10 Nisan 2016 01:23

Bazı insanlar diğerlerinden ‘daha insan’ değil miymiş?

Paylaş

Kenan Ateş’in anısına...

Mehmet ÖZER

İnsan, ‘nereden, nasıl geldim?’ sorusunu sormaya başladığı ilk günden bu yana, diğer canlılarla arasındaki ilişkiyi, “farklılıklar” üzerinden tanımlamayı tercih etti.

İnsan, ‘düşünen, konuşan, üreten’ bir canlıydı ve bunun karşılığında da ona, tanrılara ibadet etme ‘sorumluluğu’ bahşedilmişti. Hayvanlar ise, insana çok benzeyen maymunlar da dahil, tüm bu ‘yeteneklerden’ mahrumdular.
Ancak ‘farklı olma’ durumu burada kalmadı. İnsanın hayvandan farklı olması, ‘üstün’ insanlara yetmemişti. Bazı insanlar diğer insanlardan da farklı olmalıydı. Çünkü onlara verilen ‘sorumluluk’, tanrıya ibadet etmekle sınırlı değildi. Onlar, tanrının yeryüzündeki temsilcileriydi ve kuşkusuz diğer insanlarla ‘aynı’ olamazlardı.

Dış görünüş olarak büyük ölçüde diğer insanlarla benzer olan, ancak yanakları daha kırmızı, boyları daha uzun, vücutları daha kaslı olan ‘üstün’ insanların bu durumlarının daha iyi beslenmelerinden kaynaklanması düşünülemezdi elbette! Onlara bu ayrıcalık, daha derinlerden bir güç sayesinde verilmiş olmalıydı. İşte burada devreye, ‘sarayın bilimi’ girdi. Bazı insanların, diğer insanlardan ‘daha insan’ olduğunu kanıtlamaya çalışan bu ‘bilim insanları’, dış görünüşteki farklılıkların yeterince ikna edici olmadığını görerek, farkı daha içeride aradılar: Kuşkusuz ‘yönetenler’ seçilmiş bir soyun kanını taşıyorlardı. Bu kanın sıradan insanların kanıyla karışması ise, ‘ideal’ insan soyunun bozulması anlamına gelecekti.

BAŞKA İNSANLARLA TANIŞINCA İŞLER İYİCE DEĞİŞTİ

Buraya kadar insan, ‘yönetenler’ ve ‘yönetilenler’ diye iki alt gruba ayrılmıştı. Ancak keşifler sonucunda, uzak diyarlardaki insanlarla tanışan insanlar şimdi yeni bir soruyla karşı karşıyaydı: Bu insanlar, ne yönetenlere benziyordu, ne de de yönetilenlere. Bu yeni insan grubu nasıl tanımlanacaktı? Burada devreye, yönetenlerin, krizi fırsata çevirme ‘içgüdüsü’ girdi. Keşfedilen bu canlılar insan bile değildi! Böylece kriz çözülmüş, bu canlılar, hem yönetenlere hem de bazı yönetilenlere hizmet etmek için yaratılmış ‘ilkel insanlar’ olarak kabul edilmişlerdi.

Bu durum, milyonlarca insanın köleleştirilmesine, vahşice katledilmesine yol açtı. Çoğu zaman, hayvandan bile değersiz görülen bu insanların tek suçu, ‘sarayın bilim insanları’ tarafından tanımlanan ‘ideal insan tipi’ne benzemiyor olmalarıydı.
İnsanların, farklı kıtalardaki insanların varlığından haberdar olmaya başlamasıyla birlikte, ‘nereden geldik’ sorusuna, ‘neden farklıyız’ ve ‘ilk kim geldi’ soruları da eklendi. ‘İlk insan nerede ortaya çıkmıştı?’ ‘Siyahlar, sonradan mı bozulmuştu, yoksa beyazlardan daha ilkel insanlar mıydı?’ Sorular çoğalıyor ancak nedense kimsenin aklına, ‘hepimiz insanız, bunlar da olsa olsa bizim farklı görünüşlerimiz olabilir’ yanıtı gelmiyordu. Çünkü bu yanıt, ‘yönetenler’in de ‘yönetilenler’le aynı olabileceği gibi ‘tehlikeli’ bir yanıtı daha beraberinde getirebilirdi ki, bu ‘felaket’ demekti. ‘Bilim insanları’, bu farkların nereden kaynaklandığını açıklamalı, ve ‘yönetenler’i bu sorularla muhatap olmaktan kurtarmalıydı. Onlar da öyle yaptılar.

FARK BULMA ÇABALARI, BEKLENEN SONUCU VERMEDİ

İnsanlar arasındaki farkın kaynağını bulma adına yapılan ‘bilimsel’ çalışmalar ilk başlarda başarılı gibi görünse de yeni bulgular elde edildikçe, eski tanımlamalar yetersiz kalıyordu. Ten rengi, kan grubu, kafatası büyüklüğü, göbek deliğinin pozisyonu gibi birçok morfolojik yani gözlemlenebilen etken, insanları sınıflandırmak için kullanıldı. Ancak bilimde ilerleme sağlandıkça, bu farkların insanları birbirinden kesin çizgilerle ayırmaya yetmeyeceği açığa çıkıyordu. Hatta bazen öyle sonuçlar ortaya çıkıyordu ki, kafatası büyüklükleri ölçülen dahiler, Afrika yerlilerinden daha ‘alt’ grupta yer alabiliyordu.

‘İNSAN ÇEŞİTLİLİĞİ’NİN NEDENİ NE?

Peki, ‘insan çeşitliliği’nin nedeni, ‘ırksal farklılıklar mı’ yoksa ‘evrimsel adaptasyonlar’ mı? Bu sorunun yanıtını vermek üzere yazılmış bir kitap, bu yazının da kaleme alınma nedeni oldu.

İstanbul Üniversitesi Antropoloji Bölümü’nde doçent olarak görev yapan Barış Özener’in yazdığı ve kısa süre önce kaybettiğimiz Kenan Ateş’in editörlüğünü yaptığı ‘İnsan Çeşitliliği’, yukarıda sorduğumuz sorulara verilen ilk yanıtların yanı sıra, modern bilimin verdiği yanıtları da akıcı bir dille sunuyor.

Son söz, Barış Özener’in: “Kafatası yalan söylese de gen yalan söylemez. %99,9 olarak aynıyız. Bir Avustralya yerlisini, Portekiz’den Brezilya’ya geçen birini ve bir Yozgatlıyı inceleyin. Aralarındaki fark sadece %0,01!”

İnsan Çeşitliliği
Barış Özener
Evrensel Basım Yayın
231 sayfa

ÖNCEKİ HABER

Ford işçisinden mektup: Bandın hızıyla oynanmasın

SONRAKİ HABER

Hindistan'da tapınakta yangın: 102 kişi yaşamını yitirdi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa