20 Şubat 2016 11:59

Diyarbakırlı sendika yöneticileri: Emekçiler barış mücadelesinde buluşmalı

Paylaş

Hasan AKBAŞ
Fırat TOPAL

Bölge’de savaş derinleşiyor. Hemen her gün gelen cenazeler kaygıları daha da artıyor.  Savaşa karşı Bölge’den yükselen ortak talep ise barış. Diyarbakır’daki sendikacılar daha iyi bir gelecek için savaşa dur diyerek barışı inşa etmenin gerekliliğine dikkat çekiyor.

Şükrü Kaçmaz
(Tes–İş Diyarbakır 2 No’lu Şube Başkanı)
Savaş kan, gözyaşı, mağduriyet demek. Barış ise güzellik anlamına geliyor. Türkiye gerçekten güzel bir ülke ama iç sorunlarını çözme yeteneğinden yoksun olduğu için hep sıkıntılarla boğuşmuş.Bu sıkıntıların neticesinde demokrasi ve refah hiçbir zaman tam anlamıyla oturtulmadı. Bir savaş yaşanıyor şimdi ve bütün bu savaş yaşanırken Batıda duyarsızlık var, burayı görmezden geliyorlar. Buradaki sokaklarda huzur yoksa bu batıya da yansır, orası buradan soyutlanamaz. Burayı nasıl huzurlu bir hale getireceğiz bunu konuşmak gerekli. Suriye politikası hükümeti bir bataklığa sürükledi. Mülteci sorunundan kaynaklı batılı devletler olanlara ses çıkarmıyor. Yarın bu sorun azaldığı zaman hepsi Türkiye’den hesap sormak için sıraya girecek. Bölgede Türkiye’nin tek dostu Kürtlerdir. Kürtleri kazanmak zorundadır Türkiye. Kürtler ise geçmişten bu yana her türlü zulmü görmüş. İşte Sur’daki görüntüler… Bunlar demokrasinin d’sinin olduğu bir ülkede olamayacak görüntüler.

Biz savaşın emekçiye hiçbir faydası olmadığının altını çizmeliyiz. Ama biz bunları sendikalarda rahat bir şekilde anlatamıyoruz. Hükmeden bir açıklama yapar diğer kurumlar da ona ters düşmemek adına ona göre yürür. Maalesef emek örgütleri de böyle davranıyor. Eğer emek ve emekçiden yanaysan kimden gelirse gelsin insana kast edene, emekçiyi perişan edene karşı duracaksın.  Sendikacı emek ve emekçiden yana olmalı.

BİR AN ÖNCE MASAYA DÖNÜLMELİ

Remzi Sanlı
(Harb-İş Diyarbakır Şube Başkanı)
Kapitalist devletler Ortadoğu’da da yeniden bir yüz yıllık yapılanma peşinde. Yürütülen savaşı siyasi ve ekonomik boyutlarıyla ele almak lazım. Biliyorsunuz savaş demek kan, gözyaşı, ekonomik giderler demek. Ülkelerin ekonomik anlamda yıpranması demek ve bu savaşa ayrılan bütçenin emekçilerin sırtından finanse edilmesi demektir. Haliyle bu bize vergilerde ya da ücret artışlarında son derce ciddi bir şekilde yansıyor. Eğer burada bir barış ortamı olsaydı bu ülkede yaşan insanların tamamının yaşam standardı, milli gelirden kişi başına düşen gelir daha da büyürdü. Emekçiler barıştan yana olmalı. Savaşların olduğu yerlerde yıkımlar oluyor. İnsanlarımız ölüyor. Bizler hiçbir insanın ölmesini istemiyoruz. Daha önce anneler ağlamasın diye yola çıkıldı, fakat geldiğimiz noktada daha çok anneler ağlamaya başladı. Biz sendikalar olarak var olan çatışmalı sürecin bir an önce bitirilmesi ve masaya dönülmesi taraftarıyız.

BU KORKUYU KIRMALIYIZ

Mehmet Pekgöz 
(Tez–Koop-İş Diyarbakır Şube Başkanı)
Hem bu gün bölgede yaşananlar için hem de çözüm sürecinde sendikaların inisiyatif alması gerekiyordu. Sürecin yürüten dinamiklerin parçası olmalıydık maalesef bunu yapamadık. Şimdi de bölgedeki ve ülke genelindeki bütün sendikalar bireysel, lokal duruş sergilemek yerine bütün dinamikler bir araya gelerek birlikte bir duruş sergilemelidir. Sadece bir sendikanın tek başına yaptığı eylem ablukayı kaldırmaya yetmiyor. Bir bütünlük içerisinde hareket etmek gerektiğini düşünüyorum. Güvenlik güçlerinin halkın üzerinde yaratmış olduğu korkuyu da görmek gerekiyor. En ufak bir yürüyüş bile şiddetle bastırılıyor. Ama sendikalar bir araya gelerek demokratik yöntemlerle bu korkuyu kırmalı. Ancak dediğim gibi sendikalarda da bir mecal yok. Türk-İş ise buraya tamamen duyarsız kalıyor. Resmi olarak dile getirmese de şu anki sistemin yürütücülüğünü yapıyor. Sistemin buraya bakışı neyse Türk-İş de o şekilde bakıyor buraya. Türk-İş konfederasyonuna bağlı bir sendikanın başkanıyım ben, bizim buradan onlara çağrımız olsun: Canlar toprağa düşüyor. Burada polis de hendekteki de insandır. Ölen her insan bizim yarınımızdan bir parça alıp götürüyor. Türk-Kürt kardeştir diyoruz. Ama maalesef burada ölen her insan o kardeşlikten bir parça alıp götürüyor.

HÜKÜMET SORUNLARI DERİNLEŞTİRİYOR

Muhsin Uyanık
(Tüm Bel Sen 
Diyarbakır Şube Eş Başkanı)
Bu savaşı yürütmeye AKP hükümetinin gücü yetmez. Çünkü insanlığı yok etmeye hiçbir iktidarın gücü yetmemiştir. Çok haksız ve acımasız bir savaş yürütülüyor. Kürt halkının buna karşı direnmesi meşrudur. Halka ait yaşamsal değerlere saldırı yapılıyor. Hiç kimse kendi çocuğunun, annesinin, babasının devlet tarafından vurulup sokak ortasında bırakılmasını kabul etmez. Dolayısıyla bu savaşa karşı çıkmak insanlık değerlerini yaşatmaktır. Kürt halkının yaptığı budur. Bu süreçte AKP’nin başarılı olma şansı yok. Ancak kendi ömrünü uzatma çabası içerisinde olduğunu düşünüyorum. Ama çok acımasız bir savaş yürütüldüğünü görmek lazım. Biz yerel yönetim emekçileri olarak kendi görevimizi yapamıyoruz, işyerlerimize gidemiyoruz. Sağlık emekçileri hizmet veremiyor. Öğretmenler okullarda derse giremiyor. Bütün bunları halk adına yaptığını iddia eden hükümet ve yetkililer sorunları çözmek yerine derinleştiriyor. 

Yaşanan tabloya emek örgütleri tepki gösteriyor ama cılız bir şekilde oluyor bu. Bazı sendikalarda ise durum daha vahimdir. Bunlara sarı sendika bile denilemez. Çünkü sadece hükümetin icraatlarını savunan bir yapılanma var. Hiç kimse bu devlet sadece Kürtlerin haklarını gasbediyor diye düşünmesin. Ben batıdaki emekçi arkadaşıma soruyorum: Sen çocuğunu ekonomik, sosyal açıdan istediğin gibi yetiştirebiliyor musun? Dolayısıyla biz emekçiler olarak devlet eliyle yaratılmış olan bu şiddet politikalarını yok etmek için mücadele etmeliyiz. Biz devletin Sur’daki, Cizre’deki faşizan etkisini kıramazsak yarın batıda da faşizan görüntüler artacaktır. Emek örgütlerinin, KESK’in, DİSK’in, TTB’nin, TMOBB’un da daha yaygın işler yapması gerekiyor.

SUSMAK BU SUÇA ORTAK OLMAKTIR

Havva Karahancı
(Eğitim-Sen 1 No’lu Şube Eş Başkanı)
Sokağa çıkma yasaklarının getirdiği bir çatışmalı ortamdan geçiyoruz. Tabi bu çatışmalı ortamın kaynağı hükümetin Kürt sorununa yönelik yaklaşımıdır. Son üç yıllık müzakere süreciyle de bütün provokasyonlara rağmen demokratik şekilde sorunu çözmek için bütün kanalları denediler. Siyasal anlamda da seçim öncesi ve sonrası bombalar patlamasına rağmen Kürt halkı yine de demokratik çözüm arayışından vazgeçmedi. Ancak hepimizin bildiği gibi sistem bunu kabul etmedi çünkü çözüm statükoyu da etkileyecek ve değiştirecekti, tekçi ve inkarcı yaklaşımlar son bulacaktı. Bu nedenle engellendi. 1 Kasım seçimlerinde de her türlü engelle bölgenin milletvekili sayısı düşürüldü. Tabi bütün yaşananların Ortadoğu’nun yeniden şekillenmesiyle de alakası var. Çatışmalı ortam başladı ve bugün giderek daha da çözümsüzlüğe hizmet ediyor. Bu nedenle çözüm yeniden konuşularak ve diyalog kurarak olabilir. Tekrar müzakere masasına geçilmelidir. Gerçekten Kürt halkı bu çatışmalı ortamı istemiyor, ölümleri, gözyaşlarını istemiyor. Hiçbir taraftan insan ölümü istenmiyor. Burada gerçekten bir vahşet yaşanıyor. Her yer de bu ortamda bir barış nöbetleri tutuluyor. Bu bir mesajdır çözüm için ve anlaşılmalıdır.

BU SORUN KATLEDEREK ÇÖZÜLMEZ

Selahattin Alp
(Eğitim Sen 2 No’lu Şube Eş Başkanı)
Geçmiş dönemde adına çözüm süreci denilen bir diyalog süreci yakalanmıştı. Diyalogla sorunların çözümü aşamasına gelinmişti. Ancak Dolmabahçe mutabakatının AKP hükümeti tarafından reddedilmesiyle yeni bir süreç ortaya çıktı. Aslında çok öncesinde planlanan, halkların barış umudunu, oyalayan, boşa çıkarmaya yönelik AKP politikasının aslında sonucu olarak bu ortaya çıktı. AKP hükümeti önceden planladığı savaş politikalarını devreye soktu. Bu savaş konsepti çerçevesinde Kürt halkını ezmeye, haklarını, taleplerini yok saymaya ve iradesini kırmaya yönelik bir savaş geliştirdi. Bu savaşın en büyük mağdurları da yine çocuklar, emekçiler, kadınlar ve toplumun tüm kesimleri oldu. Bildiğimiz gibi Sur’da iki ayı aşkın süredir bir çatışma var. Yine Kürdistan’ın birçok kentinde çatışmalar yaşanıyor. Bir toplumsal travmayla birlikte gelişen bir çatışma süreci var. Dolayısıyla biz eğitim emekçileri olarak, bu travmaya ve çocuklarımızın yaşadığı travmaya sessiz kalamayız. Öncelikle çocuklarımızın yaşam hakkının sağlanması ve eğitim hakkının tekrar sorunsuz sağlanması için bir mücadele içerisindeyiz. Elbette sorunları kat be kat fazla ancak bugün yaşam hakkının korunması önceliğimizdir. Bir yaşam nöbeti başlattık ve bu mücadeleyi sürdüreceğiz. Yaşanan sorunun çözümü içinde şunları söylüyoruz; bu sorun tekçi ulus devlet mantığının tekerrür etmesinden kaynaklıdır. Bu yaklaşımlarla sonuç alınamadığı bir gerçektir. Biz siyasi iktidara açık söylüyoruz, bu sorun katlederek, savaşarak çözülmez. Bu sorun müzakere ile çözülür.

EMEKÇİLERİN ÖNCELİĞİ BARIŞI İNŞA ETMEK OLMALI

Selma Atabey
(SES Diyarbakır Şube Eş Başkanı)
Bölgede yaşanan savaş ortamında öncelikle yaşam hakkı konusunda bizler rol oynayarak 51 gün boyunca bir nöbet eylemi sürdürdük ve çeşitli adımlar attık. Ancak tüm girişimlerimiz sonuçsuz kaldı. Nöbet eylemimizi sonlandırdık ama çabalarımız sürecek. Bu çabalar sürerken tabiki hep beraber de ses vermek için harekete geçilmesi lazım. Hangi statüde olursa olsun emekçiler, emekçi kimliğiyle bu savaşa dur demeli. Bu savaşın faturasını en çok emekçiler öderken, yine ortak gelecek kaygısıyla savaşa ortak bir tavırla dur demeli. Hangi inançtan, düşünceden olursa olsun emekçiler, harcanan paranın Türkiye’nin bütçesi ve emekçilerin cebinden çıktığını düşünerek bakmalı. Bugün ‘bize bir şey olmaz’, ‘geçer gider’ diye sessiz kalanlar kendi geleceklerinin garanti altında olmadığını bilmelidir. Diğer taraftan halklara yönelik, insanların yaşam hakkının ihlali ve zulmün son bulması için de ses vermeli. Kendi konfederasyonumuz dahil diğer emek örgütlerinde de kendi içerisinde çok sesli bir durum vardır. Farklılıklar elbet var. Ama bunları acilen bir köşeye bırakıp, ses çıkarmalıyız. Emekçilerin barışın olmadığı yerde yeniden ekonomiyi, yaşamı inşa etmekten bahsetmenin mümkün olmadığını anlaması gerekiyor. Daha iyi bir gelecek için bu savaşa dur demek sorumluluğudur. Bu yüzden emekçilerin önceliği barışı inşa etmek olmalıdır.

BİR ARADA OLMALIYIZ, KORKMAMALIYIZ

Bedirhan Çetinkaya
(BES Diyarbakır Şube Eş Başkanı)
Bir örnekle başlayayım Afrika’da fil avı var. İnsanlar siyah elbiseleri giyip filleri tuzağa düşürüp işkence yaparlardı. Ve filler büyüyüp kendilerini savunacak duruma geldiklerinde ise o siyah elbiseli insanlar beyaz elbise giyip onları tedavi ederlerdi. O filler de beyaz önlüklülere borçlu olduklarını düşünüp itaat ederlerdi. İşte Kürdistan’da tam da yapılmak istenen budur. Hem Kürt halkına hem de emekçilere… Hükümet bölge halkını göçe zorlayarak mağdur etmeye, şehirleri top atışlarıyla insansızlaştırmaya çalışıyor. Bu göçe zorlayıp yerinden yurdundan ettiği insanlara bir yandan da yıktığı evinin yerine TOKİ yapacağını söylüyor. ‘Ben sana sahip çıkacağım’ diyor, fil örneğinde olduğu gibi. Biz 10 Ekim’de Barış Blok’u KESK, TMMOB, TTB olarak bir miting düzenlemeye karar verdik. Barış, emek, demokrasi istediğimiz bu mitingde katledildik. Halklar bir araya gelmesin diye, emek ve demokrasi güçleri bir araya gelmesin diye katledildik. 10 Ekim kutuplaşma adına bir milattı çünkü o patlamayla insanlar sindirildi, emekçiler sindirildi. Emekçilerin savaşın bitmesi için yaptıkları eylemlerin kamuoyunda gündeme oturması hükümeti rahatsız ediyor. Bu savaşa tepki gösteren, barış isteyen tüm kesimler sindirilmek, bastırılmak isteniyor.Birçok arkadaşımız bu süreçte sürgün edildi, birçok sağlık emekçisi arkadaşımız öldürüldü. Emekçiler üzerinde ciddi bir baskı var. Bu süreçte barışı getirebilecek en büyük güç emekçilerdir. Biz emekçiler de bu süreçte kenetlenmeliyiz, bir arada olmalıyız, korkmamalıyız, dayanışma içinde olmalıyız, yaşanan bu katliamlara karşı sesimizi yükseltmeliyiz. Biz sendikaları odalarda değil, sokaklarda kurduk. Bu zulme karşı da sokaklarda direnmeye devam edeceğiz.

ÖNCEKİ HABER

Emekçilerin ve halkların barışa, barışın emekçilerin gücüne ihtiyacı var

SONRAKİ HABER

Kroman Çelik işçileri: İstediklerimizi alana kadar mücadelemizi sürdüreceğiz

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...