25 Mart 2016 00:33

Asırlık bir mirasın son temsilcisi: Neşet Ertaş

Paylaş

Sevda AYDIN
İstanbul

“Gramofon devrinden beri plaklarınızda, radyo icat edildiğinden beri ıradyolarınızda isteyerek veya istemeyerek dinlemek zorunda galmış olduğunuz, Neşet Ertaş dedikleri o “gara suratlı” benim efendim. Ayaklarınızın turabıyım, gonüllerinizin hızmatçısıyım, dertlerinizin ortaksıçısıyım ben.” diyor Neşet Ertaş konserden konsere, düğün sahnelerinden Bozkır köylerinin toprak meydanlarına kadar gezerken gördüğü her kimseye.

Ta ki sazının teline söz geçiremediği ana kadar. Buralarda çare bulmayınca Almanya’ya gider. “Bu ayrılık sana da kar etti, Ağla sazım ağlanacak zamandır Bu hasretlik her günümü zar etti, Ağla sazım ağlanacak zamandır” diyecek kadar uzun bir zaman kalır gurbet elde.  Çok bilinmez Ertaş’ın Almanya’da neler yaptığı, nasıl yaşadığı. Bugün vizyona giren “Ah Yalan Dünyada” belgeseli Ertaş’ın Almanya’daki yaşamı ve ardından Türkiye’ye nasıl döndüğünün hikayesini seyirciyle buluşturuyor.

ALMANYA’DA BİR DÜKKAN: SAZ HOUSE

Türkiye’nin, özellikle Anadolu’nun neredeyse üç kuşağı Neşet Ertaş efsanesiyle, onun yanık sesiyle büyür. Ertaş Almanya’ya gittikten sonra izi kaybolur. Hatta bir dönem üst üste Türkiye’de “Neşet Öldü” haberleri geçer. Tam da bu dönemde, 1984’ün şubatında  Yönetmen Reis Çelik Milliyet için Haldun Simavi’nin görevlendirmesiyle Almanya’da yaşayan Türklerle ilgili bir röportaj için mahalleri gezer. “Almanya’daki Çarşamba Pazarı” haberi Bir çarşıda “Saz House” yazan tabelaya doğru yönelir. İçeri girer, iki Anadolulu erkekle karşılaşır, röportaj yapar ve onlardan tabelanın da görünebileceği bir fotoğraf çekmek ister. Elbette saz mağazasının sahibi bu isteği geri çevirmez. “Tabi gardaş” der. Reis Çelik “Saz House” yazan tabelanın üstünde Neşet Ertaş da yazdığını işte bu anda fark eder. İçeriye girdiğinde Ertaş’ı tanıyamadığı için utanır, hüzünlenir.

Reis Çelik’in bu haberi Türkiye’den de ilgi görür. En azından pek çok Türkiyeli artık Neşet Ertaş’ın yaşadığını da duyar.
“Dost elinden “gel” denmeyince varılmaz” sözüyle gitmediği kapılardan dost yüzleri gelir, bulur Ertaş’ı. Belgesel çekimleri yapılır, konserler düzenlenir, TV programlarına katılır. Ardından Kalan Müzik’in Anadolu müzikleriyle ilgili yaptığı çalışmada Muharrem Ertaş’ın eserlerinin kullanılması için izin verir. Bu tanışma 2000’deki Harbiye konserine kadar ilerler. Konser için en büyük kaygısı unutulmuş olduğuna olan inancı olur. Zar zor ikna edilen Ertaş, konser günü 5 bin kişilik salonun dolmuş olduğunu öğrendiğinde çok sevinir, ama konser salonuna “gara yüzlü, Kırşehirlilerin” giremediğini öğrenince bu kadar hazırlığa, o kadar kalabalığa rağmen onların da içeriye alınması için diretir, “Yoksa çıkmam” der. Salonun etrafında toplanan “Gara yüzlü hemşehrileri” içeri alınır.

Bu konser Ertaş’ın da yaşamında önemli bir heyecan yaratır. Devlet Sanatçılığı unvanı teklifi alır reddeder, İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuarının girişimiyle, UNESCO’nun ‘Yaşayan İnsan Hazinesi’ ilan ettiği Neşet Ertaş’a fahri doktora unvanı verilir.

'GÜLÜM DİYORSUN, GÜLÜN KOKUSU GELİYOR'

Neşet Ertaş’ın şimdiye kadar bilinmeyen bir çok anı ve konuşmaları yer alıyor belgeselde.  Hasan Saltık, Bayram Bilge Tokel, Erol Parlak, Uğur Yücel, Can Dündar, Cengiz Özkan, Erdal Erzincan, Erkan Mumcu, Reis Çelik, Feryal Öney, Vedat Yıldırım, Candan Murat Özcan, Sebahat Deniz, Derviş Deniz gibi isimler büyük ustayla geçirdikleri özel zamanları, onlarda kalan Neşet Ertaş’ı anlatıyorlar.

Uğur Yücel, Neşet Ertaş’la tanıştığı o dost meclisini anlatıyor. Neşet Ertaş çalıyor onlar dinliyor hayranlıkla. Bir ara şöyle bir konuşma geçiyor aralarında: “Ya Uğur’um siz benim neyimi seviyorsunuz? “Ya Neşet abi ‘gülüm diyorsun, gülün kokusu geliyor, ‘gonül’ diyorsun gönlün yarası geliyor. İnsanların bir şeylerine, içlerine dokunuyorsun. Bu yüzden seviyoruz seni”.
İçindeki insan sevgisiyle, küçük yaşta gönlüne düşen “bir Ahu gözlünün” sevdasıyla, yoksulluğun acı yüzüyle, mütevazılığı ilke edinen tutumuyla gönüllerin sanatçısı olabilmişti Ertaş. Tıpkı Demirel’in devlet sanatçılığı teklifini götüren heyete dediği gibi o halkının sanatçısıydı. Asırlık bir mirasın son temsilcisi, Anadolu’nun efsanesinin yaşamına daha yakından bakabilmek için, Ertaş’a bir kez daha kulak vermek için belgeseli izlemenizi öneririm.

MUHARREM ERTAŞ VE NEŞET ERTAŞ HEYKELİ

Zamanın Kültür Bakanı Erkan Mumcu, Muharrem Ertaş ile Neşet Ertaş’ın Kırşehir’e heykellerini yaptırmak ister. Yapılacak heykelin resimleri çizdirilir. Çizilen resimleri inceledikten sonra alıp Neşet Ertaş’ın yanına giderek elindeki çizimleri gösterir.
Çizilen resimlerin içinde Muharrem Ertaş ve Neşet Ertaş’ın ellerinde sazlarıyla değişik resimler vardır.

Bu resimlerin birinde, baba oğul eşeğin üzerindedirler. önce bu heykeli kabul eder, fakat  kısa bir süre sonra yetkilileri arar ve babası Muharrem Ustayı heykeldeki eşekten indirmesini ister. Çünkü Ertaş’a göre “o da bir can” dır. Kimseyi dinlemez, “Bu heykeli kabul edemem” der. Bunun üzerine Kültür Bakanlığı, heykeli değiştirir. Terme’deki heykel şimdiki şeklinde Muharrem Ertaş, hayvanın yanında bağlaması ile bir taşın üstünde oturmaktadır. Neşet Ertaş da bağlamasını kucaklayarak, babasını dinlemektedir.

ÖNCEKİ HABER

Türkiye, İsveç'i 2-1 yendi

SONRAKİ HABER

Brüksel’de hem öfke hakim hem birlikte yaşam direnişi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...