02 Nisan 2016 00:52

Almanya basını: Erdoğan’ı ciddiye almayın!

Paylaş

Almanya’da kamu televizyonu NDR’in Extra 3 programında yayımladığı Cumhurbaşkanı Erdoğan ile ilgili videosuna Ankara’nın gösterdiği tepki, Alman kamuoyuyla federal hükümeti karşı karşıya getirdi. Almanya’nın Ankara Büyükelçisinin Türkiye dışişlerine çağrılması karşısında sessiz kalmakla eleştirilen hükümetten açıklama geldi. Gazetelerde video skandalı ve hükümetin tepkisinin üzerine çok sayıda yorum yapıldı. 

Die Welt gazetesi; “Aşırı tepkisiyle Erdoğan iki şeyi ispatladı: Birincisi videonun hedefi 12’den vurduğu... İkincisi de bu saçmalık, Cumhurbaşkanının Avrupa değerlerinden ne denli uzak olduğuna açıklık getirdi”  derken. Die Zeit, Alman hükümetine Türkiye’deki insan hakları ihlalleri konusunda sessiz kalmama çağrısı yaptı. 

FRANSA’DA GÜNDEMİ EMEKÇİLER BELİRLİYOR

İş yasasında değişiklik tasarısı da Fransa’nın gündemi olmaya devam ediyor. 9, 17 ve 24 Mart eylemlerinden sonra önceki gün genel grev gerçekleşti, 250 ayrı noktada yürüyüşler yapıldı. Toplam yapılan eylemlere 1.2 milyon işçi, emekçi ve genç katıldı. CGT ve FO gibi işçi sendikalarının yanı sıra UNEF, UNL ve FIDL gibi gençlik örgütleri de yasa tasarısını geri püskürtme konusunda kararlı olduklarını ilan ettiler. Sendikalar şimdiden 9 Nisan’da yeni bir dev gösteri yapmaya hazırlanıyor, ardından ise 1 Mayıs Mücadele Günü var.

İNGİLTERE’DE KAMULAŞTIRMA TARTIŞMASI

Bu hafta İngiltere’de ise Tata Çelik fabrikasının ülkeden çekilme ihtimalinin yarattığı tartışma gündemdeydi. “Bankaları kurtaran sistem neden çelik fabrikasının ayakta kalmasına yardımcı olmuyor” tartışması gündeme damgasını vurdu. Hükümet şirketi kamulaştırmayı reddederken sorunu da çözmeyeceğini iddia ediyor. Muhalefette olan İşçi Partisi de 40 bin işçinin işten atılmasını engellemek için çelik firmasının kamulaştırılması gerektiğini savunuyor.


BIRAKIN ERDOĞAN’I YAYGARA YAPSIN
Lenz JACOBSEN
Die Zeit

Türk Hükümeti Alman televizyonlarında yayınlanan bir hiciv videosu nedeniyle Alman konsolosunu iki kez Dışişleri Bakanlığına çağırdı. Alman Dışişleri Bakanlığının buna tepkisi  çok zayıf kaldı; Twitter’da yayınlanan tek cümle ile cevap verildi, basın ve düşünce özgürlüğünün korunacağı belirtildi. Başbakan herhangi bir açıklama yapmadı. Federal hükümet en sonunda çarşamba günü resmi bir açıklama yaparak basın ve düşünce özgürlüğünün pazarlık konusu yapılamayacağını bildirdi. Karşı taraf yaygara koparırken bizim tarafın tepkisinin çok zayıf kaldığını söyleyenler var. 

Gerçekten çok az tepki mi verildi ve bunun nedeni  mülteciler üzerine Türkiye ile yapılan anlaşma nedeniyle elin kolun bağlı olması mıydı?

Hayır! Almanya’nın kısa ama net mesajı yeterliydi. Bu kısa cevap, zayıflığın değil güçlülüğün simgesiydi.

Saldırılan gazetecilerin daha kapsamlı bir savunmaya ihtiyaçları yok. NDR’de videoyu yapıp yayımlayan gazeteciler, Erdoğan ve hükümeti için erişilebilir değiller. İstediklerini yapıp yayımlayabilirler ve bunu da tüm dünyayı seyirci yaparak çok güzel yerine getiriyorlar. Hiciv videosu sadece Almanca değil Türkçe ve İngilizce olarak internette ve televizyonlarda dolaşıyor.

Bu rahat durum karşısında Alman devlet adamlarının Erdoğan’a cevap vermeye kalkmaları Erdoğan’ın da istediği gibi onu ciddiye almaktan başka bir işe yaramazdı. İstediği kadar yaygara koparsın, küfretsin, konsolosu defalarca Dışişleri Bakanlığına çağırsın, haddini aşan tepkisi bizim için ‘hayır’dan fazla bir değer taşımıyor. 

Erdoğan’a retorik olarak onun istediği tarzda cevap verecek olsak ekmeğine yağ sürerdik. O, yıllardan beri, örneğin Gezi direnişinden bu yana olan biten bütün kötülüklerin ardında yabancıların olduğunu söyleyip duruyor. Önce Lufthansa’yı Gezi direnişinin ardında olmakla suçladı. Daha sonra görevini yapan gazeteciler, faiz lobisi ve ajan veya provokatörler olarak suçlu ilan edildi. Bu taktikle Erdoğan, ülkesini tümüyle içine kapatıyor, ‘Herkes bize düşman!’ fikrini  yaygınlaştırıyor. Bu nedenle, onu kendi yaygarasıyla baş başa bırakarak Türkiye halkının çoğunluğuyla Avrupa arasındaki bölünmüşlüğü daha da derinleştirmeyelim. Alman demokrasisinin sağduyulu davranacak kadar güçlü olduğunu bilelim.

Erdoğan’ın ne yazık ki NDR yapımcıları kadar korunmayan kurbanları var, onlara sahip çıkalım. Örneğin basın özgürlüğüne saldırıp muhalif gazetecileri zaman zaman ajan diye yargıladığında Almanya ve diğer ülkelerin konsolosları duruşmalara katılsın. Sözüm ona PKK ile mücadele ediyorum diye Kürt şehirlerini bombaladığında, insan haklarını ayaklar altına aldığında Türkiye’nin temsilcileriyle nerede görüşme yapıyorsak eleştirelim, kınayalım. Bu, herhangi bir ülkenin içişlerine karışmak değil gelişmelerin endişelendirdiği partnerin insan hakları konusunda uyarısıdır.   

İşte bu ciddi durumlarda sesimizi yükseltmeli, sert cevaplar vermeliyiz. NDR’nin yayımladığı hiciv videosunun yapımcıları kendilerini koruyabilecek durumdadırlar, diplomatik desteğe ihtiyaçları yoktur. 

(Çeviren: Semra Çelik)


ALMANYA’DA DA YOKSULLAR ERKEN ÖLÜYOR
Tanja WOLTER
Südwest Presse

Roma’nın varoşlarında, zenginlerle yoksullar arasında yaşam beklentisi çok farklı. Orada yoksullar 55-60 yaşlarında ölüyorlar. 21. yüzyıl Avrupası’nda hayret verici bir durum. Tabii ki Almanya’daki yaşam koşullarıyla karşılaştırılacak bir durum değil ama burada da yoksulların zenginlerden erken öldüğü belirlendi. Hem de öyle birkaç aylık bir fark yok. Yoksulların ömürleri zenginlerden oldukça kısa...

Gelir durumuyla ölüm arasındaki bağıntı yeni değil ve dünya çapında geçerli. Ancak Almanya gibi zengin bir ülkede, toplumsal farklılığın bu denli belirgin olması utanç verici ve şaşırtıcı. Bu farkın nedenleri arasında eğitim düzeyinin düşüklüğü, çok zor koşullarda çalışmak, hareketsizlik ve yanlış beslenme de yer alıyor. Yoksullar daha fazla sigara ve alkol kullanıyor. İşsizlik depresyona yol açıyor. 

Tabii ki Almanya’da yoksulluk parası olarak nitelenen ‘Hartz 4’le yaşamak zorunda kalanlar, derin dondurucu pizzalarıyla beslenmek yerine sebze satın alabilirler ve zamanlarını evde değil açık havada geçirebilirler. Ancak bu türden çağrıların başarılı olması için dilek ve temennilerin işe yaramayacağı da biliniyor.

Sosyal adaletsizliğin en acı sonucu yaşanacak yıllarının kaybedilmesi. Bunu önemsiz ya da fıtrat olarak görerek tartışmaktan kaçınmak imkansız. Yoksullukla mücadele etmek zorundayız. Bunun ilk yolu da eğitimde fırsat eşitliğinin tekrar ilk sıraya alınması. 

(Çeviren: Semra Çelik)


HÜKÜMET VE SENDİKALARIN MÜCADELESİNDE YENİ BİR AŞAMA

Michel NOBLECOURT
Le Monde

Yeni bir mücadele gününün ardından Manuel Valls geri atmayacağını ifade ederken, (iş) yasa tasarısının geri çekilmesini talep eden sendikalar da mücadeleye devam edeceklerini ilan ettiler. Eylemi gerçekleştiren iki temel sendika, CGT ve FO, daha eylem olmadan başarıyla geçeceğini öngörüyorlardı. Perşembe günü ise öngörüleri doğru çıktı. CGT  “devasa” bir yürüyüşten bahsediyor ve “1.2 milyon insanın” katıldığını ilan ediyor. Polise göre ise toplam katılım “Yaklaşık 390 bin oldu”, ama bu veri bile yeni bir aşamaya geçildiğini gösteriyor, zira polis verilerine göre 9 Mart gösterisine 224 bin kişi katılmıştı. CGT Genel Sekreteri Philippe Martinez, katılımın beklenenin daha da ötesinde gerçekleştiğini belirtiyor. Ona göre artık “Hükümet sokakta olanları görmek zorunda”. 

FO Genel Sekreteri Jean-Claude Mailly ise eylemlerin başarısına vurgu yaptıktan sonra hükümetin Anayasa’yı değiştirmekten vazgeçmek zorunda olmasıyla bir paralellik kuruyor: “Hükümet de akıllı olabilir. Ya tasarısında ısrar eder, ya da olacak diğer gösterileri göğüsler. Baskımız artarak devam edecektir.”

9 Mart’a göre 31 Mart eylemlerinin, özellikle de Paris dışındaki diğer şehirlerde, bir üst aşamaya sıçradığı açık. Demir yollarında greve katılım daha az olsa bile (9 Mart’ta yüzde 35.5 iken 31 Mart’ta greve katılım yüzde 24.2’ye düştü) gösterilere katılım oranı daha da fazlaydı. 

9 Mart’ta, 144 noktada gösteri olurken, 31’inde 250 ayrı noktada gösteriler oldu. Marsilya’da sendikalara göre 120 bin kişi katılmıştı (Polis sadece 11 bin 200 kişinin katıldığını belirtti), Bordeaux’da 30 bin (polise göre 10 bin), Rennes’de 10 bin (polise göre 6 bin 500), Toulouse’da 100 bin (polise göre 20 bin), Lyon’da 30 bin (Polis’e göre 15 bin) kişi gösterilere katıldı. Sadece polisin aktardığı sayılara baksak bile artışın olduğu açık bir şekilde görülüyor. Paris’te FO sendikasının sayımına göre 160 bin kişi katıldı […]

Sonuç olarak CGT ile FO’nun hedefleri milyonu aşmaktı ve gelinen aşamada 9 Mart’ta katılan 500 bin ikiye katlandı ve (bu kez) 1.2 milyon kişinin katıldığı ilan edildi. Bu başarının güveniyle iki yeni eylem günü için çağrı yaptılar. 5 Nisan’da parlamenterlere yönelik ve 9 Nisan Cumartesi ise daha geniş katılımlı eylem çağrısında bulundular. CGT, FO, FSU, Solidaires,UNEF, FIDL ve UNL, “Mücadeleyi daha da ileri götürerek devam etmeye kararlı” olduklarını ilan ettiler. Yasa tasarısı geri çekilene kadar devam etme konusunda kararlı olduklarını belirtiyorlar. […]

Hükümet cephesi, katılımın arttığını kabul etmekle birlikte yakında Mecliste tartışılmaya başlayacak […] yasa tasarısının geri çekilmesi fikrini kesinlikle reddediyor. […] CFDT sendikasının iki numaralı sorumlusu da “Eğer bu yasa tasarısı geri çekilirse işçiler açısından büyük bir kayıp olur” diye hükümete destek çıktı. Sendika, parlamento tartışmalarında tasarının daha da iyileşmesi için milletvekilleri üzerine baskı yapmaya hazırlanıyor. Diğer taraftan ise […] vatandaşlıktan çıkarma yasa tasarısından vazgeçmek zorunda kalan François Hollande ve Manuel Valls’ın, bu tasarıda da geri adım atmaları onları daha da zayıflatacaktır. İki taraf açısından da yeni bir aşamaya girildi artık. 

(Çeviren: Deniz Uztopal)


TATA ÇELİK ŞİRKETİNİN SATIŞ KARARI, ÜLKENİN MESELEYİ CİDDİYE ALMASI GEREKTİĞİNİN İŞARETİ

The Guardian 
Başyazı

Britanya çelik sektörünün girdiği kriz yeni veya beklenmedik bir durum değil. Tam tersi aylarca, hatta yıllar veya asırlardır bu sürece doğru ilerliyordu. Bu açıdan bakılınca, benzer bir dizi “darbeler” Britanya çelik sektörünü çökerterek, dünya lideri pozisyonundayken AB’deki beşinci üretici pozisyonuna düşmesine neden oldu.

Yine de Tata’nın verdiği karar, Birleşik Krallık çelik sektörüne, endüstriyel ve siyasi bakımdan etkileri büyük bir darbe niteliğinde olacak. Port Talbot’da, Birleşik Krallık’taki en büyük çelik fabrikasının olduğu bölgede, 4 bin iş tehlikede, üstelik oradaki toplumun varlığı çelik sektörüne dayanıyor. Fakat Tata firması, eğer tesislerini kapatırsa, ülke çapında en az 40 bin iş tehlikeye atılacak. Maliye Bakanı George Osborne’nun kasımda gövde gösterisi yaparak açıkladığı “Aktif ve sürdürülebilir sanayi stratejisinin” alay konusu olmasına yardımcı olacak.

Hükümetin, Britanya çelik sanayisinde çıkabilecek tüm sorunları çözebilmesini beklemek budalalık olur. Küresel piyasada çelik üretimindeki güç dengesi kararlı bir şekilde Çin’e kaydı, fakat aynı zamanda –özellikle de kamu harcamaları halen kısıtlıyken- Birleşik Krallık’taki çelik sektöründe asırlardır süren yetersiz bir yatırım söz konusu. Bunun yanı sıra uluslararası piyasada etkili rol oynayamaması güç kaybındaki bazı faktörler olarak değerlendirilmeli. Tata, aslında yatırımlarına uzun vadeli bakmaya çalışan bir şirket. Örneğin Port Talbot’ta yeni bir maden eritme ocağına yatırım yaptı. Fakat çelik üretiminin bazı maliyeti, özellikle de enerji fiyatları, ve Çin’de başlayan ekonomik yavaşlamanın etkileri şirketi zayıflattı. Çin’in ürettiği çeliği küresel piyasada çok ucuza satma kararı, Britanya dahil başka ülkelerdeki çelik üretimini çökertti.

Hükümet bu zor durumdan sıyrılmaya çalışmamalı. Ekonomik ve sosyal sorumlulukları var. Bu ülkenin çelik üretimini korumak için yapabileceği ve yapması gereken işleri var. Eski hükümetlerin yapması gereken işler de vardı. Çin tarafından ABD piyasasına atılan çelikleri engellemek için uygulanılan vergi tarifesi AB’de de uygulanabilirdi ama Birleşik Krallık buna sıcak bakmadı.  

Çelik üretiminin geleceğinin, kömür üretiminin geleceğinden çok daha iyi olacağı bir gerçek. Hükümet bir yandan demir yolu, nükleer ve geri dönüşüm projelerini desteklerken, piyasaya sunulan çelik ürünlerini hükümetin satın almamasını desteklemek komik bir durum, özellikle de çeliğin fiyatı uygun ücretteyse. 

Bu seçenekleri bu kadar geç zamanda ve Tata çelik firmasının satılma tehdidi varken yapmak trajik bir durum. Bu sorunun belirtileri bir kaç ay önce kendini gösterdi ve o zaman pazarlık/seçimler yapılmalıydı.

İçinde olduğumuz durum belli. Hükümetin, Talbot Limanındaki soruna bir istikrar getirmek için yapabileceği çok önemli işler var. Uzun vadeli bir plan sunabilmek için Tata şirketiyle çalışması gerek. Bu planlar çok önceden uygulanmalıydı ve uygulanılsaydı bu hafta farklı bir sonuç çıkabilirdi. Tata şirketi, firmayı çabuk satacak gibi görünmüyor ve mevcut piyasada bir alıcı bulması da biraz zor görünüyor. Hükümet hazırlıklı olmalı. Kısa dönemli kredi sunabilmeli, altın değerinde bir hisse satın alabilmeli veya gerekirse kısa dönemde şirketi kamulaştırabilmeli. [..]

Şu an dogmaların sırası değil. Çelik şirketini kurtarmak için bir plan ve uzan zaman hükümet tarafından gösterilmeyen bir sorumluluk gerekiyor.

Çeviren: Çağdaş Canbolat

ÖNCEKİ HABER

Allianoi için hukuk mücadelesi AYM’ye taşındı: İzi kalmasa da anısı var!

SONRAKİ HABER

Mülteci pazarlığı Washington’a uzandı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...