03 Nisan 2016 04:06

Biz nereden bilelim bu ‘bakara makara’ işlerini...

Paylaş

Rahmi EMEÇ

“Halka verir talkını, kendi yutar salkımı.”
Kötü ‘üvey baba sözlerimizin’ yanı sıra, böyle ‘özümüz’ de olabilmekte!
Olabilmekte ki, bu fâni dünyada yolumuzu bulamasak da kıblemizi tayin etmeye çalışmaktayız!
Talkın: öğüt, telkin.
Sözlükte böyle yazıyor.
Hem hayattayken veriyorlar bize talkını, hem ‘güzel ölüp’, son nefesimizi verdiğimizde, son yolculuğa yatırıldığımız mezarın başında…
Öyle umulmaktadır ve inanılmaktadır ki, hocanın verdiği talkın vesilesiyle, Allah Teâlâ o ölen kişiyi yargılarken, kabir suallerine de kolayca cevap vermesini sağlamakta…
Bu iyi bir iştir belki de, yasa masa tanımazların ve cami avlusunda oy filizlendirenlerin yaptıklarını pek meşru saydıklarından, nasıl bir talkın almaları gerektiğine kafa yormazlar!
Salkım’ı anlatmaya gerek var mı?
Anlatalım: bildiğimiz üzümün salkımı meselâ…
Dalından koparıldıktan sonra eskitilip ‘sarhoş edici’ hale geleni değil.
Bu ‘salkım’ı siz kâr getirici, ya da kâr gibi şu fâni dünyanın gözdesi bir iş olarak da algılayabilirsiniz.
Şimdiki egemenin ilginç taktiği şu: alkolü sevmez, sarhoştan nefret eder de, hanesini kapattığı meyin vergisini devlet kasasında ıslah ederek ‘helâl’e çevirip, yandaşına yedirir!

NE MUTLU ŞEHİT OLANA!

Son yılların en önemli talkınlarından biri, bir şehit cenazesinde söylenmemiş miydi?
Ne diyordu o ‘egemen’ ses?
Hatırlatayım, şöyleydi seslenişi: “İnanıyoruz ki şehadet makamına ulaşmış olan bu şehidi uğurluyoruz. Ne mutlu onun ailesine, ne mutlu onun yakınlarına.”
Neredeyse, o egemen sesin sahibine acıyacağız, “tüh, tüh” diyeceğiz, “Hiçbir yakını şehit olmamış, ne mutsuz insan!”
Öyle ya, bu kadar saray sahipliğine, bu kadar mutsuzluk verilir mi ya Rabbim!
Sen gel bu kullarının kaderini böyle yüksekten yaz, ama mutsuz et! Hani, ‘parayla saadet olmaz’ lafını yutturdukları gibi, para da onlardadır, saadeti de onlar sürer.
Ne diyelim, “Ey Allah’ım, çoğulundan ver ki, mutlulukları zirve yapsın!”
Nasıl talkın vereceklerini şaşırdıkları zamanlar da olmadı değil hani.
Enerji ve Tabii Kaynaklar eski bakanı Taner Yıdız, “Ben de şehit olmak istiyorum” çıkışında bulunmamış mıydı?
Ne kadar içten ve coşkulu bir istekti o!
Sırasını bekleyip bir türlü kurnanın başına yaklaşamamış ‘çöl susuzluğu’ gibi; ama içinden olduğu kadar, dışından da yanıp tutuşma hâli…
Olacaktı da, asker değildi işte. Fırsat bulamamıştı belki de.
Tabii Kaynaklar Bakanı pek tabii ki, halkından bu ‘mutluluğu’ almak, onu ‘mutsuz bırakmak’ istemiyordu!
Kilisli bir vatandaşımız, Yıldız’ı ‘mutluluğa kavuşturacak’ bir teklifte bulunmuştu.
“Kilis’imize gelmenizi ve şehitlik mertebesine ilimizde ulaşmanızı özlemle ve hasretle bekliyoruz, geleceğiniz günü bize bildirirseniz size THY’nın tarifeli Gaziantep hattına bir bilet gönderebilirim” diyordu.
Şu vatandaşımızın doğruluğuna, devlet malına gösterdiği özene, saygıya bakın, “seçimlerde kullandığınız devletin uçağını kullanın da gelin” demiyor, uçak biletini almaya hazır.
Şehit olamaz, hayatta kalma mutsuzluğuna düşer, gazi olursanız da üzülmeyin!
Sizin için ‘Ne mutlu” denmiyorsa da, hatırı sayılır bir ‘itibara’ sahibisiniz yine de.
Meselâ, günün birinde ‘tacizci’ olursanız, “Gaziyim, varlıklıyım, dindarım” der, ‘yırtmanın’ yollarını ararsınız!
Tepedekilerin verdiği ‘mesaj’ iyi algılanmıştır bu durumda.
Öyle ya, söylediğinin yeni bir ‘tecavüz’ olduğunu bilemeyecek kadar gözü dönmüşler korosunun seslendirdiği  “O saatte orada ne işi varmış?” cümlesi dolaşıma çıkmış ve tecavüzcüyü aklama operasyonuna başlamıştır çoktan!
Ben çok acıyorum bu AKP bakanlarının durumuna.
Bir türlü mutlu olamıyorlar.

AĞAÇ YAŞKEN EĞİLİR!

Ne kadar mutluluk, rahatlık, güzellik varsa hepsini halk kapmış! Bu memleketteki halkın ‘bencilliği’ dünyada yok zaten!
Ölen madencilerin ardından konuşan Çalışma Bakanı Ömer Dinçer de, madencilerin acı çekmeden öldüklerini belirtip, “Güzel öldüler” dememiş miydi?
Tepedekilerin yakınları, çocukları ve tabii kendileri bu mutluluktan o kadar uzaklar ki! Hey Allah’ım, bakanlık nasip ediyorsun da, niye mutsuz bırakıyorsun?
Seçim propagandasını cami avlusunda yapanın, bu konularda Diyanet çalışması olmaz mı?
Son yılların en iyi ‘siyasi aracı’ haline dönüştürülmüş Diyanet İşleri Başkanlığı’nın çıkardığı bir çocuk dergisinde mesele ele alınmış.
‘Ağaç yaşken eğilir’ diye düşünülmüş olmalı ki, insanın da küçüğünden başlamışlar işe… Küçükken aklı ermeyenin, büyüdüğünde de aklı ermesin diye düşünüyorlar besbelli!
Hemen yazılmalı, ‘şehitlik özendirilmeli’ ki, yarın öbür gün ‘niçin?’ sorusunu sor(a)masınlar.
Demesinler, “Hep niye yoksullar ölüyor?!”
Demesinler, “Niye bunların çocukları ateşten uzak?!”
Demesinler, “Artık ölmeyeceğiz!”
“Nasılsa cennete gidilecek, bundan daha büyük bir ödül var mı?” diyenler de çıkacaktır mutlaka.
“Yeryüzü cenneti onların, öbür cennet ne mutlu ki bizim!” diyen bir ‘şükürcü’ de her zaman mevcut olabilir.
‘Öbür taraftaki’ cenneti talkın malzemesi yapanlar, buradakini dibine kadar yaşayıp, salkımın ‘sefasını’ sürmekteler tabii…
Gerçi biz bilmeyiz, hepsini onlar bilir.
Bir milli golcümüz, milletvekili olmuştu da, “Büyüklerimiz bilir,” dememiş miydi?
Onlara öğretici olacak değiliz ya!
Ve tabii…
Biz nereden bilelim bu ‘bakara makara’ işlerini.

ÖNCEKİ HABER

Elmas yüklü bir gemi: Edip Cansever

SONRAKİ HABER

‘Ev mahremiyeti’

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...