19 Mart 2016 00:51

Birimiz bile özgür değilsek hepimiz tutsağız

Paylaş

Özlem Akarsu ÇELİK

Kanlı Ankara saldırısının ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Terörün ve teröristin tanımı değiştirilmeli!” diye buyurdu. Uluslararası haber ajansları Erdoğan’ın açıklamasını “son dakika” anonsuyla geçti. Ne demişti Erdoğan? “Akademisyen olması, gazeteci olması, STK yöneticisi olması, aslında o kişinin terörist olduğu gerçeğini değiştirmez. Bombayı patlatan terörist olabilir ama o eylemin amacına ulaşmasını sağlayan bu yardakçılardır. Terör ve terörist tanımını en kısa sürede yeniden yaparak Ceza Kanunu’na almalıyız. Bu mesele basın özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü meselesi değildir... Bir takım çevreler yol ayrımı durumundalar. Ya bizimle olacaklar ya da teröristin yanında yer alacaklar.”

Ve yargı yine bizi yanıltmadı, kendisine bu sözlerden gerekli vazifeyi çıkartması bir gün sürdü. “Bu suça ortak olmayacağız” bildirisini imzalayan 1128 akademisyen arasında yer alan ve 10 Mart’ta yeniden bir basın açıklaması yaparak barış talebinde ısrarcı olduklarını açıklayan, Esra Mungan, Muzaffer Kaya ve Kıvanç Ersoy “Terör örgütü propagandası yapmak” suçlamasıyla mahkemeye çıkarılarak tutuklandılar. 

Havuz medyasındaki haberlere göre AKP’li hukukçular, terör suçunun TCK’de tanımının yapılarak Ceza Muhakemesi Kanunu’nda yer alan katalog suçlar kapsamına alınmasını tartışmaya başladılar bile. Köşe yazısı, sosyal medya paylaşımı, haber ya da başka yollarla propaganda yapana nasıl cezalar getirileceğine kafa yoruyorlar şimdi. 

Haberi görünce aklıma doçentliğini alan ama kadrosuna bir türlü kavuşamayan akademisyen arkadaşımın yakın bir zamanda yaşadıkları geldi. Rektörün odasına çağırılan akademisyene “Sana bunlar yüzünden kadro vermeyeceğiz” denilmişti. Onlar ne miydi? Gösterdikleri kara kaplı dosyanın içinde arkadaşımın kişisel facebook hesabından yaptığı özel üç beş paylaşım vardı sadece. 10 Ekim Ankara Katliamı’na gösterdiği tepki, HES’lere karşı çıktığını belirten birkaç karikatür, Cizre’de 30 günlük bebeğin öldürülmesini lanetleyen bir cümle... 

Diyeceğim o ki, terör ve teröristin tanımı, zat-ı muhteremin ısrarlı söylemleri sonucu epeydir genişledikçe genişlemişti zaten. Ancak bu sadece bir algı yönetimiydi. Şimdi bunun yasal zeminini yaratmak için kolları sıvadılar. Bundan sonra başımıza gelecekleri kimse tahayyül edemez. 

Her alanda insan hak ve özgürlüklerine saldırının sürdüğü, kişilerin pervasızca ve hukuksuzca özgürlüklerinden mahrum bırakıldığı ve hatta öldürüldüğü bir ortamda, bu gidişata itiraz eden herkesin ayrı bir kıymeti var ve tüm bu seslere kulak vermek zorundayız. Özgürlükler için mücadele eden insanlardan son zamanlarda en sık duyduğumuz söz, “Nerede ne oluyor, kimin başına ne gelmiş, artık takip etmekte zorlanıyoruz!..” Haklılar. Ancak meslek örgütleri, sivil toplum kuruluşları, hak mücadelesi veren her türlü demokratik örgüt bu günler için var. Tüm bu sözleri ortaklaştırmaktır sorumlulukları. Her ne kadar onları da türlü soruşturmalarla korkutmaya, sindirmeye çalışsalar da cesur sesleri bizlere ulaştırmak onların görevidir. Yoksa insanlar kendi mücadele alanlarında, başa çıkamayacağı bir güçle savaşıp dururken kaybolup gidecekler.

İşte sesini çıkaranlara bir örnek! Muğla Tabip Odası Başkanı Dr. Çağlayan Üçpınar, 37 sivilin hayatını kaybettiği  Ankara saldırısından bir gün sonra gerçekleşen Tıp Bayramı nedeniyle yaptığı konuşmasının sonunda, davetliler arasında bulunan Muğla Valisi Amir Çiçek’in, “Burası ideolojik tartışma yeri değildir” tepkisiyle karşılaştı. 

Valiyi sinirlendiren o konuşmada neler söylemedi ki Dr. Üçpınar! “Ülkenin her yeri patlıyor, onlarca insan ölüyor... Sağlık tesisleri karakol haline getirilip çatışmanın odağına çekiliyor, çözüm olarak zırhlı ambulans gönderiliyor...” cümlesi, her satırı Türkiye’de olan biteni tüm çıplaklığıyla anlatan o konuşmadan küçücük bir bölümdü sadece. Kendisini arayıp bu karanlık günlerde Muğla’dan böyle bir sesin çıkmasına şaşıran olup olmadığını sordum ve de meslek örgütlerinden veya sivil toplum kuruluşlarından kendisine destek gelip gelmediğini. Üçpınar da aynı durumdan yakındı: Her çalışanın örgütlü kurumu öyle sorunlarla uğraşıyor ve mücadele alanı o kadar geniş ki, kimsenin kimseden haberi yok!

Ölümlerde bile ayrıştırılmak istendiğimiz, kör şiddete alıştırılmaya çalışıldığımız bu karanlıkta yolumuzu bulabilmek için el ele tutuşmalıyız. Bunu yapmazsak Kürt-Türk, Artvinli-Somalı, doktor-işçi, memur-öğrenci, işsiz-sığınmacı, beyaz yakalı-lümpen kim olursa olsun “onlardan değilse” yaşaması mümkün görünmüyor. İçi boşalmış bir çok sloganı kenara bırakıp “Birimiz bile özgür değilsek hepimiz tutsağız” sözüne sarılmamız gerekiyor.

 

ÖNCEKİ HABER

Dünyada çürümüş bir şeyler var

SONRAKİ HABER

Meslek olarak geçici çalıştırmanın otopsisi: 8 teşhis

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...