09 Şubat 2016 00:32

Diyarbakır ve sesler...

Paylaş

İlke IŞIK*

Diyarbakır’a ikinci gidişimdi bu benim. İlki 2012 yılının eylül ayında sevgili İlknur Abla ile Müge Tuzcuoğlu’nun duruşması içindi. Duruşmada Müge tahliye olunca çok keyifli bir seyahate dönüşmüştü ziyaretimiz. Günlerimizin birini tamamen Sur’da geçirmiş, sokaklarında kaybolmuş, gezilebilecek bütün kiliseleri gezmiş, Hasanpaşa Hanı’nda kahvaltı etmiş, Sülüklü Han’da Süryani şarabı içmiştik. Şimdiyse Sur’da bunların hiçbiri yapılamıyor, Sur içindeki koca bir halkla yok ediliyor diyeydi yolculuk. Üstelik İknur Abla da artık yoktu….
Henüz yola koyulmuştuk ki Ankara’dan daha çıkamadan kalabalık bir polis ekibi tarafından durdurulduk. Son derece kaba bir biçimde “işini yapan” sinirli ve gergin bir polis ekibiyle tam iki saat cebelleştik. Ankara’dan üç otobüs olarak yola çıkmıştık ve bir otobüsü durdurmayı başaramamışlardı. Yola devam eden arkadaşlarımızın Ankara’dan çıktıklarını duyunca keyiflenmiştik, yağmur altında dışarıda beklememize rağmen.
Diyarbakır girişinde de biz takılmadık GBT kontrolüne, nasıl olduysa… Böyle ulaştık Sümer Park’a. Otobüsten henüz inmiştik ki top seslerini duymaya başladık. İrkildik, inanamadık önce. O kadar yakından ve o kadar güçlü geliyordu ki sesler. İşte “aylardır konuştuğumuz gerçeğin içindeyiz” dedik, işte buradayız, Sur’un burnunun dibindeyiz. Farklı illerden gelmiş yüzlerce kadın sağanak yağmurun altında top ve silah seslerinin arasında barış için haykırdık.
Diyarbakır’ın çeşitli yerlerinde emekçilerin sürdürdüğü barış nöbetlerini ziyaret için heyetler oluştu ardından. Büyükşehir Belediyesi önündeki Beyaz Nöbeti ziyarete gittik bir grup kadın. Sur’un hemen yanından geçtik Belediye binasına doğru giderken. Şehrin bir tarafı polis bariyerleri ile ayrılmıştı. Geçmek yasaktı, şehrin bir tarafında hayat sürerken, bu bariyerlerin ardında ölüm, yıkım ve göç vardı.
Sağlık emekçileri ile top ve silah sesleri arasında sohbet etmeye çalıştık. Sağlık hizmetine ulaşmanın nasıl olanaksız hale getirildiğini, sadece Sur’da değil Bağlar gibi yerlerde de Sağlık Ocaklarının boşaltılarak polis merkezine dönüştürülmesi noktasında hazırlıklar yapıldığını anlattılar. Hendekler bahanesinin nasıl da boş olduğu konuştuğumuz her şeyle ortaya çıkıyordu. Sohbet ettiğimiz Diyarbakırlı arkadaşlar da sadece Sur’da değil, Bağlar, Ofis şehrin her yerinde taciz atışları yapıldığını, şehrin hiçbir yerinde can güvenliği olmadığını anlatıyorlardı. Son birkaç güne kadar biraz daha sakin iken şehir, gazetecilerin haber nöbeti ve bizim gelişimiz ile top ve silah seslerinin arttığını söyledi arkadaşlar. Gelen heyetlere yönelik devletin memnuniyetsizlik ifadesi diye mi okumalıyız bilemiyorum bu durumu.
Barış için gerçekleştirdiğimiz buluşma akşam saatlerinde başlayan forum ile sona erdi. Diyarbakırlı kadınlar anlattı, çocuğunu kaybeden anneler, cenazesini alamayan kadınlar konuştu, sarıldık birbirimize, birlikte ağladık. Biz diğer illerden gelenler de bulunduğumuz illerde neler yaptığımızı aktarmaya çalıştık.
Organizasyonun tamamına dair pek çok şey söylenebilir. Sıkıntılar, aksayan yönler, iller arası koordinasyonun yetersizliği gibi bir çok noktayı kadın hareketinin daha iyisini yapabilmek için tartışması gerekli. Ama asıl önemlisi barış mücadelesini bu tür ziyaretlerin dışında da bulunduğumuz yerlerde nasıl güçlendireceğimiz. Kadınların büyük küçük demeden bir şekilde barış mücadelesinin parçası olabilmesinin yol, yöntem ve olanaklarını bulabilmek durumundayız. O yüzden daha yaratıcı, daha kapsayıcı bir mücadele dönemine ihtiyacımız olduğu açık.
Diyarbakır savaşa, top ve silah seslerine rağmen yaşayan bir şehir. Her şeye inat bir yaşamak belki de bu. Sokaklar insanlar ve araçlarla dolu. Günlük hayat belki eski neşesiyle olmasa da akıyor. Şehirden ayrılmadan önce geldiğimiz lokanta tıklım tıklım doluydu. Zorlukla yer bulup oturduğumuzda, yemeğini yiyip bitirmiş ayrılan silahlı özel timleri gördük. Masamıza yiyecekleri getirmeye başlayan garsona bu durumu sorduğumuzda “nasıl almayalım abla, zaten az önce bir masa bunların burada ne işi var diye protesto edip gitti, biz ister miyiz çoluğu çocuğu öldürenlere hizmet etmeyi” diyerek durumu açıklamaya çalıştı. Yine aynı lokantada sinema yazarı arkadaşlarla karşılaşmak ise başka bir hoşluk oldu. Diyarbakır’ın kültür sanat ortamına dair çalışmalar içinde olduklarını anlattılar heyecanla. Sadece bu lokanta bile özetiydi sanki Diyarbakır’ın savaşa rağmen inat ve inançla umutla yaşayan bir şehir olduğunun.
Ayrılma vakti geldiğinde ise saatler 19.00’u gösteriyordu ve ses çıkarma eylemi başlamıştı. Yavaş yavaş başlayan sesler artarken yola koyulduk. Sokaklara çıkmaya başlayan gençlerin arasında yol alırken Diyarbakır bizi barış umuduyla uğurluyor diye düşündüm. Evet top sesleriyle başladığımız gün barış için çıkan seslerle son bulmuştu. Omuzlarımızda daha büyük bir yükle döndük geldiğimiz illere. Top sesleri arasında barış için çıkan sesler bize ne yapmamız gerektiğini hatırlatacak. Şimdi bunu her yerde örgütlemenin zamanı umutla ve ısrarla…

*Emek Partisi Ankara İl Başkanı

ÖNCEKİ HABER

Bir ikna aracı olarak ‘Normallik’

SONRAKİ HABER

Mülteci emeği patronların iştahını kabartıyor

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...