07 Şubat 2016 04:43

Siz benim neden sustuğumu nereden bileceksiniz!

Paylaş

Nuray SANCAR

“Neden şimdi” diye soranların es geçtiği bir nokta var. Bir zamanlar AKP’nin triumvirası içinde yer alırken sonra ötelenmiş, iktidarın ve paylaşım ağının dışında kalmış ve bu yüzden “siyaseten ölü” birinin kişisel hezeyanının sıkıştırıldığı bir “şimdi”de konuşmuyor Bülent Arınç. O hep konuşmuştu. Bugün Hükümetin kördüğüm haline getirdiği bütün iç ve dış meselelere ilişkin politikaların mimarlığını, sözcülüğünü, inşaatını filan yaparken de konuşmuştu. Fakat Muhteşem Yüzyıl’ın Pargalısı gibi, temenna ettiği kişiden vaz geçmeyerek ama onu düzeltmek için yapmıştı eleştirilerini. Ama sultanın sadece çevresinden değil kendisinden bile kurtarılması gerektiği noktasına geldiği anlaşılıyor Arınç’ın.

Bülent Arınç her fırsatta Erbakan’ın partisinde başlayan ve AKP’nin kuruluş döneminden bugünlere kadar küpü taşıracak kadar dolduran, kendisinde birikmiş devlet, siyaset ve parti içi ilişkiler bilgisine vurgu yapıyor. Üstüste yığılmış bu bilgileri sık sık dile getirmesi “geçti borun pazarı” kıvamında bir anakronizm de yaratıyor ister istemez.  Bu noktada siyasetçinin kadrinin bilinmemiş olmaktan kaynaklanan kindarlığı kısmen açıklayabilir “neden şimdi” sorusunu. İşin bu kısmı olan bitenlerin, gözyaşı dökmeyi çok seven bir siyasetçinin ruhunda yarattığı çalkantılarla ilgili. Bizi asıl ilgilendiren ise temsil ettiği degerler itibarıyla, Bülent Arınç figürünün bugün bu kadar tartışmalı bir noktaya neden geldiği. Bir zamanlar varlığıyla şenlenen AKP hiyerarşisinden giderek neden püskürtülmüş olduğu.

O AĞACIN ALTINI...

Bir kere Arınç AKP’nin “Medine Vesikası” döneminin adamıydı. Kendisinin de farkına varmadığı nokta bu. Medine vesikası İslamın kuruluş döneminde, yeterince güçlü olmayan müslümanların etraftaki kabilelerle yaptığı uzlaşmadır. Bir zamanlar üzerine çok konuşulmuştu. AKP iktidara yeni geldiği sıralarda, kısmen ikinci döneminde, ileri bir demokrasi vaat ederek en geniş koalisyonu oluşturmaya çalışırken sözü ediliyordu bu vesikanın. Arınç’ın da sempati duyduğunu söylediği cemaatten liberal aydınlara, liberallerden “komünist olmayan sol”a kadar geniş diyebileceğimiz bir kesimin dahliyle oluşturuldu vesikanın ruhu.

Medine koalisyonu ise anayasa değişikliği referandumuna dair propaganda faaliyeti kapsamında Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Ahmet Kaya’ya, Erdal Eren’e döktüğü gözyaşlarıyla; 12 Eylül darbesi mağdurlarına selam çakılarak, 90’ların faili meçhul cinayetlerine lanet edilerek genişledi. Bülent Arınç’ın sakin, şefi gibi kestirip atmaya değil de izahata yüklenen retoriği, ona pek sık biçimde gözyaşı döktüren duygusallığı, ihtiyaç duyulan tuhaf popülizme fazlasıyla hizmet ediyordu doğrusu. 

Sonra bu dönem bitti; AKP giderek daha önce taşladığı kesimlerle yeni bir koalisyon kurmaya başladı. Askeri yanına aldı, cemaate bindirdi, Ergenekon’u taşlamaktan vazgeçti. Liberallerle, onları kullanışlı aptal ilan ederek yol ayrımına girdiğini ilan etti. Çözüm sürecinden çark edildi. Anayasa Referandumu sırasında AKP’ye kredi veren kesimler ise “yanıldıklarını” ilan etmeye başlamışlardı. Bir kısmı ise tam biat ilan ederek AKP’ye dahil oldular. Medine Vesikasının M’si bile telaffuz edilmiyordu artık. Bülent Arınç’ın bu dönemde partiyi ve liderini korumak adına “yok öyle dememişti”, “demek istediği şuydu” biçimindeki redaksiyon çalışmaları ise çoktan beri “hayır öyle dedim” diklenmeleriyle karşılanıyordu zaten. O ise diklenmeden dik durmayı slogan haline getirmişse de, diklikle diklenmeyi karıştıran liderinin karşısında hep eğilerek temennada kalan Pargalı olmaya devam etti; esas hesaplaşmayı hep o bir türlü gelmeyen sonraya erteleyerek. 

Arınç’ın Öğrencilerin evlerde kızlı erkekli kalınmasına karşı çıkan Erdoğan’a, Gezi Direnişi’ne muamele biçimine, tutuklu vekiller meselesine hep itirazları olmuş her seferinde Erdoğan tarafından refüze edilmişti. Bunlar kendisinin de dediği gibi iki üç gün konuşulup unutulan şeylerdi elbette. Arınç hiçbir zaman bir zaman sistematik bir eleştirinin adresi olamadı; çünkü öyle bir sistematiği yoktu. Bütün yaptığı, Erdoğan’ı veya AKP’yi kendi nostaljisinde yaşayan ama artık miyadı bitmiş bir AKP adına yolda giderken tashihten ibaretti.  

ÖZGÜL AĞIRLIK

Öte yandan, Bülent Arınç ne de olsa bir Ortadoğulu siyasetçidir. Bu bölgede kişisel özellikler de ister istemez bölgenin kültürel kodlarından beslenir. Biatın terfi, secdenin nema, itaatin ikbal olarak geri döndüğü kadim bir imparatorluğa ait feodal etik kalıntılar hâlâ yaşar bu topraklarda. Hukukla düzenlenmediği sürece ritüellerin tekrarına dayanan gündelik ilişkiler temenna edenin sadece ikbal karşılığı değil, yıkımdan sonra da sonsuz suskunluğunu talep eder. Konuşmak, uyarına getirilmezse hep risklidir çünkü. Arınç da bir kez daha -ki daha önce 7 haziran seçimlerinden önce de öyle yapmıştır- daha konuşacak çok şeyinin olduğunu söyleyerek susmayı tercih etmiştir aslında. Ahmet Kaya’nın şarkılarına söz yazan Yusuf Hayaloğlu’nun dizelerini hatırlayalım bir: Bir pınardım kan oldum/ Yol kenarı han oldum/ Yanıldım ah ziyan oldum/ Siz benim neden sustuğumu/ Nereden bileceksiniz...

Bülent Arınç’ın söylediklerinden çok, suskunluğunda saklı bilgiye işaret etmesinde sırıtan feodallik, sistemin bir kara kutusu olarak ortaya çıkışındaki gizemle ilgilenilmesini, o söylemeden her şeyin anlaşılmasını talep etmektedir. Ki ima ettiği sonra’nın gelmesi için bu ilgi şarttır. Öyle ya “Biz onun neden sustuğunu” bilemeyiz! Çünkü onun bir özgül ağırlığı vardır. 

‘ZATIM DEĞİL MİLLETİM’

Bülent Arınç Dolmabahçe toplantısında olan biten her şeyden haberi olduğunu söylediği Erdoğan’ın ve bir kesim AKP’linin tepkisinden sonra  verdiği yazılı yanıtta “Ben, sizlerle birlikte olduğum süre içinde nefsime çok ağır gelen şeylere davam ve partim adına, zatınıza büyük bir hüsn-ü zan ve lidere itimat düsturu ile sabrettim. Sizin yükünüzü paylaşmaya, her türlü zorlukta yardımcı olmaya ve gizli açık tehlikelerden de korumaya çalıştım. Siz de lütfen... en azından geçmiş günlerin hatırına nefsinize uyarak samimiyetsiz kişilerin tahriki ile hareket etmeyin. Bu ifadelerim, kesinlikle zatımla ilgili değil, milletim adına bir ricadır” diye yazdı. Bu satırlarda sırıtan, sınırları zorlamanın hayrına olmadığını gören düşmüş sadrazam edası dikkat çekicidir. Başkanlık sistemi diye tutturmuş bir Cumhurbaşkanına “ben öyle düşünmüyorum” diyebilecek kadar demokrasinin veya hukukun olduğunu zanneden veya üstündeki, taşınmaz bir özgül ağırlığa güvenen Arınç’ın birbirine çıkar ağıyla bağlanmış AKP kadrolarından lideri kurtarmaya çalışmasındaki son çaba yine içindeki Pargalı’nın hortlamasıyla sonuçlanmıştır. 

Bir zamanlar “AKP’nin büyüsü bozuldu, bizken ben olduk. Liderden bir yarı tanrı yaratılmamalı... birilerine dargın olabilirim” diye konuşan siyasetçinin sözlerinin, siyasi kariyerinin kesintiye uğramasından kaynaklandığını iddia etmeyeceğiz. Bunu, “neden şimdi” diye soran AKPliler söylesin. Söylüyorlar da zaten. Arınç’ın kendisi de bir biçimde söyledi bunu. Asıl mesele karakutuda olduğu ima edilenler. 
Bakalım cürmü kadar yer yakacak mı?

ÖNCEKİ HABER

Cenevre’den sonra: Savaş çoktan kaybedildi

SONRAKİ HABER

Tunus halkı yarım kalan devrimini tamamlamaya kararlı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa