24 Şubat 2016 10:42

Kamuda dönüşüm: Reform mu kamunun tasfiyesi mi?

Kamunun halk olduğu gerçeği unutturulmak isteniyor. Kamu, siyasi iktidarı ve sermayeyi gözetir bir noktadan yeniden tanımlanıyor. Böylece halkın yerini siyasi iktidarı destekleyenleri kapsayan ‘milli irade’ alırken kamu hizmetinin yerini piyasanın işleyişine engel teşkil etmediği gibi özel sektöre mümkün olduğunca yer açılan hizmet alıyor. Kamu yararının yerine sermayenin çıkarı, kamu güvenliğinin yerine ise siyasi iktidarın devamının sağlanması için alınacak önlemler geçiriliyor.

Paylaş

Özgür YILMAZ

Son günlerde televizyon ekranlarında bir kamu spotu göze çarpıyor.  Türkiye’nin yeni markasını dünyaya tanıtmak amacı ile hazırlandığı söylenen spot “Hem doğuyuz hem batıyız biz” diyerek başlıyor. “Her seferinde yeniden doğduk küllerimizden; azmi inovasyonla bilenen, genç ruhu tutkuyla büyüyen, inancıyla gelişen bir ülkeyiz biz” diye devam edip “Türkiye, gücünü ve potansiyelini keşfet” diyerek bitiyor.

Onca bildik, tanıdık kelimenin arasında geçen “azmi inovasyonla bilenen” cümleciği hemen dikkat çekiyor. İzleyenler içinden “Her şeyi anladık da bu inovasyon ne ola ki acep?” diye düşünüyor. Spotun Türkiye’nin endüstriyel potansiyeline dikkat çekmek üzere hazırlanan bir tanıtım kampanyasının parçası olduğu iddia ediliyor. Ancak, muhtemelen dikkat çekecek bir endüstriyel potansiyelimiz olmadığı için, spot daha çok bir siyasi parti reklamını andırıyor.   Öte yandan bu kamu spotu Türkiye’de emek alanında yaşanan dönüşüme ilişkin çok şey söylüyor. Hem de bunu çoğumuzun takıldığı tek kelime ile “inovasyon”  kavramı ile yapıyor.

İnovasyon şöyle tanımlanıyor: “Günümüzün hızla değişen rekabet ortamında ayakta kalabilmek için şirketlerimizin ürünlerini, hizmetlerini ve üretim yöntemlerini sürekli olarak değiştirmeleri ve yenilemeleri gerekmektedir. Bu değiştirme ve yenileme işlemi ‘inovasyon’ olarak adlandırılır.”

Bu tanımlamada altı çizilen ‘rekabet’, ‘değişim’, ‘yenilenme’ gibi kavramlar özellikle son yıllarda çok daha fazla karşılaştığımız, tanıdık kavramlar. Çünkü içi bu kavramlarla doldurulan, toplumsal yaşamımızın ekonomik, siyasal, sosyal, kültürel hemen her alanını yeniden yapılandırmayı hedefleyen bir dönüşüm süreci yaşıyoruz.

AZMİ KÂRLA BİLENEN, EMEK SÖMÜRÜSÜ İLE BÜYÜYEN…

Kaynağını son 35-40 yıldır dünyanın pek çok ülkesinde hakim hale gelen yeni liberal sistemden alan bu dönüşüm süreci, tüm emekçi sınıfların kazanılmış haklarına göz dikiyor. Emek yoğun üretimin ağırlığını koruduğu her ülkede olduğu gibi Türkiye’de de rekabet ucuz işçilik üzerinden sağlanıyor. Sonuçta tüm işçiler, emekçiler ücretlerin düştüğü, her yönü ile güvencesiz, sendikasız istihdamın yanı sıra işsizliğin arttığı gittikçe kararan bir tablo ile karşı karşıya bırakılıyor.

Azmi daha fazla kârla bilenen, emek sömürüsü ile büyüyen sermayenin-patronların çıkarlarını temel alan dönüşüm süreci, gelinen noktada işçileri özel istihdam bürolarının modern kiralık köleleri, kamu emekçilerini ise elinden iş güvencesi alınmış, esnek, performansa bağlı çalışmaya tabii güvencesizler ordusunun hükümet memuru rütbesini taşıyan neferleri haline getirmek için hızla ilerliyor.  

KAMU BU DÖNÜŞÜMÜN NERESİNDE?

Sermayenin-patronların lehine emeğin-emekçilerin aleyhine olan dönüşümün önemli bir parçası da kamu alanında yaşanıyor.

Kamu alanında yaşanan dönüşümde ilk iş olarak kamunun halk olduğu gerçeği unutturulmak isteniyor. Buna bağlı olarak kamu hizmetinin kaynağı halktan alınan vergilerden oluşan, piyasa fiyatlandırmasının dışında tutularak tüm vatandaşlara eşit ve tarafsız, nitelikli bir şekilde verilmesi gereken hizmet olduğu, kamu yararının ise halkın genelinin yararı olduğu gerçeği göz ardı ediliyor.

Kamu, siyasi iktidarı ve sermayeyi gözetir bir noktadan yeniden tanımlanıyor. Böylece halkın yerini siyasi iktidarı destekleyenleri kapsayan ‘milli irade’ alırken kamu hizmetinin yerini piyasanın işleyişine engel teşkil etmediği gibi özel sektöre mümkün olduğunca yer açılan hizmet alıyor. Kamu yararının yerine sermayenin çıkarı, kamu güvenliğinin yerine ise siyasi iktidarın devamının sağlanması için alınacak önlemler geçiriliyor.       

Öte yandan kamu alanındaki dönüşüm, birbiri ile içice geçmiş bir şeklide, hem kamu yönetimini hem kamu istihdamını hem de kamu hizmetlerini kapsıyor. 

Çalışma ve Sosyal Güvenlik eski Bakanı Faruk Çelik’in 2013 yılında düzenlenen bir çalıştayın açılışında yaptığı konuşmada sarf ettiği  “Her kamu idaresi kendine uygun bir personel rejimi yaratmayı hedefler” sözü bu dönüşümün unsurları arasındaki bağı gözler önüne seriyor.  İktidarda olduğu 13 yılda devletin örgütsel yapısını-kamu idaresini en yukarıdan en aşağıya yenileyen AKP iktidarı şimdide bu idareye uygun kamu personel rejimini oluşturmanın son adımlarını atıyor.

YAPISAL VE İŞLEVSEL DÖNÜŞÜM

Kamu yönetimi yapısal olarak valisinden kaymakamına, rektöründen muhtarına kadar siyasal iktidarın başkanlık sistemi hedefinin parçası haline getiriliyor.  İşlevsel olarak ise özel sektörün-sermayenin çıkarlarını daha fazla gözeten politikaların önü kamuya yapılan yatırımların azaltılması yoluyla daha fazla açılıyor. Bütçeden kamu yatırımlarına ayrılan pay her yıl daha fazla kısılırken özel sektöre teşvik üstüne teşvik veriliyor. Örneğin devlet okullarının, hastanelerin sayısı azaltılıp, niteliği düşürülürken tanınan teşviklerle özel okul, hastane sayısı çığ gibi artmaya devam ediyor. Kamu istihdamı ise bunlarla bağlantılı olarak güvencesizlik temelinde yeniden yapılandırılıyor. Dolayısıyla son dönemlerde daha sık gündeme getirilen, 657 sayılı yasada (Devlet Memurları Kanunu) değişiklik yapılarak memurların iş güvencesinin kaldırılması tartışmalarını ne kamu yönetiminde yaşanan yapısal ve işlevsel dönüşümden ne de kamu hizmetlerinin piyasa açılma sürecinden bağımsız ele almak mümkün.

KAMU KÜÇÜLDÜ FATURA EMEKÇİYE KESİLDİ

Yıllardır bazen mevcut yasalarda yapılan değişiklilerle, bazen torba yasalarla, bazen de Kanun Hükmünde Kararnamelerle (KHK) kamu emekçilerinin iş güvencesi zaten sınırlanmış durumda. Sosyal güvenlik hakkı ‘mezarda emeklilik’ gibi yasalarla, ücret güvencesi enflasyon oranlarının bile altında bağıtlanan ‘toplu sözleşmelerle’, istihdam güvencesi bin parçaya bölünen istihdam biçimlerinin yanı sıra esnek, performansa bağlı, angarya çalışmayla kuşatılan kamu emekçilerinin gerçek anlamda bir iş güvencesi olduğu söylenemez.

Buna rağmen anti demokratik düzenine karşı çıkan, muhalefet eden kesimleri halkla karşı karşıya getirerek saf dışı bırakacak algı-söylem oluşturma konusunda ‘ustalığına’ defalarca tanık olduğumuz AKP iktidarı, kamu emekçilerinin iş güvencesini kaldırma hedefinde de aynı yöntemde ısrar ediyor.

Bir taraftan kamu emekçilerini  “devlete kapağı atıp yan gelip yatmasına” rağmen mevcut 657 sayılı Devlet Memurları Kanunundaki düzenlemeler nedeni ile işine son verilemeyen,  “657 zırhı ile bürünmüş” , neredeyse her türlü dokunulmazlığı olan bir kitle gibi gösteriyor. Diğer taraftan kaynak aktarmadığı,  yatırım yapmayıp piyasaya açtığı için gittikçe küçülttüğü kamu alanında yaşanan tüm sorunlar kamu emekçilerinin sırtına yıkılıyor.

‘MEMURUN İŞ GÜVENCESİNDEN BANA NE?’

Ne yazık ki AKP iktidarının kamu emekçilerinin iş güvencesini ortadan kaldırmayı hedefleyen bu algı operasyonu, çoğu özel sektör çalışanları olmak üzere, toplumun bir bölümünde karşılık buluyor.

Kamu emekçilerinin iş güvencesi hakkında hükümetin estirdiği yalan rüzgarının etkisine kapılan özel sektör çalışanları “Ben nasıl işimi yapmadığım, verimsiz olduğum gerekçesiyle işten rahatça çıkarılıyorsam aynı durumda memur da çıkarılmalı” diyebiliyor. 

Oysa 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun Disiplin Hükümlerini düzenleyen 7. Bölümüne, özellikle 124. ve 125. maddelerine göz atan herkes kamu emekçilerini koruyan bir zırh olmadığını görebilir.

Bu maddelerde bir kamu emekçisinin hangi fiil ve hallerde uyarma, kınama, aylıktan kesme, kademe ilerlemesinin durdurulması, devlet memurluğundan çıkarma cezalarını alacağı geniş bir şekilde düzenlemiş bulunuyor. Yani iddia edildiği gibi, 657 sayılı DMK’da “işini yapmayan memuru koruyan bir zırh”  yok.

“Sırtlarını dayadıkları”  iddia edilen 657 sayılı yasa ise kamu emekçilerinin hak ve özgürlüklerini en çok sınırlayan düzenlemeleri bağrında taşıyor. Yıllardır yüzlerce kez değişiklik yapılsa da amirlerin kamu emekçilerine keyfi olarak ceza vermesinin önünü açan anti demokratik pek çok düzenleme 657 sayılı kanundaki varlığını koruyor. Özellikle KESK’e bağlı sendikaların yönetici ve üyesi binlerce kamu emekçisi hakkında hiçbir hukuki dayanağı olmayan soruşturmalar açılıyor. Sadece konfederasyonunun, sendikasının kararı ile yapılan basın açıklamasına katıldığı için yüzlercesi memurluktan çıkarılıyor. 

BENİM İŞ GÜVENCEM = SENİN KAMU HİZMETİ ALMA HAKKIN

Öte yandan kamu emekçilerinin, haklarında verilen hukuksuz, keyfi cezalara itiraz etme, kendisini savunma ve idari yargıya başvurma hakkı var. Bu hak da Anayasa ve yasalarla tüm vatandaşlara eşit ve tarafsız bir şekilde verilmesi gereken kamu hizmetini korumaya yönelik olup kamu emekçilerinin şahsına verilmiş bir hak değildir.  Çünkü siyasi iktidarların, güç ve çıkar odaklarının kamu hizmetinde vatandaşlar arasında ayrımcılık, eşitsizlik yapma ihtimali dün de vardı, bugün de var. Kamu emekçilerini kısmen koruyan itiraz, savunma ve idari yargıya başvurma hakları aslında kamu hizmetinin tüm vatandaşlara eşit ve tarafsız bir şekilde verilmesini güvence altına almaya yöneliktir. 

İşte buzdağının su altında kalan ana gövdesi de bu noktada ortaya çıkıyor. Çünkü yukarıda da dikkat çektiğimiz üzere kamuda dönüşüm birbiri ile sıkı sıkıya bağlı kamu yönetimi, kamu istihdamı ve kamu hizmeti boyutlarını kapsayan bir dönüşüm.

Kamu idaresi boyutunda önemli yol alınan dönüşümün tamamlanması kamu hizmetleri alanının mümkün olduğunca daraltılmasından geçiyor. Bunun için devletin, yeni liberal düzenin “kürek çeken değil, dümen tutan devlet” politikasından hareketle, çekirdek alanlar olarak ifade edilen silahlı güçler (asker ve polis) yargı ve vergi hizmetleri dışında kalan tüm kamu hizmetlerinden çekilmesi, bu hizmetlerin özel sektör eliyle yürütülmesi planlanıyor.

Ancak kamu emekçilerinin sınırlı iş güvencesi bu planın hayata geçirilmesini zorlaştırıyor. Çünkü kamu hizmetleri alanının daraltılması, tasfiye edilmesi için kamu emekçilerinin işten çıkarılmasının özel sektördeki gibi kolaylaştırılması gerekiyor. 

Bunun kolay olmadığını bilen AKP iktidarı da kamu emekçilerinin iş güvencesini kaldırmak için bahane üstüne bahane yaratmaya devam ediyor. İş güvencesinin kaldırılmasına gerekçe olarak bir gün ‘devlet içine sızan paralel yapıyla mücadele’, öbür gün ülkede süren savaş ortamına karşı barış isteyen kamu emekçilerini ‘terör örgütü destekçisi’ gösterme bahaneleri ekleniyor. Böylece iş güvencesine sahip çıkan tüm kamu emekçilerini daha baştan “paralelci” ya da “terör yanlısı” olarak damgalamanın hesabını yapıyor.

BU SALDIRI ORTAK MÜCADELE İLE DURDURULUR

Her fırsatta ileri demokrasiden dem vuruyor. Ama haksızlığa uğrayan kamu emekçilerinin itiraz, savunma ve yargıya başvurma haklarını tamamen ortadan kaldırarak, sorgusuz sualsiz işlerine son vermeyi hedefliyor.

Oysa daha önce de defalarca dikkat çekildiği üzere, mevcut yasalara göre suç işleyen kamu emekçilerine ilişkin cezai kovuşturma yapılmasının önünde hiçbir engel yok. 

İşin özü kamu emekçilerinin iş güvencesi kaldırılırsa vatandaşların özel sektöre göre daha düşük fiyatlarla ulaştığı yaygın kamu hizmetlerinin toptan tasfiye edilmesinin önü açılacak. Bunun için kamu hizmetlerinden yararlananların, hele de bu hizmetlere en çok ihtiyacı olan kesimlerin “Memurun iş güvencesinden bana ne?” deme lüksü yoktur.

Öte yandan ülkedeki işsizlik, baskı, şiddet ve savaş ortamını fırsata çevirerek hem işçilerin hem kamu emekçilerinin ellerinde kalan son haklarını hedef alan saldırı dalgası ancak ortak bir mücadele ile durdurulabilir. Tüm konfederasyonlar, sendikalar yarın çok geç olmadan bu ortak mücadeleyi örme görev ve sorumluluğu ile karşı karşıyadır.

ÖNCEKİ HABER

Şişenin boynundaki mücadele

SONRAKİ HABER

Cerattepe'de direniş geri adım attırdı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa