29 Şubat 2016 01:02

İçmeler Köprüsü’ne bak, kiralık işçilikte geleceği gör

Özel istihdam bürolarının yaygınlaştırılmaya, kiralık işçiliğin getirilmeye çalışıldığı bu dönemde gittiğimiz Tuzla İçmeler’deki işçi pazarı, hükümetin ve patronların, işçiler açısından nasıl bir çalışma yaşamı arzu ettiklerinin tablosunu sunuyor adeta.

Paylaş

Uğur ZENGİN
İstanbul

Neredeyse herkesin bildiği Kibar Feyzo filminde, borcunu ödemek için İstanbul’a gelen Feyzo’nun ilk durağı şehrin işçi pazarıdır. Feyzo, “Valla hakim bey, kasabanın hayvan pazarında daha bir itibar görüyor hayvanlar” diyerek başlar, işçi pazarını anlatmaya. Ardından görüntüye işçi pazarına gelen kamyonetin başındaki takım elbiseli adam girer. “10 kişi lazım, 10!” diye bağırır, bir yandan da işçileri seçmeye başlar; Sen, sen, sen!..  “Ben, ben” diyerek kendisini seçtirmeye çalışan Feyzo, başarılı olamaz. Feyzo son çare olarak seçilmediği halde kamyonete atılmakta bulur. “Sen gelme ulan ayı” der takım elbseli adam. Kamyonetin arkasından “Ayı babayndır itoğlu it” diye kızar Kibar Feyzo. Ardından bir semer kiralayıp hamallığa başlar. Gerekçesini, “Bu şehirde önüne gelene kulluk etmek ağır gelmiştir bana” diyerek açıklar.

İŞÇİ PAZARLARI YAYGINLAŞTI
1978 yılında çekilen filmin bu sahnesi, her gün İstanbul’da, daha ağır koşullarda, can yakıcı haliyle çekilmeye devam ediyor. Kaynarca, Aydınlı, İçmeler... İstanbul’da her yerde İşçi pazarı var. Yıllarca buralarda çalışan işçilerin söylediğine göre işçi pazarları bugün daha yaygın.
Feyzo’nun hemşerisi olan yüzlerce Urfalı, şehrin onlarca işçi pazarından biri olan İçmeler durağında bekliyor. İçlerinde 20-25 yaşlarındaki gençler, 10 çocuk babası erkekler, üniversite okumaya çalışan öğrenciler var... “Aç olan, burayı öğrenen geliyor. Suriyeliler de çoğaldı daha önce aylıkçı çalışan aylıkçılığı bırakıp buralara düştü. Yazın burada 200 kişi oluyor, iş olmuyor. Her gün 10 kişi gelse hepsi 2 adam alsa diğerleri oturur yerinde.”

‘NE KIŞIM KIŞ, NE YAZIM YAZ’
İşçilerle muhabbete “Ne bekliyorsunuz burada?” sorusuyla başlıyoruz. “Rızkımızı bekliyoruz” diyorlar, “Sabah 6’dan akşam 7’ye kadar bekliyoruz. Bize saat yok. Bir haftada kaç gün iş buluruz belli olmuyor. Bazen hiç çıkmıyoruz. Mesela geçen cumadan beri oturuyoruz. Cebimize bir kuruş girsin gidip çorba içelim diye bekliyoruz.”
İçmeler durağında bekleyenlerin neredeyse hepsi Urfalı. Biniset ve Abadi aşiretlerine mensup Urfalı Araplar, Urfa’da iş bulamadıkları için buraya geliyorlar. Sigorta, işçi güvenliği, iş garantisi, tazminat, sendika, kural, kaide yok... Çoğunun dörtten fazla çocuğu var, aileler Urfa’da bırakılmış. 1300 lira olan asgari ücret geçinmeye yetmiyor. Kendi memleketlerinde iş istediklerini söylüyorlar. İçlerinden biri “Ben 15 yıldır böyle gurbete çıkıyorum. Ne kışım kış, ne yazım yaz. Bu ne kadar gidecek böyle?” diye soruyor.
Durakta bekleyen herkesin iş bulma garantisi yok. Pazara geldikten sonra kaç saat süreceği belli olmayan bekleyiş başlıyor. İşe gitmek için bir minibüsle işverenin gelmesi gerekiyor. Minibüs yaklaşacak, içindeki kişi “Bana şu kadar kişi lazım” diyecek, ücreti söyleyecek ve minibüse yakın olan kişi işi ‘kapacak.’ Bir işçi şöyle anlatıyor: “Arabayı gördün ya, herkes koşar. Kim koşmazsa durakta kalır. Kim işverenle konuştuysa, kim cama en yakınsa işe gider. Araba geliyor arabaya bile saldırıyoruz abi ya. Yeri geldi mi adam korkuyor gidiyor. Yeri geldi mi kendimizi tehlikeye bile atıyoruz...”

‘ÇAĞIRIRSA GİDERİZ...’
Çıkan işlerin çoğu inşaat, ev taşıma, temizlik gibi ağır işler. 28 yaşında, 4 çocuk babası İsmail Toprak anlatıyor: “Urfa’dan 15 yaşında geldim. 2003’ten beri burada bekliyoruz. Bir gün iş çıkıyor, bir gün çıkmıyor. En son kum temizleme işine gittim. Bazen ev taşımaya gidiyoruz, bazen bahçe temizliyoruz, bazen inşaata gidiyoruz. Tersanenin yevmiyesi az geliyor. Urfa’da iş imkanı bulsam buranın kahrını çeker miyim? Orada çoluk çocuğumun yanında otururdum. Ama orada iş yok, fabrika bile bulamazsın. Arazisi olan arazisiyle geçiniyor, olmayan geliyor burada sürünüyor işte. Sürünme değil de ekmek parası için...”
Başka bir işçi söze giriyor; “Fabrikaya girsem asgari ücret. 9 çocuğum vardır benim. Okula mı yetiştireyim, eve mi yetiştireyim ben de kararsız kalmışım yani.”
İsmail ile beraber kum temizlemeye gidip akşama kadar çalışmışlar, aralarında şu diyalog geçiyor:
- Yarın belki o tarafa gideceğiz.
- Çağırırsa gideriz çağırmazsa yapacak bir şey yok.

KİMSENİN YAPMADIĞI İŞLER
İşverenle anlaşıp, bir ay boyunca bir işyerinde çalışanları da var. “Aylıkçılar” denen bu işçilerin yapmadığı işler, “günlükçüler”e kalıyor. Beş yıldır bu durakta iş beklediğini söyleyen 23 yaşındaki Abdullah’ın anlattıkları, aradaki koşullarını ortaya koyuyor: “Milletin yapmadığı işi biz yapıyoruz. Mesela gidiyoruz aylıkçı çalışan fabrikalara, adam indirmiyor ağır malzemeyi, çünkü onlar aylıkçı. E bizi alıyorlar mecburen, gidip indiriyoruz. 150 kiloyu 3-4 kişi kaldırdığımızı hatırlıyorum ben. Geçen gün bodrumda rögar patlamış onu temizlemeye gittik; yemek bile vermedi adam. Başka bir gün de sabah kalktım, kahvaltımı yaptım, buraya geldim, saat 7’ydi. İş bekledim 11’e kadar. Deri sanayinden iş geldi. Benim şansımdı, ben önden gittim. İki kişi gittik mutfaktan çıkan havalandırma borusunun içine girdik. Yağ dolu. Yağ yanmasın diye yağı temizledik. 5 saat sürmüştü, 100 lira aldım. Ama iş kötüydü, adam acıdığı için verdi.”

‘BAZISI İYİ, BAZISI SU VERMEZ’
Kendilerine iş verenlerin isnafına kaldıklarını anlatırken, “Bazıları iyi, bazısı su bile vermez” diyorlar. İçlerinden biri öfkeyle söze giriyor; “İş güvenliği olmadıktan sonra bunun nesi iyi? Senin başına bir şey gelse ne olacak? Adam gelip 100 milyonu veriyor da senin başına bir şey düşse gideceksin.” Bir başkası devam ediyor: “İnsan zor durumda kalmadığı sürece bence en son yapacağı işlerden bir tanesi budur. Ben buraya zor durumda kaldığımda geliyorum yoksa gelmem!”

YEVMİYE HER ŞEY DEMEK
İşin kabul edilmesinde neredeyse tek etken yevmiye. İşin ne olduğu, kaç saat çalışılacağı detay olarak kalıyor. Bunlar çoğu zaman yolda öğreniliyor. İşçilerin ayda ne kadar kazandığı belli olmuyor. Bazen hiç iş olmuyor. Örneğin Tuzla Tersanesi, onlar için makul değil, yevmiyesi az. “Tersanenin yevmiyesi bizi kurtarmıyor. İşine göre değişiyor yevmiye. En fazla 100 lira. Ortalama 50-60 liradır. Ne iş bulursak gidiyoruz biz buradan. 14 saat çalışacağız 100 milyona falan. Bir de ağır iştir; ev işi, sıva, demir işi, yeri geliyor tuvalet temizliyoruz. Beş senedir burada bekliyorum, 18 yaşından beri. Fabrikaya giriyorsun, maaş asgari ücret. Burada kira 600-700 milyon” diyor 23 yaşındaki Abdullah.
İş ne kadar ağır olursa olsun yevmiye en fazla 100 lira oluyor: “Bir hafta önce derinliği 2 metre, genişliği dokuz metre çukur kazdık iki kişi. Adamın verdiği 100 lira para.”
İşçiler bazen çalıştıkları paranın tamamını bazen de bir bölümünü alamıyor: “Geçen sene 11. ayda birisinde çalıştım, hâlâ 600 milyon param duruyor, vermiyor paramı. Bazen 100 lira diyor durakta, gidiyorsun 70 lira verip gönderiyor. Geliyorlar bazıları burada dalga geçiyorlar. Ne bileyim iş var hesabı. 10 liraya, 20 liraya iş var diyorlar. Burada oturacağına gel bende çalış 20 liraya diyorlar. Bizi insandan saymıyorlar.”

20 KİŞİ AYNI EVDE
İşçiler ambar dedikleri, bodrum katta tek odalı evlerde en az 5, en çok 20 kişi kalıyor. Beş kişiden sonra ev sahibine kişi başı 100 lira veriliyor. Yemek tek tencerede pişiyor, hep beraber yeniyor. Genellikle sofrada olan bulgur ve makarnanın yanına pahalı bulunan sebze alınamıyor. Durağa yakın bu evlerde bir banyo var. Yer yataklarında yatılıyor. Dolap yok, kıyafetler duvarlara çakılmış çivilere asılıyor.
Haberleri küçük ekran bir televizyondan izlediklerini söylüyorlar. Ankara’daki patlamaya çok üzüldüğünü söylüyor biri: “Türkiye’nin neresinde bir şey olsa canımız acıyor. İnşallah herşey düzelir, koskoca dünya bizi mi almayacak!”

ÜNİVERSİTELİ ALİ
Durakta bekleyenlerden biri Sakarya Üniversitesi Tıbbi Lavaratuvar Bölümü öğrencisi Ali Aslan. Tatillerde geliyormuş durağa. Yazın burada çalışıp kazandığı parayla bir dönem özel üniversiteye gitmiş. Parası yetmeyince Sakarya Üniversitesine yatay geçiş yapmış. Abileriyle beraber durağa gelen Ali, “Burada bildiğiniz Kemal Sunal filmi çekiliyor. Orada sen gel sen gelme deniyordu. O tabir burada da işte aynı” diyor.

FABRİKA SOYMAYA GÖTÜRDÜLER
Yaptıkları işte hiçbir güvenceleri olmadığı gibi can güvenlikleri de yok. Geçen yıl başlarından geçen bir olayı şöyle anlatıyorlar: “Bazıları geliyor, buradan işçi alıyor bir yeri mi soyacak ne yapacak bilmiyoruz.  Geçen sene öyle bir olay oldu. Adam fabrikayı soyacakmış, buradan elemanları alıyor bırakıyor fabrikaya, diyor ki bu fabrikanın üstünü indirin, demirleri indirin yükleyin arabaya. Güpegündüz... Bunlar da yüklüyor arabaya. Arabayı dolduruyorlar, adam kalanları da indirin ben geleceğim diyor, gidiyor. Sonra polisler fabrika sahibiyle geliyor, işçileri alıyorlar, zor bıraktılar.”

‘BABAMIZ NASILSA BİZ DE ÖYLE OLDUK’
23 yaşındaki Abdullah okulu 7. sınıfta bırakmış. “Babam, 10 kardeşine bakmak için babasıyla birlikte 14 yaşında İzmir’e gidip boyacılık yapmış” diye anlatıyor Abdullah. “Babamız nasılsa biz de öyle olduk yani” diyor: “Babam da İzmir’e gidiyordu 2-3 ay çalışıp geliyordu. Kazandığı parayla gelip geçindiriyordu bizi. Şimdi ben de öyleyim abim de kardeşim de öyle. 17 yaşıma kadar İzmir’deydik. Sonra abim İstanbul’a geldi, inşaatta çalıştı, sonra kardeşim geldi. Sonra tekrar dağıldık. Urfa’da doğru düzgün bir evimiz bile yok. Şimdi abim kendi boğazına çalışıyor. İşe gitmesek burada aç kalacağız. İzmir’den Urfa’ya geçtim. 18 yaşında İstanbul’a geldim. Geldiğimden beri hep duraktaydım. Bizim köyden akrabalar geliyordu buraya. Ben de onlardan duydum geldim. Bazen parasız kaldığımız günler de oluyor burada. İki üç gün aç kalıyoruz. Su içiyoruz, arkadaşlara gidiyoruz. Ne yapalım mecburiyetten ona buna gidiyoruz...”

YANARAK, DÜŞEREK ÖLENLER
İçmler durağından çalışmaya gidip iş cinayetinde hayatını kaybedenler de var. İsimleri dahi hatırlanmayan bu işçilerin bazısı inşaattan düşüyor, bazısı yanarak feci şekilde can veriyor. Bir işçi anlatıyor: “Bir arkadaşımız inşaatta kapı pencere taşıyormuş. Düşmüş aşağıya, güvenlik yokmuş. Düştü gitti çocuk, 20 yaşındaydı. Çocuğun ailesine tazminat bile vermemişler. Tersanede temizlemek için tanka girmiş biri. Tankın içinde yangın çıkmış, yanarak ölmüş.”

İKİ AŞİRETİN ‘EKMEK KAVGASI’
İçmeler durağında Biniset ve Abadi aşiretlerine mensup Urfalı Araplar bekliyor. Kürtler, Türkler, Suriyeliler burada bulunmuyor. İki aşiret arasındaki rekabet idare edilebilir boyutta olsa da minibüs gelince herkes birbirine rakip oluyor: “Onlar çekemiyor bizi, biz de onları çekemiyoruz. Kavga oluyor. E mecbur abi herkes ekmek parasının peşinde, o geliyor haksızlık ediyor ya da bizimkilerden biri haksızlık ediyor illa ki kavga oluyor. Ama kendi arkadaşımı ittiğimi de biliyorum işe gitmek için.”

AYLIKÇI!
İşçilerle sohbetimiz sırasında bir minibüs hemen önümüzde duruyor. İşçiler hemen cama koşuyor. Konuşmaya başlıyorlar. İşveren iki aylıkçı istediğini söylüyor. Aylık 800 liraya bulaşıkçı olmayı kimse kabul etmiyor.

SURİYELİLER
Suriyelilerin gelmesiyle hem aylıkçıların, hem günlükçülerin yevmiyesi düşmüş. “Sağolsun hükümet Suriyelileri doldurdu. 50 milyona da iş bulamıyoruz artık. Şimdi git her fabrikada 50-60 Suriyeli var. Daha önce çalıştığımız fabrikalara şimdi bizi almıyorlar. Suriyelileri 20 milyona çalıştırıyorlar” derken, amaçlarının Suriyelileri dışlamak olmadığının altını çiziyorlar. “Onları dışlamıyoruz, biz de Müslümanız... Ama onlar daha ucuza çalıştıkları için bu sefer biz mağdur kalıyoruz yani” diye yakınıyorlar.

 

ÖNCEKİ HABER

Suriye’de bir garip ateşkes

SONRAKİ HABER

Payımızı almak için 6 Mart’ta kent meydanına

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...