11 Nisan 2016 00:50

İzleme eylemine dair bir film: Ara

Antik Yunan tragedyası Orestes´in postmodern bir adaptasyonu olan Ara, neredeyse tamamı tiyatro sahnesinde geçen iki saatlik, gerilim dolu bir hikâye.

Paylaş

Yunanistanlı yönetmen Yorgos Zois, ilk uzun metrajlı filmi Interruption’da (Ara) en deneyimli yönetmenin bile gözünü korkutacak bir deneye girişiyor. Ara neredeyse tamamı tiyatro sahnesinde geçen iki saatlik, gerilim dolu bir hikâye. Sahnede antik trajedi Oresteia’nın postmodern bir yorumu oynandığı sırada, seyirciler arasından ellerinde silahlarla sahneye çıkan koro, oyunu daha önceden planlanmamış bir noktaya götürüyor. İzleyen ve izlenen arasındaki ilişkiyi masaya yatıran filmi, yönetmeni Yorgos Zois’le konuştuk.

Ara, Çeçen militanların Moskova’da bir tiyatroyu basıp seyirciler de dahil 850 kişiyi rehin aldığı gerçek bir olaydan esinleniyor. Bu olaydan nasıl esinlendiniz? Neden sinemaya aktarmak istediğiniz bu hikâyeyi?
İlk olarak şunu söylemeliyim; bu olayın etkisi sadece filmin başında görülebiliyor. Söz konusu olayda askeri üniformalar giymiş Çeçen militanlar, ellerinde Kalaşnikov tüfeklerle tiyatroyu basmıştı. O sırada kahramanı Rus askeri olan bir müzikal sahnelendiği için de seyirciler bunu oyunun bir parçası zannetmişlerdi. Tam da bu noktada mantık ile absürdün, kurgu ile gerçeğin iç içe geçtiği bir an yaşandı. Bu da bana kendi hayatlarımızda bu ikisini birbirinden ayıramadığımız anları hatırlattı. Ancak Ara’da oyuna müdahil olanlar terörist değil. Etrafta polis ya da arabulucu göremiyorsunuz. Bu, rehinelerin, rehin alındıklarını bilmedikleri bir baskın. Bu da bize kendi hayatlarımızı hatırlattığı için esin kaynağım oldu.

‘YA REDDEDECEKSİNİZ YA DA HAYRAN OLACAKSINIZ’

Film boyunca biz de tüm bu rehine olayının oyunun bir parçası olup olmadığını tam olarak anlayamıyoruz. Böyle bir belirsizliği tercih etmenizin sebebi neydi?
Filmdeki müdahil grup, koro kılığında sahneye geliyor. Antik Yunan tiyatrosunda koro, halkı temsil eder. Filmde de halk ayağa kalkıp sahneye çıkıyor. Bu bence modern hayatta yaşadığımız çok önemli bir sürecin de temsilcisi. Biz de artık kendi hayatlarımızda pasif izleyici konumunu terk edip sahneye çıkıyoruz. Tarihi de biz yazıyoruz, haberlerin öznesi de biziz. Bu yüzden filmdeki koro da oyunun idaresini ele alıp bilinmeyene doğru yol alıyor. Bir deney gibi… Belirli mesajları vermek için eylemde bulunmuyorlar. Aksine eylemleri, mesajın ta kendisi… Sahnede yaptıklarıyla izleyiciyi temsil ediyorlar. Asıl soru, bizim kendi hayatlarımızda gördüklerimizi nasıl algıladığımız. Çünkü gerçek hayatta da çoğu zaman bakarken görmek istediğimize odaklanırız. Bu da gerçeklik algımızı belirler.

Olayların geçtiği oyun olarak Oresteia’yı seçmenizin özel bir sebebi var mıydı?
Öncelikle Yunan bir yönetmenim, Oresteia da bir Yunan oyunu. Ama aynı zamanda Oresteia’da ilgi duyduğum tüm temalar var: Şiddet, adalet, güç… Tabii, bir de yine Oresteia’da gayet baskın olan o bilinmeyene, adlandırılamayana da ayrıca ilgi duyuyorum. Oyunda olan biteni açıklamak, ölçüp biçmek ya da akla uygun hale getirmek imkânsız. Bu yüzden film de o bilinmeyenin, belirsizliğin etkisi altında. Sanki daha önce kimsenin gitmediği bir ülke gibi. Ve nasılsa, önümüzde de öyle duruyor. İki seçeneğiniz var: Ya reddedeceksiniz ya da hayran olacaksınız.

‘FİLM ÇEKMEK, SÖYLEYECKLERİMİ KEŞFETMENİN YOLU’

Senaryoyu yazarken hikâyenin gideceği yeri önceden hesaplamış mıydınız? Yoksa oyuncuların doğaçlamasıyla mı gelişti hikâye?
Film çekmekteki asıl amacım bir şeyleri kanıtlamak değil. Eğer öyle olsaydı, düşündüklerimi yazıya döküp izleyicilere dağıtırdım. Film çekmek, benim için hem kendi söylemek istediklerimi hem de filmin sonunda söyleyebileceklerini keşfetmenin yolu. Ara için ilk başta karakterlerin ne yapması gerektiğinin ayrıntılarıyla yazılı olduğu kapsamlı bir senaryo yazdım. Ancak bu senaryoyu oyunculara vermedim. Sadece korodakiler okudu. Birkaç ay süren provalar boyunca da koronun yöneticisi senaryoda yazılı olanları, ne olup bittiğine dair hiçbir bilgisi olmayan oyunculara uyguladı. Böylece diğer oyuncular, gerçek hayatta vereceklerine benzer tepkiler sergilediler. Ben de provalar bitince senaryoyu, onların tepkilerine göre yeniden yazdım. Tabii ki temel olay örgüsünde bir değişiklik olmadı. Ama tüm tepkiler ve diyaloglar değişti. Yeni senaryoyu da oyunculara çekim başlamadan sadece bir gün önce dağıttım. Dolayısıyla çekim sırasında da nasıl davranacaklarını, hangi tepkileri vereceklerini bilememenin sıkıntısını yaşadılar. Bir de şu var: Senaryoda üçüncü perde yazılı değildi. Dolayısıyla o bölümde olup biteceklerden kimsenin haberi yoktu. Çekim ekibinin bile… Karakterlerin bütün tepkilerini kayda alabilmek için sadece iki kameram vardı. Yani oyuncular, orada da gerçek hayatta verecekleri tepkileri vermek durumunda kaldılar.

Ara, izleyici kavramını masaya yatırıyor ve bu alanda sorgulamadan kabul ettiğimiz çerçeveyi sorguluyor. Filmin bu yaklaşımının, hikâye anlatımında ve estetik bağlamda ne gibi sonuçları oldu?
Estetik açıdan intihara eşdeğerdi. Bu benim ilk uzun metrajlı filmim ve bir tiyatro salonunun içinde geçiyor. Daha delice bir şey düşünemiyorum. Böyle olmasını hiç istemezdim. Tiyatronun kurallarını yıkmak durumunda kaldım. Karanlık ve aydınlıkla, net ve flu görüntülerle, çerçevenin içiyle ve dışıyla oynayarak sınırları zorladım. Eğer geniş açılar kullanırsam, filme çekilmiş bir tiyatro oyunundan fazlasına ulaşamayacağımı anladım. Ve bu yüzden yakın çekimlere başvurdum. Sonuçta tiyatroda bir oyuncunun yakın çekimini göremezsiniz ama sinemada bu mümkündür. Ara bir bakıma izleme eylemine dair bir film. Ve böyle bir filmde izleyicinin bir şeyleri net görmemesini sağlamak durumunda kalırsınız. Çünkü gündelik hayatlarımızda da her şeyi net göremeyiz, beklentilerimiz doğrultusunda bakarız. Bu yönümüzle biraz kör olduğumuz bile söylenebilir.

İlk kısa filminiz Casus Belli Yunanistan’da yakın zamanda yaşanan ekonomik krize dair bir filmdi. Bu filmin de benzeri bir bakışla sadece Yunan toplumuna dair bir alegori olarak algılanması endişesini yaşıyor musunuz?
Bu filme dair beni en mutlu eden şey, kimsenin hikâyeyi ekonomik krize bağlamaması. Çünkü bugünlerde Yunanistan’dan gelen bir yönetmenseniz, filminizin de ekonomik krizle ilgili olmasına dair bir genel kabul var. Eğer beklentilerinizin böyle karşılanmasını istiyorsanız, körsünüz demektir. Ama bu film özelinde böyle bir durum yok. Bir kere, bu filmdeki olaylar dünyanın her yerinde gerçekleşebilirdi. Gösteri her yerde. Her gün korku gösterisine maruz kalıp ondan besleniyoruz. Ve gördüklerimiz konusunda kesinlikle hiçbir şey yapmıyoruz. Seyredince tepki vermemizi sağlayıp bizi harekete geçiren tek gösteri biçimi, hava durumu bültenleri. O yüzden bu filmin de krizle ilgili olduğunu düşünmüyorum. Ancak “kriz” aynı zamanda kelime olarak yargılama anlamına da geliyor. Bu filmde de yargı ve adalet üzerine çok şey var. Belki bu açıdan bakınca krizle ilgili ama ekonomik krizle hiçbir alakası yok.

‘EN SAĞ POLİTİKALARI DAYATAN SOL GÖRÜŞLÜ BİR HÜKÜMETİMİZ VAR’

Trajedi seyretmek için tiyatroya gitmek hâlâ modern Yunan toplumsal hayatının bir parçası mı?
Ülkenin son zamanlarda sürekli trajedi ile komedi arasında gidip gelmesinden dolayı Yunan toplumunun trajediyle hâlâ bir bağı var. Olabilecek en sağ politikaları dayatan sol görüşlü bir hükümetimiz var. Ama tabii bir de dünyanın her yerinde mevcut olan kimliğe dair bir kriz var. Filmde koro liderinin farklı isimler kullanarak değişik kimliklere girdiği sahneyi hatırlayın. Bu kimlik krizi artık toplumun temelinde. Kendi kimliklerimiz söz konusu olduğunda burnumuzdan kıl aldırmayız. Bunun bir sebebi de kendimizi olduğumuz gibi kabul etmememiz. Mesela yeni Yunan sinemasında bile mitleri konu almanın filmleri ağırlaştıracağına dair bir kabul var. Neredeyse onlar hakkında konuşmak bile tabu. Ben de bu noktada otosansür uygulamamayı tercih ettim.

‘YILMAZ GÜNEY FİLMLERİ SEYREDEREK BÜYÜDÜM’

Ara İstanbul Film Festivali’nin Uluslararası Yarışma Bölümü’nde Altın Lale için yarışacak. Festivalde olmakla ilgili düşüncelerinizi bizimle paylaşır mısınız?
İstanbul’a bu filmle gidiyor olmak beni çok mutlu ediyor. Daha önce de İstanbul’da bulundum ve bence Türkiye’deki en demokratik şehir. Bir de çocukken izlediğim Türk filmleri hâlâ aklımda. Biraz da bu yüzden İstanbul’a gelecek olmak çok heyecanlandırıcı. Bir şekilde yeniden gençliğime döneceğim sanki. Türk izleyicisinin filme vereceği tepkiyi de çok merak ediyorum. Yunan seyircininkine çok benzer tepkiler verecekler gibi geliyor bana.

Çocukluğunuzda izlediğiniz Türk filmlerinden hatırladıklarınız hangileri?
Babam sol görüşlü bir aktivistti ve sürekli eve izlememiz için Türk filmleri getirirdi. Yani videodan Yılmaz Güney filmleri seyrederek büyüdüm diyebilirim. Ama gerçekten çok küçük bir çocuktum. Nasıl ortaya çıkıyor şu anda tam olarak kestiremiyorum ama o filmlerin bir şekilde bana ilham verdiğini biliyorum.(KÜLTÜR SERVİSİ)

ÖNCEKİ HABER

Nasıl olur, Başbakan açıkladı!

SONRAKİ HABER

Bafralı İbrahim’in, asimilasyon hikayesi: 90’larda devlet için köy yaktı kaçırıldığında Rum olduğunu öğrendi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa