07 Şubat 2016 04:54

‘Alpaslan’ın ordusunda Türk, Selahaddin Eyyubi’nin ordusunda Kürt olmak’

Paylaş

Hakkı ÖZDAL

2013 yazından beri öyle bir anaforun içinde yaşıyoruz ki, bu yılları ele alan tarih metinleri olguları ayıklamakta ve sadeleşmekte zorlanacaklar. Ama üç yıla yaklaşan bu hercümerç içinde de özel dönem ve hatta özel günler var. Bu yazının yazıldığı 5 Şubat 2016 günü de o günlerden biriydi... 5 Şubat Cuma, malum koşullarda gidilmiş kasım seçimlerinde tahkim edilen rejimin, içte ve dışta, ‘zora düştüğü’, çaresiz göründüğü pek çok olguya tanıklık etti. 

Mardin’e gidelim ve bu dramatik günü anlatmaya oradan başlayalım.

7 Haziran’daki seçim yenilgisinden hemen sonra -ve hatta çoktan anlaşıldı ki ‘planlama’ düzeyinde bundan da önce- ‘sıvanmış kollarla’ temmuz ayında girişilen ‘çatışma’, bölgedeki bazı Kürt mahallelerinde, ağır kayıpların eşlik ettiği bir kent savaşına dönüştü. 5 Şubat itibariyle ise tablo şuydu: 

Tüm yasal yetkileri, teknik-fiziki olanakları ‘hesap verme prangası’ndan arınmış sorumsuzluğuyla bu mahallelerdeki barikatları kaldırmaya yönelen yönetim; 75 güne varan sokağa çıkma yasaklarına, tarihsel ve kültürel dokuyu da geri dönülmez şekilde tahrip edecek bir yıkıma rağmen ‘tarih vererek’ ilan ettiği ‘temizliği’ başaramamış... 

Elit birliklerin de katıldığı operasyonların sonu için ‘randevu verilen’ tarih(ler) çoktan geride kalmış ama Cizre ve Sur’da kontrol sağlanamamış...

Ağır propaganda makinesinin ve hukukun tamamen askıya alındığı baskı-tehdit ortamının eşlik ettiği ‘kamu diplomasisi’ne rağmen sivil kayıplar ve hak ihlalleri ayyuka çıkmış...

Başta Kürt halkı olmak üzere, bu tarihsel sorunun bir savaş zaferi ya da yenilgisiyle çözülmeyeceğinin bilgisine ve deneyimine sahip toplum kesimleri,artık kalıcı olarak ve mutlak şekilde kaybedilmiş, hatta düşmanlaştırılmış...

Aklın en basit ve güdüsel uyarılarını bile kulak arkası eden bir ‘taarruz’ hali, olası tüm diyalog yollarını tıkamış...

İşte bu koşullarda, Başbakan, kendisine yakın bazı yazarlar tarafından “yeni çözüm süreci” diye bile anons edilen bir “eylem planı” açıklamak için Mardin’e gidiyor: “10 maddelik terörle mücadele eylem planı.” Konuşmaya verdikleri tepkilerden zaten herhangi bir beklenti içinde olmadıkları anlaşılan bir dinleyici topluluk önünde açıklanıyor bu plan. ‘Hoca’dan duymaya artık alıştığımız şekilde, ‘lirik’ olmaya çalışırken yavan bir ‘milli tarih-milli coğrafya’ kompozisyonuna dönüşen, telaffuz hatalarıyla hepten katlanılmaz olmuş bir metin, yerli yersiz ama her defasında coşkudan uzak alkışlarla destekleniyor o topluluk tarafından. “Alpaslan’ın ordusunda bir Türk olmakla Selahaddin Eyyubi’nin ordusunda bir Kürt olmak arasında ne fark var” türü, hiçbir anlam içermeyen analojiler geçiyor metinden. Belli ki vaktiyle çok arzulanmış ama gerçekte hiç olmamış bir kayıp şöhretin peşinde ümitsizce koşan bir uvertürün, Berdan Mardini diye bir şarkıcının, konunun ciddiyetinden alabildiğine uzak ve gülünç gayretine terk edilmiş üçüncü sınıf bir ‘halkla ilişkiler’ seremonisi görünüyor bir ara... Bozkır duygusu veren bir eksiklik. Bir olmamışlık, olamazlık hali... Kürtleri, haklarının, geleceklerinin ve varlıklarının dışında dondurup, zamansız, nesnesiz bir söylenceymiş, bir kilim motifi ya da bir çini vazoymuş gibi güzelleyen, sorumsuz, tarihsiz, samimiyetsiz bir işporta tezgahı...

Mardin’de Hükümet bu hazin tabloyu çizerken, birkaç yüz kilometre beriden bir ‘yangın’ haberi geliyor: Kürt siyasetçiler, Cizre’de bir binanın, içindeki insanlarla birlikte yandığını duyuruyor... Ve bu korkunç ateşin daha dumanı tüterken, 16 kollu yalan ahtapotu vantuzlarını geçiriyor hakikatin üstüne. Devlet ajansı ve mülki erkan, gerçekte bir çocuğu bile inandıramayacak kadar basit, ama onunla ‘haplanmaya’ gönüllü kalabalıklar için ‘yeterli’ metinlerle ‘izah’ ediyorlar bu yangını ve yananları. Aslında, tam da bugün, “Alpaslan’ın ordusunda bir Türk olmakla Selahaddin Eyyubi’nin ordusunda bir Kürt olmak” arasında nasıl bir ‘fark’olduğunu bağırıyorlar. Berdan Mardini bir türkü söylüyor o esnada...

Sportif başarısı bir haftadır başına vurulan Amedspor’un, neredeyse ‘müebbet’ oynamama cezası verilmiş Deniz Naki’si “Kimse moralini bozmasın, yola devam” açıklaması yapıyor aynı saatlerde.
Can Dündar ve Erdem Gül’ün hakkında hazırlanmış ve köşe yazılarından, haberlerden ibaret ‘terör’ iddianamesi kabul ediliyor.

Barış bildirisini imzalayan birçok akademisyenin görevlerine son verildiği duyuluyor bir süre sonra. 
“Kefenle” çıkıldığı söylenegelen ama nihayetinde, kargo uçaklarıyla dünyanın öbür ucuna dahi taşınan zırhlıların ve her türden başka ‘zırhın’ giyildiği bir ‘yol’ görünüyor karanlığa doğru. 

O hamasi “Şam’daki Emevi Camii’nde namaz” alegorisi, Halep’ten canını zor kurtarmakta olan ‘müttefik’lerin sınıra dayanmasıyla, ‘beynamaz bir hakikat’e dönüşüyor. “Komşu ülkelere asker sokmayı planladıkları”na dair ‘dostları’ ve ‘düşmanları’ndan gelen iddiaları karşılamakla geçiriyorlar ‘diplomatik’ mesailerini. Binlerce kilometre uzakta eylemci dövüyor güvenlik emir erleri.

Bu ateş çemberinin içinde, bu paramparça olmuş duygular ülkesinde, Engels’in deyişiyle “ölü doğmuş bir saçmalık”a dönüşüyor imparatorluk umutları. Vekillerle yürütülmüş bir savaşın perdesi inerken, ağır yenilginin soğuk yüzü buharlı camlara yaklaşıyor.

ÖNCEKİ HABER

Türkiye’nin özgür gazetecileri, Haber Nöbeti’nde birleşin!

SONRAKİ HABER

Kanbolat Görkem Arslan ile oyunculuktan politikaya: Yas tutmayı unuttuk

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...