaşadığımız süreç devrim değil, sermayenin geri dönüşümünü hızlandıracak yeni bir evre sadece!

ORTADA BİR DEVRİM YOK

Fuat Ercan, sürecin üretim maliyetlerinin aşağı çekileceğini, emek gücü maliyetini düşürürken, üretkenliğini artacağını belirtiyor. Haliyle bir kısım emek gücü işinden olacak.
Tüketiciler işin içine çekilecek. Üretici ile tüketici arasındaki mesafe azalacak. Söz konusu hız doğayı da hızla tüketecek” diyor.   Fuat Hoca’nın anlattıkları haliyle Das Kapital Yazarı Marx’ı akla getiriyor. Marx diyor ki... Meta fiyatlarının ucuzluğu iki şeye bağlıdır. Emeğin üretkenliğine ve üretimin boyutuna. (Yani işçi ucuza, çok üretecek). “Bunun için büyük sermaye daha küçüğünü yener” diyor ve ekliyor: “Birikim sırasında meydana gelen ek sermaye büyüklüğü ile orantılı olarak daima daha az emekçiyi kendisine çekiyor. Öte yandan, yeniden-üretilen ek sermaye, eskiden çalıştırdığı emekçileri daima biraz daha kendisinden uzaklaştırıyor.”
Şirketler büyüdükçe işçi sayısını azaltması kapitalizmin bir yasası yani. Marx’ın bunu, “sermayenin değişmeyen kısmının [makineler, ham madde vd.lerinin], değişen kısma [emek gücüne] oranla giderek artma yasası” olarak tanımlıyor.
Bu yasa teknoloji başta olmak üzere sermayenin değişmeyen kısmında ortaya çıkan ve emek üretkenliğini artıran bir yasa. Bu yasa işliyor. Ortada bir devrim yok yani.

GÜNEY AFRİKA MİTOLOJİSİ GİBİ

Kapitalizmin tüketimi hızlandırma sürecini Fuat Ercan, Güney Afrika mitolojisine benzetti. Güney Afrika Ormanlarında büyük bir piton yılanı yaşarmış. Ne bulsa yiyormuş. Yedikçe büyüyor, büyüdükçe yiyormuş. Böyle devam ede ede kendine yiyecek bir şey bırakmamış. Fakat nereye gitse kendisiyle gelen bir nesne fark etmiş ve onu yemeye başlamış. Yedikçe canı yanmış. Bir gün fark etmiş ki yediği şey kuyruğuymuş.
Evet kapitalizm her şeyi tüketiyor. Marx’ın dediği gibi kendi mezar kazıcılarını da yaratıyor. Fakat kendi kendine mezara girmesini beklemek hayal. Çünkü kusup, yıkıp yeniden var olmanın yollarını buluyor.
Fuat Hoca’yı dinlerken yine aklıma Marx’ın bir sözü geliyor: “Perseus, avladığı devler kendisini görmesin diye sihirli bir başlık giyerdi. Biz ise devlerin varlığını görmemek için, sihirli bir başlığı gözlerimize ve kulaklarımıza kadar indiriyoruz”.
Endüstri 4.0 canavarın yeni ve daha tehlikeli hali. Sihirli başlıkları kaldırıp görmenin vakti sanırım!

BU MASALI DAHA ÖNCE DUYMUŞTUK

Kongre Başkanı Sinan Alçın, 1990’lı yıllarda da ‘Elveda Proletarya’ kitaplarının yazıldığını hatırlattı. Sürecin kitapta savunulduğu  gibi, dünyadaki işçi sayısını azaltmadığını aksine parçalanan üretimin dünyanın her yerinde işçi sayısını artırdığını belirtti. Sürecin azalttığı şeyin sadece güvenceli iş olduğunu, güvencesiz işçi sayısını ise çığ gibi büyüttüğünü vurgulayan Alçın, “Endüstri 4.0” denen sürece neden Almanya’nın öncülük ettiğini şöyle açıkladı: “Daha hızlı, daha esnek, kalitesi daha yüksek ve daha verimli bir sanayi yolculuğu olarak tanımlanabilecek bu yeni süreci Almanya, başta Çin olmak üzere gelişmekte olan ülkelerle pazar rekabetinden yaşadığı geri düşüşü aşmak için başlattı.”
Zengin bir sunuş yapan ve teknolojiyi metalaştıran sürecin sınıflardan, ideolojilerden ayrı düşünülemeyeceğinin altını çizen Alçın sözlerini şöyle sonlandırdı: “Atomu bomba yapımında da sağlıkta da kullanabilirsiniz. Ne teknolojiye düşman olmak ne de teknolojiyi kutsamak lazım. Teknoloji ile doğayı ve insan ilişkilerini yıpratmadan bir ilişki kurmak lazım.”

ÖNCEKİ HABER

Ankara'nın gördüğü zeytinleri 4 profesör göremedi: Bu raporu verenler yargılansın!

SONRAKİ HABER

Cihatçı ablukasındaki Şeyh Maksud'dan dünyaya çağrı: Sesimizi duyun

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...