11 Mart 2016 00:51

O’nsuz kalan anneler

Paylaş

Sevda AYDIN
İstanbul

Yönetmenliğini Ufuk Erden’in yaptığı O’nsuz filmi Türkiye’nin yedi bölgesinden evladını yitiren annelerin hikayesini anlatıyor. ProletarYapım’ın ortak projesi olan film, Nisan ayında İstanbul’da annelerin de katılımıyla galasını yapacak. 

Annelerin kayıplarının ardından yaşamlarından bir günlerine tanıklık ettiğimiz O’nsuz filmini, yönetmeni Ufuk Erden anlattı.

Bu filmi çekmeye nasıl karar verdiniz?
Bu filmi çekmeye karar vermemin ilk nedeni vicdan meselesiydi açıkçası. Ben de bir sinemacı olarak o kaybettiğimiz güzel insanların ve annelerimizin filmini yaparak bir farkındalık yaratmak ve O’nsuz bırakılanlara dikkat çekmek istedim. Hoş daha film bitmeden önce Suruç ve sonra Ankara Katliamı ardından doğuda başlatılan saçma sapan bir savaş, katledilen onca insan derken O’nsuzlar ordusu büyüyüp durdu/duruyor maalesef. Senaryo aşamasında bunu birkaç anne üzerinden değil Türkiye’nin yedi farklı bölgesinden yedi anneyle anlatmanın daha doğru olacağını düşündüm. Çünkü insanlar buna hep bölgesel ya da kimliksel olarak bakıyorlar. Ben buna karşıyım. Acının rengi, dili, dini, mezhebi, milleti olmaz olmamalı. Buna böyle baktığımız zaman insanlığımızı geri kazanacağız bence.

‘BU ISTIRAP İHTİYARLAMAZ’

Türkiye’nin yedi bölgesinden evladını kaybeden annelerle görüştünüz. Tüm bu yolculuklar sizde nasıl bir yer bıraktı?
Derinden etkilendik ekip olarak. Biz tabii ki bunun zor olacağını biliyorduk ama bu kadarını da ne yalan söyleyeyim beklemiyorduk. Zorluktan kastım dediğim gibi vicdan ile alakalıydı. Yoksa aileler daha projeyi anlattığımızda bizlere sonsuz güven besleyerek kapılarını açtılar.  Biz de onlara filmi birçok kişiye ulaştıracağımıza dair söz verdik. Dile kolay Roboskî’den Hopa’ya toplam yaklaşık 5 bin kilometre yol yaptık. Şehir tabelaları, ailelerin adları, kültürleri değişti ama acı hep aynıydı. Zaten bizim de anlatmak istediğimiz buydu. Daha önce belirttiğim gibi acının dili, dini, mezhebi yoktur. Tıpkı senaryo aşamasında duvarıma koca harflerle yazdığım Victor Hugo’nun şu sözü gibi; “Evladını kaybeden bir anne için her gün ilk gündür, bu ıstırap ihtiyarlamaz…” 

ANNELER MAHKEME KORİDORLARINI AŞINDIRIYOR

Kayıplarından önce annelerin sıradan, normal bir yaşamları vardı. Şimdi ise günleri nasıl geçiyor. Annelerin yaşamlarındaki bu acıyla gelen değişimin etkilerine dair sizin gözlemleriniz neler?
Bir kere çok güçlüler bunu rahatlıkla söyleyebilirim. Çünkü mücadeleye devam ediyorlar. Askerde terhisine sadece 23 gün kala 24 Nisan’da katledilen Sevag davası devam ediyor, Ani anne hâlâ adalet istiyor. Soma çok taze ama Gülsüm anne üç yaşında ve bir 

buçuk yaşında yetim kalan torunlarının hesabını sormaya çalışıyor. Emel anne, Ali İsmail davasının temyiz duruşmalarında mahkeme koridorlarını aşındırıyor, Umutları var mı? Varsa da çok az. Malum sansür, baskı ve zulüm sürecinden geçiyoruz. Artık kimi kime şikayet edeceksin. Kazım Koyuncu’nun annesi Hüsniye anne de Hopa’ya onkoloji hastanesi yapılması için ve HES lere, nükleer santraller yapılmasına karşı destek veriyor. Sivas Katliamı’nda iki kızını birden yitiren Yeter anne de duvarında hâlâ iki katilin isminin yazılı olduğu adına bilim Merkezi dedikleri yerin utanç müzesi olması için mücadele ediyor. Diyarbakır’daki Dilşah annemiz zaten Barış Anneleri sözcüsü, o yaşına rağmen her cumartesi oturma eylemine katılıyor. Bir yandan da daha duyarlılar artık. Ta Roboskî’den Soma’ya taziyeye gelmeleri bunun bir ispatı. 

FİKRİ BEĞENDİLER AMA AİLELERE MÜDAHALE ETMEK İSTEDİLER

Filminize hiç bir kurumdan destek alamadığınızı belirtiyorsunuz. Sizce bunun nedenleri neler?
Birkaç yapımcıyla görüştük. Projenin yani Türkiye’nin yedi farklı bölgesinde, evladını kaybetmiş yedi annenin bir günlük sessiz hikayesi fikrini çok beğendiler. Ancak annelere müdahale etmek

istediler, yani anneleri değiştirmek gerektiğini söylediler. Onlara göre aksi halde projeye destek bulunamazdı. Hem böyle bir film yapmak ilk uzun metraj filmini yapacak bir yönetmenin kariyeri için çok tehlikeliydi. Fişlenecek ve bundan sonra yapacağı filmler için devletten herhangi bir destek bulamayacaktı falan. Haklılardı da bunu ben de biliyordum ama ben senaryo aşamasında anneleri

kararlaştırmıştım zaten, bu konuda asla taviz veremezdim. O yüzden ya filmi yapamayacaktık ya da kendi imkanlarımızla yapacaktık. Sağ olsun ekip arkadaşlarımızda hiçbir maddi beklenti içinde olmadıklarından el birliğiyle filmi tamamladık. Hepsinin emeği büyük bu filmde. Yine de maddi açıdan sıkıntılarımız da oldu tabii. Bir de belirtmeden geçemem filmin yönetmeni olarak bazı teknik sıkıntılarda yaşadık. Çoğu yerde tek çekim aldık yani tekrar yapmadık. Bu da kurguda bizi çok zorladı ama sonuçta samimi bir docudramafilm oldu bence.

 

FESTİVAL SANSÜRLERİNE TAKILMAK İSTEMİYORUZ

Filmin gösterim takvimi nedir?
Şimdi İstanbul Film Festivali’ne gönderdik filmimizi. Eğer ön elemeyi geçerse ilk gösterimini 07-16 Nisan arasında festivalin belirleyeceği bir günde yapacağız. Eğer festivalde ön eleme sansürüne takılırsak 23 Nisan’da kendi imkanlarımızla yapmaya çalışacağız. 23 Nisan Çocuk Bayramı’nda evladını kaybetmiş annelerimizin filmini izlettirmeyi ben şahsen çok istiyorum. Zira çocukları devletin sorumsuzluğu yüzünden ellerinden alınmış aileler ve resmi Çocuk Bayramı çok büyük bir ironi bence. Sonrasında duyarlı belediyeler ve kültür merkezleri hedefimiz olacak gösterimler için. Bunun için belediyelerle irtibat kurmaya çalışıyoruz ama politik bir filme bulaşmak istemiyor çoğu. Bu da bizi kara kara düşündürüyor açıkçası ama mücadeleye devam edeceğiz. Zira annelerimize filmi herkese ulaştıracağımıza dair söz verdik. 

ÖNCEKİ HABER

Rusya, 'Asker yunus' programını yeniden başlatıyor

SONRAKİ HABER

Micha'da 40 işçi zehirlendi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...