08 Şubat 2016 10:40

Cizre'de kontrol dışı güçler mi söz sahibi?

Paylaş

Pia BAÇARU

Cizre’nin Cudi Mahallesi’nde 23 Ocak Cumartesi günü yapılan top atışları sonucu beş katlı bir apartmanın bodrum katına sığınan ve 7 ölümün bir kısmının orada gerçekleştiğini bildiğimiz 15’i yaralı toplam 31 kişinin akıbetine dair şu yazı itibariyle henüz bir bilgi edinmiş değiliz. Yine 5 Şubat tarihinde aynı mahallede 62 kişinin sığındığı binada top atışları nedeniyle çıkan yangın sonucu 9 kişinin yanarak yaşamını yitirdiği ve daha sonra yayınlanan haberlere göre bu kişilerin tamamının öldürüldüğü iddia edildi. 

Defalarca yapılan ambulans çağrıları, AİHM - AYM başvuruları ve benzer birçok girişim kamuoyu tepkisiyle birleştikten sonra endişeli bekleyişimiz cevaplanmayı bekleyen onlarca soruyu da beraberinde getiriyor.  Devlet yetkililerine göre belirtilen adrese ambulanslar gidiyor fakat binadan açılan ateş nedeniyle ambulanslar yaralıların bulunduğu bodrum katına önce 2 kilometre daha sonra 200 metre mesafeye çekiliyordu. Orada bulunan vekillerin aktarımlarına göre ise ilk günden itibaren panzerlerle çevrili olan binada silahlı kimsenin bulunmadığı, sanal çatışma yaratıldığı ve oradaki kolluk güçlerinin ambulansın yaralıları almasını engellediği yönündeydi. Cizre Belediyesi’ne ait olan ambulansların da geçişine izin vermeyen emniyet güçleri beyaz bayraklarla binanın önüne kadar giden yaralıların annelerini de gözaltına aldı. Bu noktada eğer orada bir silahlı çatışma ya da tek taraflı bir ateş var ise bunu göze alıp gitmeyi düşünen anneler, sağlık gönüllüleri, vekiller ve başka isimlere izin vermemek orada bir çatışma olmadığı cevabına mı götürüyordu? Yavaş yavaş ölüme terk edilen çoğu yaralı ve bir kısmı çocuk olan 50’den fazla insanın akıbeti kimin iki dudağının arasındadır? Aslında hayatta kalanların hepsi şimdi birer ölü müdür?
HDP vekillerinin ve Demirtaş’ın yaptığı açıklamaları birleştirdiğimizde “Orada kontrol edilemeyen güçler mi var?” sorusuna hızlıca ulaşabiliyoruz. Üstelik bu soruyu 7 Haziran seçimi sonrası Kürt illerinde başlayan sokağa çıkma yasaklarına kadar taşımamız da mümkün. 

İdris Baluken’in 29 Ocak’ta “İçişleri Bakanlığı’nın yaralıları hastaneye ulaştıracağını, Başbakan’ın ‘kontrol dışı noktalar’ la görüştüğünü söylemişti” şeklinde bir açıklaması oldu.  Devam eden günlerde ise dönüşümlü açlık grevinde bulunan vekillerin yaralılarla yaptığı telefon görüşmesinin Başbakanlık, İçişleri Bakanlığı ve vali tarafından bilindiği, bu görüşme esnasında binanın tarandığı, yaralıların çığlık attığı da ses kayıtlarına da yansıyor.  Birkaç gün öncesinde ise ulaştığımız Şırnak Milletvekili Faysal Sarıyıldız, belediyeye mensup sağlık görevlilerinin İçişleri Bakanlığı talimatıyla bodrum katına gönderildiklerini belirtmelerine rağmen “kolluk güçlerinin resmi talimatları dinlemeyeceğine dair cümleler sarf ettiklerini hatta o esnada sağlık görevlilerinin gözleri önünde bir şarjör dolusu mermiyi havaya doğru sıkarak boşalttıklarının” bilgisini de aktardı.

Biraz daha eskiye gidecek olursak; Selahattin Demirtaş 28 Ocak’ta katıldığı bir programda Ankara’da bulunan bir arkadaşından edindiği bilgiyi şöyle aktarmıştı, “Genelkurmay'ın hükümete operasyonlarda tank kullanın emri karşılığında iki şart sunduğunu öne sürdü. Biz girersek çok sayıda sivil ölebilir bir, bunun güvencesini vereceksiniz, bunun hesabı sorulmayacak bizden. İki, bize oradan çıkın demeyeceksiniz çıkacağımız zamana biz karar vereceğiz.”

Tarihi 7 Haziran seçimlerinden sonraki zamanlara çekecek olursak, kutlamalar yapıyormuşçasına havaya bol bol silah sıkan ve tekbir getiren, benzer atraksiyonu okul önlerinde resmeden sakallı ya da yüzleri kapalı bu kişiler direkt olarak devletin Kürt öfkesini mi temsil etmektedirler?

Başbakan Davutoğlu'nun Master Plan’da kategorize ettiği düşmanlardan biri de Haçlılar’dı. İslamiyet ve Türklük esasıyla şekillendiğini düşündüğümüz Esedullah Timleri’nin yasağın ilk günlerinde Silvan’da duvarlara yazdığı  “Kanımız aksa da zafer İslam’ındır” ve “Ermeni Piçleri” yazılamalarının öfkesi aynı ortak değerler nedeniyle mi normalleştirilmektedir?

Kendilerini Allah’ın aslanları olarak belirten, bölge halkına kötü muamele ve işkencede bulunan bu sakallı, silahlı gruplar şu anda hâlâ kurtarılmayı bekleyen iki evin etrafında çevrelenmiş durumda ise Master Plan’a doğru her şey mubah mı kabul edilecektir? 

Kimilerine göre Rojava’dan geldiler, Saray’dan talimat aldılar veya emniyetin içinde oluştular. Azerice ve Arapça konuşan, sakallı ve 40-50 yaş üstü olduğu belirtilen Esedullah, Cundullah Timlerinin veya Bora Tugayları’nın resmi bir kabul karşılığı bulunuyor mu?

Daha önce HDP’li Ziya Pir, Çağlar Demirel, Sibel Yiğitalp, bazı CHP’li vekillerin Silvan’daki duvar yazılamaları ve halkın aktarımlarına göre İçişleri Bakanlığı’na yönelttikleri sorular neticesinde Bakanlık tarafından başlatılan incelemeler ne durumdadır? 

Yine 1 Kasım seçimleri öncesinde duvar yazılamalarıyla gündem olan Esedullah ve PÖH’lerin HDP - CHP’li vekillerce o bölgelerin kaymakam, vali yardımcıları ve güvenlik şubeden sorumlu emniyet yardımcılarından aldıkları bilgiler bugünün açıklamalarıyla da örtüşmektedir: 

“Bizlerin de sözü geçmiyor, kontrolümüzde olmayan güçler var.” 

“Bu kişileri bilmiyoruz, bize bağlı değiller. Onlara müdahale edemiyoruz.”

Bu cümlelerin devamında gelen ortak beyan/itiraf ise bu güçlerin Ankara’ya bağlı olduğu yönünde. 
“Kontrol dışı” olarak tabir edilen ve aslında ciddi bir itirafın konusu olan bu güçler kimlerdir? Günlerdir hem İçişleri Bakanı Efkan Ala hem de Başbakan Ahmet Davutoğlu tarafından yasakların kalkacağı söylenirken bu gecikmenin nedeni söz geçirilemeyen ya da sınırları belirlenmiş kontrol alanının dışına çıkan birliklerden mi kaynaklanmaktadır? Efkan Ala'nın "Cizre'nin yüzde 99.5'i bitti" açıklaması kurtarılmayı bekleyen yaralıların ölümüyle mi tamamlanacaktır?

Ergenekon, gladyo, kontrgerilla,  JİTEM ve son haliyle Esedullah Timlerinin geride bıraktıkları faili meçhuller operasyon kapsamında “zayiat” olarak mı kayıtlara geçirilecektir?

Sokaklarda günlerce bekleyen ölüler, evlerde hâlâ aç ve susuz kurtarılmayı bekleyen yaralılar, vücudundan en az 13 kurşun çıkan kadın siyasetçiler, tek kurşunla yapılan infazlar, öldürüldükten sonra gözleri oyulan, benzer işkence türleriyle öldürülen genç insanlar neden herhangi bir soruşturma kapsamına alınmıyor? Bu sonuçlar devletin hangi resmi ideolojisine göre temellendirilmektedir? Sessizliğin ya da gerçeklerden uzaklaştırmanın yegane nedeni haklı bir intikam olduğu görüşü ya da devletin bölgedeki kontrolünü kaybetmesi midir?

90’lı yılların illegal yapılanmalarının bilgisiyle bölgeye sevk edilen Kayseri Tugayları ve içinde Kürt nefreti barındıran emniyet güçlerinin yeni adı Kürt kanı akıtmayı mukaddes görev sayan, "derin devlet" neferi Esedullah Timleri midir?

@bajarian

 

ÖNCEKİ HABER

Binnur Yenge

SONRAKİ HABER

Kravata değil iyileşemeyen yaralara bak!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa