09 Şubat 2016 00:53

Gıda-İş Genel Başkanı Aslan: DİSK kongresi sınıfın ihtiyacına yanıt vermeli

DİSK 12-14 Şubat’ta 15. Genel Kurul’unu topluyor. Kongreden beklentilerini sorduğumuz DİSK/Gıda-İş’in Genel Başkanı Seyit Aslan ancak 'Üyelerin iradesinin yansıdığı, yanlışların cesaretle ve açık bir şekilde tartışılabildiği, sendikal anlayışın sorgulandığı ve değiştirildiği' bir kongrenin DİSK’i ve sınıf hareketini güçlendireceğini belirtti. (Fotoğraf: Erdost Yıldırım)

Paylaş

Fırat TURGUT
İstanbul

Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) 12-14 Şubat’ta 15. Genel Kurulunu topluyor. Genel Kurul, aynı zamanda DİSK’in 50. kuruluş yıl dönümüne denk geliyor.

Son bir kaç yıldır örgütlenme hamlesi yapan, kısa bir süre önce gerçekleştirdiği kongresiyle de hem tüzüğünü demokratikleştiren hem de yönetimini büyük ölçüde yenileyen Gıda-İş’in Genel Başkanı Seyit Aslan’a DİSK kongresinden beklentilerini sorduk. Aslan, işçi haklarına yönelik saldırıların yoğunlaştığı, buna karşılık sendikaların büyük ölçüde teslim alındığı bir dönemde toplanan kongreden mücadele kararları ve kararlılığı çıkması gerektiğini ifade etti. Aslan, ancak “üyelerin iradesinin yansıdığı, yanlışların cesaretle ve açık bir şekilde tartışılabildiği, sendikal anlayışın sorgulandığı ve değiştirildiği” bir kongrenin DİSK’i ve sınıf hareketini güçlendireceğini belirtti.

DİSK bu hafta sonu 15. Genel Kurulunu toplayacak. Genel Kurula gidilen süreçte sendikal hareketin ve ülkenin gidişatını nasıl değerlendiriyorsunuz? Başka bir ifadeyle DİSK’in 15. Genel Kurulu hangi koşullarda toplanıyor?
15. Genel Kurula, bir taraftan Bölge’deki yoğun çatışmalarla, askerinden polisine, Kürt gencine, kadınına, çocuğuna kadar her gün gelen ölüm haberleriyle, diğer yandan kuşkusuz işçi ve emekçi hareketine dönük yoğun saldırılar yaşanan bir dönemde gidiyoruz. AKP Hükümeti, son seçimden tek parti olarak çıkıp parlamentoda çoğunluğu sağlamayınca işçi ve emekçi haklarına yönelik yeni bir saldırı dalgası başlattı. Bunun içerisinde kıdem tazminatının fona devredilmesi yoluyla gasbedilmesi de var. Çalışma yaşamının bütünüyle esnekleştirilmesi, kiralık işçi büroları vb uygulamaların gündeme geldiği bir dönemdeyiz. Yine iş cinayetleri kesintisiz devam ediyor. Hükümetin vaatler verip durduğu taşeron işçilerle ilgili somut hiçbir adımın atılmadığını da görüyoruz. Asgari ücrette vaat edilen artış yapılmadı, Asgari Geçim İndirimi de zamma dahil edildiği gibi vergiden de muaf tutulmadı. Patronlara destek ve teşviklerle birlikte gelen asgari ücretteki artışla birlikte işçi kıyımları da başladı. Ayrıca bugün sendikal hak ve özgürlüklerin kağıt üzerinde kaldığını, yasal çerçeve içerisinde kullanılmasının olanaklarının kalmadığını görüyoruz; cam işçilerinin, metal işçilerinin grevlerinin nasıl yasaklandığını hatırlayalım. Türk-İş ve Hak-İş ise AKP’nin iktidarda bulunduğu 13 yıl boyunca giderek daha çok hükümet güdümünde hareket etmeye başladılar, AKP’nin emek alanındaki politikalarına uyumlu bir çizgi izlediler. Yani DİSK; baskı, yasakların arttığı bir savaş ortamında, işçi ve emekçi haklarına dönük saldırıların arttığı, buna karşılık sendikaların çok büyük ölçüde teslim alındığı koşullarda genel kurula gidiyor.

Geçen genel kuruldan bu zamana kadar geçen 3 yıl, hem iç ve dış politika, hem Kürt sorunu, hem de işçi hareketi bakımından pek çok gelişmenin yaşandığı bir zaman dilimiydi. Bu süreçte mevcut DİSK yönetiminin sınıfa karşı görev ve sorumluklarını yerine getirdiğini düşünüyor musunuz?
DİSK ve DİSK’e bağlı sendikalar sınıf hareketi karşısında görevlerini ve sorumluluklarını yerine getirseydi, işçi emekçi hareketi bu noktada olmazdı. Bazı asgari çabaları olmuştur elbette, oldu da. Ama bütüne baktığımızda, böyle bir şey söylemek mümkün değil. DİSK’te özellikle son iki dönemdir üye ve yönetim arasında, tabanla tavan arasında bir kopukluk olduğunu söylemek lazım. Alınan eylem ve mücadele kararlarının ya da diğer emekçi örgütleriyle (KESK, TMMOB, TTB) birlikte alınan kararların yeterince hayata geçmediğini gördük. Bir kere bu eksikliklerin özeleştirisi yapılmalı, neden olmadığını, neden yapılamadığını tartışmalı, gerekli tedbirlerin nasıl alınacağını konuşmalıyız. Önümüzdeki süreçte aynı tutumlarla yürüyemeyiz. Örneğin, bir metal grevi yaşandı. Birleşik Metal-İş sendikamızın üyeleriyle kararlaştırdığı bir grevdi bu. Hatta üye olmayan kapsam dışı çalışanların bile grev oylamasında greve çıkılması yönünde irade belirttikleri bir süreç yaşadık. Yani metal işçisi MESS karşısında, sermaye karşısında, hükümet karşısında ciddi bir tutum aldı; ancak grev ikinci gününde yasaklandı. Konfederasyona bağlı bir sendikanın grevi yasaklanıyor. Biz elimiz kolumuz bağlı kalıyoruz. Yani fiili bir mücadele, meşru bir mücadele, bu grevin her şeye rağmen devam etmesi noktasında bir tutum belirleyemedik. Üstelik Birleşik Metal-İş grevinin yasaklanmasından kısa bir süre sonra Türk Metal üyesi on binlerce işçi, Türk Metal’in bürokrasisini parçalayarak işyerlerindeki kölece çalışma düzenini yıkarak üretimi durdurdu, fabrikaları işgal etti, taleplerinin önemli bir kısmını kabul ettirdi. Türkiye işçi hareketinin en önemli hareketlerinden biri olarak şimdiden tarihe yazılan bu direniş sırasında DİSK ve bağlı sendikalar ne yaptı?
En son 29 Aralık’ta Bölge’deki çatışmaların durması talebiyle alınmış bir grev kararı var. Kararın eksikliği-fazlalığı bir yana sendikaların merkez yöneticileri, şube yöneticileri ve işyeri temsilcileriyle birlikte alınmadığı için havada kaldı. Sadece grev kararına uyulmaması da değil, DİSK’e bağlı sendikalardan bu greve çıkılmayacağına dair karşı duruşlar da ortaya çıktı. Başka örnekler de verilebilir ama hem metal grevi hem 29 Aralık eylemi DİSK’in üye tabanından kopuşunu net bir şekilde ortaya koyuyor. Yaptıklarımızı, yapamadıklarımızı, doğrularla birlikte yanlışlarımızı da açık ve yalın bir biçimde, cesaretle tartışabilirsek bu genel kuruldan güçlü bir şekilde çıkabiliriz ancak.

Bu durumda sizce nasıl bir DİSK yönetimi oluşmalı? Daha doğrusu genel kurulun ‘Nasıl bir DİSK?’ sorusuna yanıtı ne olmalı?
Bir kere anlayışın değişmesi gerekiyor. Sadece delegelerin geldiği, adayların çıktığı ve seçimlerin yapıldığı rutin bir genel kurulun DİSK’e de Türkiye işçi hareketine de bir yararı olmaz. 13. ve 14. genel kurullar sendika genel başkanlarının mutabakatıyla oluşmuş genel kurullar oldu. Bu genel kurul da böyle olacaksa bir şey değişmesi beklenemez. Onun için DİSK’in kongresi yeni bir anlayışı ortaya koyacak tarzda gerçekleştirilmeli. Elbette yönetime seçilecek olanların niteliği, kişiliği ve sendikal hareketteki duruşları önemli ama ondan da önce DİSK’e bağlı sendikalar olarak önümüzdeki dönemi nasıl bir anlayışla ele alacağız? Örneğin tüzüklerimiz demokratikleşecek mi? Bütün kurullarımız gereken şekilde işleyecek mi? Başkanlar kurulu, genel temsilciler kurulu, genişletilmiş başkanlar kurulu, giderek işyerlerinde işçilerin de katıldığı toplantılar dahil olmak üzere bu mekanizma aşağıdan yukarıya, yukarıdan aşağıya bir bütün olarak demokratik şekilde işleyecek mi? Buna yanıt vermeli.
Türk-İş ve Hak-İş’in durumunu biliyoruz ve eleştiriyoruz onları. Bu eleştirdiğimiz tutumları kendi konfederasyonumuz içerisinde değiştirebilecek bir yetenek göstermeliyiz. Örneğin konfederasyona bağlı hiçbir sendikada temsilciler görevden alınmamalı. Ya da konfederasyona bağlı hiçbir sendikada kurullar sadece merkez yöneticilerinin etrafında toplanmamalı. Yani kendi demokratik işleyişi içerisinde, şubesiyle merkeziyle işyeri temsilciliğiyle her kurul, ihtiyaç duyduğu koşullarda toplanıp gerekli meseleleri tartışarak önüne bir görev ve sorumluluk koyabilmeli. Yine yöneticilik vasfı başka ihtiyaçlar için edinilmemeli. Kağıt üzerinde bir yöneticilik anlayışını terk etmeliyiz. Bütünüyle sınıf hareketinin ihtiyaçlarına denk düşen anlayışla hareket ederek, tabi disiplinle, birlikle böyle bir sürece yanıt vermeli.
İşçi ve emekçiler sendikalara niçin güvenmiyor? Ya da sendika yöneticilerini neden eleştiriyorlar. Bunları açık yüreklilikle, net, şeffaf, herkesin anlayabileceği olgunlukta ve düzeyde tartıştığımızda, sorunlarımızı ertelemeden çözmeye giriştiğimizde biz bu genel kuruldan zayıflayarak değil tersine güçlenerek, kısa sürede işçi ve emekçi hareketi içinde bir yer edinecek, sendikal harekette çekim merkezi olacak bir duruşla çıkabiliriz.

ÜCRETLER ARTIRILSIN, ZAMLAR GERİ ALINSIN!

Kıdem tazminatı, ücretler, ek zam, iş kazaları, iş güvencesi, taşeronlaştırma, örgütlenme... DİSK, işçi sınıfının bu güncel sorunları ve talepleriyle ilgili nasıl bir mücadele hattı izlemeli?
Genel kurulda ‘Kıdem tazminatı kırmızı çizgimizdir’, ‘Bütün taşeronlar amasız bir şekilde kadroya alınsın’ şeklinde kararlar alınabilir... Ek zam ya da sendikal hak ve özgürlüklerin genişletilmesi talep edilir. Ancak esas olan bu kararların nasıl hayata geçirileceğidir. Türk-İş de karar aldı. Hak-İş’in zaten böyle bir derdi yok. Bu talepleri sahiplenecek bütün kesimlerle olabildiğince ortak bir mücadeleyi esas almalıyız. Birinci şartın bu olması lazım.
İkincisi; genel kurula sendikaların genel merkez yöneticilerinden işyeri temsilcilerine kadar DİSK’in ana gövdesini oluşturan 383 delege katılacak. Sorunlar canlı bir şekilde tartışılırsa ve kararlar bu şekilde alınırsa acil talepler etrafında verilecek mücadele de o kadar canlı olur. Genel kurulun hemen ardından bütün illerde işçilerin ve temsilcilerin de katılımıyla kıdem tazminatı ve kiralık işçi büroları meseleleri ile ek zam talebini gündemleştirmeliyiz. İşçilerin ve temsilcilerin de görüşlerini alarak örgütleyeceğimiz mücadele daha ileriden bir karşı koyuşu beraberinde getirebilir.
Hep şöyle oluyor; mevcut hükümet yasa taslağı hazırlıyor, bu önce kamuoyunda tartışmaya açılıyor, daha sonra parlamentoya geliyor, buradaki partilerle görüşmeler yapılıyor, sendikalar rutin bir şekilde heyetler gönderiyor vs... Bundan vazgeçmemiz lazım. Bir grevin, direnişin, iş bırakma eyleminin parlamentoya gelmeden yapılması lazım ki açık, net, kararlı bir direnişin sergilendiğini kamuoyu da görsün. Türk-İş’in ve Hak-İş’in tabanına bir çağrı yapılıp, onların da bu mücadeleye katılması sağlanmalı. Her şeyden önemlisi de sendikal örgütlülükten yoksun olan, sendikalarla ilişkisi olmayan milyonlarca işçinin kıdem tazminatı meselesinde alacağı tutuma etki edebilmek. Yani sanayi bölgelerinde, fabrikalarda aydınlatma faaliyeti sürdürmek lazım. İstanbul’da eylem, yürüyüş denince aklımıza ilk Taksim, Mecidiyeköy, Kadıköy gelmemeli örneğin, bir çok sanayi sitesi var. Türkiye’nin her tarafında var. Buralara yönelerek, yasa parlamentoya gelmeden hazırlık yapmış olmalıyız.
İkincisi kıdem tazminatı ve kiralık işçi büroları saldırılarının ötesinde, asgari ücrete yapılan artışın ardından ocak ayında iğneden ipliğe her şeye zam geldi. Yapılan 170 liralık artışın yaraya merhem olamayacağı açık. Bu yüzden bir yandan ek zam talebini yükseltirken, diğer yandan elektrik, doğalgaz, ulaşım ve ekmek gibi temel ihtiyaçların fiyatlarına yapılan zamların geri çekilmesini istemeliyiz. O zaman sendikasız işçilerin de bu mücadeleye katılmasını ve kendilerini burada görmelerini, hem de sendikalı işyerlerinin daha ileriden katılmalarını sağlayabiliriz. Ve zaten ancak bu şekilde sermayeye ve hükümete geri adım attırmak mümkün olabilir.

YETKİSİZ SENDİKALARLA DAYANIŞMA İÇİN FON OLUŞTURULMALI

Sendikal örgütlülüğün zayıflığından söz ettiniz. DİSK’e bağlı sendikaların çoğu yüzde 1 barajının altında... Bu sorunu aşmak için DİSK’in nasıl bir tutum içerisinde olması gerekir sizce?
Konfederasyonumuza bağlı 22 işkolunda örgütlü sendika var. Bunların sadece 5’i yüzde 1 barajının üstünde; 3 sendika ise 2013’te çıkarılan yasa gereği geçici bir düzenlemeyle şimdilik yüzde 1’in üzerinde gibi gözüküyor. Nisanda gerçek sayı yine 5’e düşecek. Yani toplamda 17 sendika barajın altında. Barajlar söz konusu olmaya devam ettiği sürece gerçek anlamda bir sendikal özgürlükten söz etmek mümkün olmayacaktır.
Üstelik son yasayla getirilen sistemde yaptığınız üyeler hiçbir zaman birikmiyor. Örneğin CP Piliç’te 400’e yakın üye yaptık. Bunlar işten atıldığında bakanlık tarafından üyelikleri düşürüldü. Bir de kayıt dışı olan işçileri eskiden noter şartıyla -noter şartını savunmak için söylemiyorum- bakanlık kayıtlara geçirirdi. Şimdi sigortası olmayan hiçbir işçi sendikaya üye olamıyor. Yani şu an kayıt dışı çalışan 7 milyona yakın işçinin sendikalı olma şansı yok. Yani birçok engelle karşı karşıyayız.
Dolayısıyla bir kere bu sendikal yasaları temelden reddeden bir mücadele hattında olmalıyız. Bir de barajın altındaki sendikalar toplu iş sözleşmesi yapamadıkları için ekonomik sıkıntılarla karşı karşıya. Bu konuda 2-3 yıldır grev ve örgütlenme fonu diye tartıştığımız bir mesele var. Geçtiğimiz genel kurulda bu gerçekleşmedi. Ama biz bu genel kurula kadar DİSK’in ilgili kurullarında bunları dile getirdik. Yani DİSK sadece 5 sendikadan ibaret değil 22 sendikadan oluşuyorsa, bu sorunların 22 sendikanın olanaklarıyla bir bütün olarak ele alınması gerekir. Keza örgütlenmeyi de böyle yapmalıyız. Mesela Genel-İş sendikamızın olanakları daha fazla. Belki Türkiye’nin her tarafında üyeleri, temsilcilikleri, şubeleri var. Yine Lastik-İş’in, Birleşik Metal-İş’in, Tekstil’in, kısmen Sosyal-İş’in imkanları var. Bunlar diğer sendikalarla bir dayanışma içerisinde olmazlarsa, yüzde 1’in altındaki sendikaların büyümesi, güçlenmesi, örgütlenmesi, toplu iş sözleşmesi çok uzun ve zor bir iş oluyor. Buna rağmen biz Gıda-İş Sendikası olarak fiili olarak mücadele ediyor, örgütleniyor, sözleşmeler yapıyoruz.
Ama genel kurulumuzun şu sorulara net yanıt vermesi gerekiyor; 22 sendika birlikte mi hareket edecek, yoksa barajın üstündeki sendikalarla altındakiler ayrı mı hareket edecek? Örgütlenme fonu mu oluşacak, yoksa bu sendikalarımız kendi imkan ve sorumluluklarıyla boğuşmaya devam mı edecekler? Var olan sendikal yasalarla mı yetineceğiz, yoksa bunların demokratik hale getirilmesi için mücadele mi edeceğiz? Bütün bunlara yanıt bulmadan yapılacak genel kurul sorunları çözer mi? Çözmez!
Dayanışma deyince sadece ekonomik ihtiyaçlardan söz ettiğimiz sanılmasın. Ekonomik destek elbette çok önemlidir. Ama esas olan örgütlenme içerisindeki dayanışmayı birlikte sergilemek. Örneğin CP’nin 14 fabrikası var, bu fabrikaların olduğu her yerde DİSK’e bağlı sendikalar var. Bu sendikalar da oraların örgütlenmesine katılmalı, bu olmadığında dayanışma dediğiniz kağıt üzerinde kalıyor.
Bu konuda bir diğer nokta da Hak-İş ve Türk-İş’in tabanıyla kurduğumuz ilişkidir. Bu konfederasyonların hükümetle ve sermayeyle olan ilişkileri biliniyor, bizim onların yönetimlerinden bağımsız tabanıyla sınıf dayanışması ilişkisi kurmamız lazım. Söylemlerimiz sendikaların tabanlarını rencide etmemeli, uzaklaştırmamalı.

KANİ BEKO TEKRAR ADAY, SERDAROĞLU KESİN DEĞİL

Yeni yönetimin nasıl oluşacağına ilişkin tartışmalar var mı? Yönetime kimlerin aday olacağı belli mi? Sendikalar ne düşünüyor?
Kani Beko, DİSK’in 25-26 Ocak’ta gerçekleştirdiği genişletilmiş başkanlar kurulunda  adaylığını açıkladı. Birleşik Metal-İş Sendikası’nın Genel Başkanı Adnan Serdaroğlu’nun da aday olacağına dair söylentiler var. Sonuçta genel kurul bir başkan ve yönetim kurulu seçecek. Ancak söylediğimiz gibi mesele sadece buna indirgenirse bu DİSK’e, işçi hareketine, emek hareketine yapılacak en büyük kötülük olur. DİSK yoluna, Türkiye’de işçi ve emekçi hareketinin ihtiyaçlarına, sendikal hareketin içinde bulunduğu çıkmazın ihtiyaçlarına yanıt verecek, bürokrasiye karşı sendikal demokrasiyi ve işçilerin birliğini savunan güçlerle ortak mücadeleyi esas alacak bir anlayışla mı devam edecek, yoksa statükoyu koruyan bir tutum mu sergilenecek? DİSK genel kurulda bu ayrışmayı yaşar ve sendikal, siyasal talepler için mücadeleyi birleştiren bir mücadele programıyla çıkarsa geleceğe dair yeni bir şey söylemiş olur. Bunun dışındaki her durum geçmişi tekrarlamaktan öteye geçmeyecektir.

ÖNCEKİ HABER

Ekvadorlu eski bakan Evrensel'e konuştu: Egemenliğimizi ezip geçtiler

SONRAKİ HABER

Diyarbakır ve Hakkari'de Cizre için hayat durdu

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...