09 Şubat 2016 00:42

Mülteci emeği patronların iştahını kabartıyor

Paylaş

Ercüment AKDENİZ

“Suriyelilere çalışma izni çıkıyor...” Bu başlıkta haberleri sıklıkla okur olduk. Peki, Bakanlar Kurulunda bekleyen bu yasa tasarısında neler var?
Yasaya dair kimi açıklamalar yapıldıysa da ayrıntılar henüz kamuoyu ile paylaşılmış değil. TİSK (Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu) konuyla ilgili bir rapor yayımladı ve çıkarılacak yasadan beklentilerini sıraladı.
Hacettepe Üniversitesi Göç ve Siyaset Araştırmaları Merkezi iş birliği ile hazırlanan TİSK raporunun adı şöyle: “Türk İş Dünyasının Türkiye’deki Suriyeliler Konusundaki Görüş, Beklenti ve Önerileri.” Rapor, 18 ilde 134 kişiyle mülakatlar yapılarak hazırlanmış. Bu kişiler arasında iş adamları, sanayi, ticaret ve esnaf odaları yetkilileri, “STK temsilcileri”, vilayet ve belediye yetkilileri sayılırken; bir tek işçi sendikası, işçi temsilcisi ya da işçinin adı yok. Kısacası, mülteci emeği patronların iştahını kabartıyor ve bu nedenle işçiler bu tartışmanın dışında bırakılıyor.

STATÜ YOK, ÇALIŞMA İZNİ VAR!

Türkiye; Suriye ve diğer doğu ülkelerinden gelen mülteciler için transit ülke. Yani statü alamadıkları için bir süre kalıp sonra Avrupa’ya gitmeye çalışan mültecilerin ülkesi. Peki Türkiye neden kendisine sığınan insanlara statü vermiyor? Çünkü Türkiye; Kongo, Madagaskar ve Monako ile birlikte “coğrafi çekince” uygulayan 4 ülkeden birisi ve bu “çekince”ye dayanarak Doğudan gelenlere statü hakkı vermiyor. Türkiye sadece AB üzerinden gelen mülteci başvurularını dikkate alıyor. TİSK raporu, bu durumun “sürdürülebilir” olmadığını söylüyor. Çünkü Suriyelilerin bu statüsüzlük hali, onlara çalışma izni çıkarmak için ciddi bir engel.
Peki Suriyeliler aynı anda hem statüsüz hem çalıştırılabilir olabilir mi? Yasal olarak olamaz ama fiili olarak oldular; hem de tam 4 yıl boyunca! TİSK şimdi bu durumun değişmesini istiyor. Neden? Çünkü patronlar Suriyelilerin sömürülmesini hem yasal güvenceye almak; hem de bunu modern sektörlerde de gerçekleştirmek istiyor.
Rapor diyor ki; “Türkiye’deki Suriyelilerin yasal statüsü, en son yapılan ‘Geçici Koruma Yönetmeliği” çerçevesinde “geçici koruma altındakiler’ olarak düzenlenmiştir”
Peki geçici koruma yönetmeliği ne diyor? Rapordan aktaralım:
“28 Nisan 2011 tarihinden itibaren Suriye Arap Cumhuriyeti’nde meydana gelen olaylar sebebiyle geçici koruma amacıyla Suriye Arap Cumhuriyeti’nden kitlesel veya bireysel olarak Türkiye sınırına gelen veya sınırları geçen Suriye vatandaşları ile vatansızlar ve mülteciler, uluslararası koruma başvurusunda bulunmuş olsalar dahi geçici koruma altına alınacaklar. Geçici korumanın uygulandığı süre içinde, bireysel uluslararası koruma başvuruları işleme konulmaz.”
Son cümleye dikkat! Yönetmelik özetle şunu diyor; “Ey Suriyeli kardeşim, sen bu topraklara adımını attın ve bundan sonra benim maiyetimde geçici koruma altındasın. Bu süre zarfında seni uluslararası başvuru haklarından men ediyorum!”
Böylesi bir belge için “statü” yerine; herhalde “statü gasbı” belgesi demek daha doğru!
TİSK “geçici koruma belgesi”ni yasal statü için atılmış olumlu bir adım olarak görmekle birlikte eksik buluyor ve şöyle eleştiriyor; “Düzenlemeden de anlaşılacağı üzere, bu konuda Bakanlar Kurulu yetkilendirilmiş olsa da, geçici koruma sağlanan Suriyelilerin oturma izni, buna bağlı çalışma izni almaları ve bireysel uluslararası koruma başvurusunda bulunma imkanı bulunmamaktadır.”
Yani “geçici koruma belgesi” Suriyeliler için çalışma izni almanın önünde ciddi bir engeldir. Çünkü “Türkiye’de yabancıların çalışabilmesi 4817 sayılı Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkında Kanun’un hükümlerine bağlıdır. Ancak kanun kapsamındaki ‘yabancı’ kavramı, Türkiye’deki Suriyelilerin yüzde 3’ünün bile altındaki bir nüfusu kapsamaktadır.” Sözü edilen yüzde 3’lük oran ise sadece 80 bin Suriyeliyi kapsamaktadır. Oysa bugün Türkiye’de kayıt dışı olarak 300 ile 400 bin arasında Suriyeli işçi çalışıyor ve TİSK’li patronlar esas olarak bu nüfusu büyük işletme sahasına çekmek istiyor.
Son kertede TİSK mevcut durumu eleştirmek ve durumun değişmesini istemekle birlikte uluslararası hukuka uyacak bir çözüm formülü de bulamıyor. Geriye bir tek şey kalıyor; uluslararası hukuku “Türk tipi mülteci politikası”na uydurmak!

YENİ STRATEJİK LABORATUVAR

Hükümet, mülteci politikasında dünyada eşi benzeri olmayan uygulamalara imza atıyor. Bu ‘Türk tipi’ düzenlemelerin ilk adımı “Geçici Koruma Yönetmeliği”ydi. Birinci adımda; Türkiye’de bulunan Suriyeliler uluslararası başvuru haklarından muaf tutuldu ve defacto bir çerçeveye alındı. AB ve BM ise bu durumu pişkince izlemekle yetindi! Bunu takip eden ikinci adım da Suriyeli işçiler için hazırlanan “İş Piyasasına Erişim” düzenlemesi oldu. Bu konudaki tüm yetkiler ise Bakanlar Kuruluna verildi.
Yeni düzenlemeyle birlikte; “Geçici koruma kimlik belgesine sahip olanlar, Bakanlar Kurulunca belirlenecek sektörlerde, iş kollarında ve coğrafi alanlarda (il, ilçe veya köylerde) çalışma izni almak için Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına başvurabilecek” ve “geçici koruma statüsü altındakilere verilen çalışma izinlerinin süreleri, geçici korumanın süresinden fazla olamayacak” Başka bir ifadeyle; “geçici koruma sona erdiğinde, bu kapsamda verilen çalışma izni de sona erecek!”
Özetle Türkiye’ye sığınmış bulunan Suriyeliler önce geçici koruma kapsamına alınıyor, sonra da geçici koruma altında oldukları bu süre zarfında sömürüye açık hale getiriliyor. Bunun içindir ki; çalışma izni yerine daha çok “geçici çalışma izni” tabiri kullanılıyor.
Rapor, “Geçici çalışma izni, savaşın bitmesi ile sona ermeli” diyor ve devam ediyor; “Suriyelilerin evlerine dönerken müktesep hak ve tazminat taleplerinin önüne geçecek bir sistem, uluslararası hukuk ilkeleri de göz önüne alınarak oluşturulmalıdır(!)”
Yani TİSK diyor ki: Suriyeliler savaş bitene kadar bize çalışsın, savaşın bitmesi ile bu çalışma izni sona ersin ve memleketlerine gönderilsin! Bu arada oluşacak kıdem ve ihbar tazminatı gibi edinilmiş hakları da talep edemeyecekleri bir yasal düzenleme yapılsın. Uluslararası hukuk ilkeleri meselesine gelince: AB ve diğer emperyalist devletlerin; mültecileri Türkiye sahasında tutmak adına, hukuk dışı uygulamalara nasıl göz yumdukları bilinmez değil. Mevzu Merkel’in sunduğu 3 milyar avro ile de sınırlı değil. Türk burjuvazisi ve iktidar, batılı devletlerden sadece para değil; BM sözleşmelerini rahatlıkla çiğneyecekleri bir sömürü kolaylığı da istiyor.
“Risk ve fırsatların iç içe geçtiği bir tablo...” TİSK raporu, yeni durumu işte böyle tarif ediyor. Ve şimdiden söyleyelim ki; mülteciler için “Yabancı statüleri baki kalmak kaydıyla geçici çalışma izinlerini içeren bu strateji” sadece TİSK’e ya da Türkiye’ye ait bir strateji olmayacak. Türkiye bu yeni stratejiyi uygularken AB ve dünya kapitalizmi için de ilginç bir laboratuvar olacak.

GENÇ VE ÇOCUK MÜLTECİ EMEĞİ

Raporda Suriyeli çocukların demografik yapısına özellikle dikkat çekilmiş. Buna göre Türkiye’de ekim 2015 tarihinde 2 milyon 72 bin 290 kayıtlı Suriyeli olduğu ve bunun 1 milyon 123 bininin 18 yaş altı çocuk ve gençlerden oluştuğu belirtiliyor. Ayrıca 0-4 yaş aralığında 415 bin Suriyeli çocuğun Türkiye’de bulunduğu ve bunun 150-200 bin kadarının da Türkiye’de doğduğu tahmin ediliyor. Buna Türkiye’de her gün 125 Suriyeli bebeğin doğduğunu ekleyelim. Peki, bu verilerin ne anlamı var?  
TİSK özetle şunu demek istiyor: Ne Suriye’deki savaşın kısa zamanda bitmesi mümkün ne de Suriyelilerin memleketlerine dönmeleri artık o kadar kolay. O halde Suriyelileri bu topraklarda geçici ya da “misafir” olarak değil uzun yıllar kalıcı görmek ve entegrasyon yollarını aramak gerek! Özetle TİSK bu durumu iş dünyasının menfaatleri için fırsata çevirmek istiyor.
Gençler kadar yeni doğan ya da doğacak olan Suriyeliler de patronların iştahını kabartıyor. Suriyeli erkek çocukların okullaşmadaki eksikliğine vurgu yapan rapor, erkek çocukların çoğunun kayıt dışı çalıştığını söylüyor. TİSK raporundaki bu tespit bize güncel bir tartışmayı da hatırlattı. Hatırlarsak geçtiğimiz hafta İngiliz firmaları H&M ve Next ile İstanbul Hazırgiyim ve Konfeksiyon İhracatçıları Birliği (İHKİB) arasında alevlenen tartışmanın konusu çocuk işçilerdi. İHKİB her ne kadar İngilizlere çalışan tedarikçi firmaların Suriyeli çocuk işçi çalıştırmadığını söylese de işin aslı hiç de öyle değil. Çünkü (bırakalım tedarikçi firmaları) bugün tedarikçi firmaların fason iş verdiği tekstil atölyelerinde yüzlerce çocuk işçi çalıştırılıyor.
Rapora geri dönersek; nitelikli ve verimli iş gücü yetiştirmek için TİSK, Suriyeli çocukların mesleki eğitime dahil edilmesini istiyor. Bu talep hem geleceğin modern kölelerinin nitelikli hale getirilmesini hem de “mesleki eğitim” sürecinde Suriyeli çocukların “iş gücü piyasasına” sömürülerek katılmalarını hedefliyor.

HER ŞEY REKABET İÇİN...

Rapor, Gaziantep sermayesinin Suriyeliler sayesinde düşük maliyet imkanına kavuştuğunu ve Denizlili esnaf ve sanayicisinin Gaziantep’le artık rekabet edemediğini tespit ediyor. Bu tespit doğal olarak, Denizli için de mülteci emeğinin sömürüye açılması ve her iki ilde bu sömürünün kayıt altına alınması çağrısına bağlanıyor. Ne için, elbette “adil” bir rekabet için!
Bir ilginç örnek de Maraş’tan... Maraş için yerel halkın tarım sektörü ya da fabrikalarda işçi olarak çalışmak istemediği ve bu alanda iş gücüne büyük ihtiyaç duyulduğu belirtiliyor. Ama aynı raporda ne Suriyelilere verilen üç kuruş paraya ne de insanlık dışı çalışma koşullarına yer veriliyor. İşin ilginç yanı Türkiye’de 100 bin çoban açığı olduğunu öne süren bakanlar da aynı yönteme başvurmuştu.
Kayıt dışı mülteci işçi çalıştıran işyerleriyle “rekabet” bahanesini öne süren TİSK, patronlara teşvik de istemeyi ihmal etmiyor: “Kayıt dışılığın önlenmesi için yasal-idari düzenlemeler kadar, devletin ‘prim’, ‘vergi’ indirimleri yapması gerektiği de sıklıkla ifade edilmektedir. Bu konuda devletten teşvikler beklenmektedir(!)”
Yani rekabetin yükü yine devlete; devlet üzerinden işçi ve emekçilere fatura ediliyor.

İŞÇİYİ ‘YENİ STRATEJİ’YE HAZIRLAMAK

Suriyelilere çalışma izni çıkarsa Türkiyeli işçiler arasında bunun sosyolojik etkisi ne olur? TİSK bu soruyu da boş bırakmamış. İşte size birkaç not:
* TİSK’e göre mülteci kampları istihdam için uygun sahalar değil ve üretimden izole yerler. Esas potansiyel kent içlerine dağılmış Suriyeliler.
* Rapora göre, “Dindaş ve mezhepdaş olmak Türk toplumu ile kültür birliği için yeterli değil!” Toplumda, Suriyelilere vatandaşlık verilmesine yüzde 7.7 destek gelirken, yüzde 84.5 ret geliyor. “Türk ekonomi dünyası”nın bu konuda soğukkanlı ve pragmatik olduğunu söyleyen TİSK, vatandaşlık ve entegrasyonun tartıştırabileceğini söylüyor. Bu entegrasyonun asimilasyonla arasına ne kadar mesafe koyacağı ise son derece kuşkulu.
* Raporda “Suriyeliler işlerimizi elimizden almaktadır” önermesi yüzde 56.1 gibi bir oranda destek alıyor. Bölge illerinde ise bu oran yüzde 68.9’a ulaşıyor ve şu tespit ekleniyor: “İş gücü piyasasının Suriyeli sığınmacıların varlığı nedeniyle çalışanlar aleyhine ucuzlaması ve hatta yerel halktan işini kaybedenlerin sayısının artması, özellikle Suriyelilerin yoğun oldukları bölgelerde çok ciddi gerginliklere de yol açabilmektedir.” Sonuç olarak rapor; ucuz ve kölece çalıştırılacak Suriyeliler konusunda, Türkiyeli işçileri ikna edecek bir ön çalışma yapılmasını talep ediyor.
* Yine aynı gerekçeye dayanarak; bir işletmede, çalışan sayısının en fazla yüzde 10’a kadar Suriyeli olması isteniyor. Tarım sektöründeki mevsimlik işlerde ise bu sınırlamaya gerek duyulmuyor. Mühendislik, sağlık ve eğitim alanına gelince; nitelikli olan Suriyelilerin bu alanlarda çalıştırılması, bağlı bakanlıkların iznine bırakılıyor. Yani bu alanlarda da ucuz ve örgütsüz mülteci sömürüsünün önü açılıyor.
* TİSK gerçekte ne Türkiyeli ne de Suriyeli işçileri düşünüyor. Buna dair en güzel örnek de raporun turizm sektörüyle ilgili bölümünde kendini gösteriyor: “Turizm alanlarının bir ‘estetik, huzur ve güven’ alanı olduğunu vurgulayan sektör temsilcileri, Suriyelilerin bu illerden uzak tutulmaları gerektiğini, aksi halde çok ciddi turizm kayıplarının gündeme geleceğini, bunun da mevcut istihdamı olumsuz etkileyeceği ve devamında da Suriyelilere yönelik tepkilerin katlanarak artacağı endişelerini ifade etmektedir.”

ÖNCEKİ HABER

Diyarbakır ve sesler...

SONRAKİ HABER

Ekvadorlu eski bakan Evrensel'e konuştu: Egemenliğimizi ezip geçtiler

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...