07 Şubat 2016 04:30

Oyun veya yarışma

Paylaş

Fevzi ÖZLÜER

“Bir yarışma programı hakkında eleştirilerimin neden bu kadar ses getirdiğini bilmiyorum. Ancak, müziğe aşık birinin, müziğini başkalarına duyurma isteğinin ve umudunun ne demek olduğunu, kaybetmeyi  göze alarak, ‘kendi özgür iradesiyle’ umutlanmasının demek olduğunu biliyorum.” diyordu Cem Adrian. O Ses Türkiye Yarışması’nın katılımcısı müzisyenlerin birer yarışmacı haline gelmesini eleştirerek, “Bu dünyada insanların umutlarını sömürmenin bedelini ödersiniz” dediği açıklamasına gelen tepkiler ardından. Gerçekten de yine mevcut siyasal üçlü kutuplaşmanın bir biçimi de bu açıklama üzerinden yaşanmıştı. Kitleler üçe bölündü. Adricancılar, Anti-Adrian Cephesi ve Üçüncü Yolcular.

ÜÇ CEPHE ARASINDA ADRİANCILAR

Adriancılar yapılan açıklamayı haklı buluyor, O’nu bir entelektüel-aydın olarak tanımlıyor ve bu nedenle de Adrian’ın hassasiyetleri olduğunun altını çiziyordu. Adriancılar genel olarak, var olan bu tür yarışmaların insanların duygularıyla oynadığı tezini işleyerek bir ahlak politikası yapıyordu. Yarışmacıların işin sonunda ünlü de olamadıklarını, bir süre sonra unutulduklarını, yarışma organizatörlerinin gayri adil düzenlerinin sömürü nesnesi haline geldiklerini vurguluyordu.

ANTİ-ADRİAN CEPHESİ

Gayri nizami harp dilinden ekşi sözlük hudutlarına da sızan bu cephenin, yayıncı ekibinin trolleri olduğunu söyleyenler de var. Bu eleştirileri getirenleri, düşünce özgürlüğüne tahammül edemeyenler olarak görenler de. Anti-Adriancı Cephe (Bundan sonra AAC) temel olarak “hayatın bir yarışma” olduğunu,  tezini işleyerek Adriancı ahlak felsefesi yapanların karşısında politik ve reel bir hat tutturuyorlar, vurgularını da daha çok kaba bir ekonomi politik üzerinden inşa ediyorlardı. Bu işten herkesin ekmek yediğini ve serbest piyasanın kurallarının böylesine acımasız olabileceğinin altını çiziyorlardı.

ÜÇÜNCÜ YOLCULAR

Bir yandan Cem Adrian’ın bu tür yarışma programlarını takip etmesini eleştirirken diğer yandan da yarışmaların soluk alamayan halka kısa süreli bir soluk verdiğini, kafayı boşaltma olanağı sağladığı, bu tür yarışmaları izlemenin önemli olduğunu vurgulayan hazcı bir etik yaklaşımını sahiplenen geniş bir yelpazeden oluşuyordu. Temel olarak da bireysel olarak tepki koyman gerektiği noktasından hareket ediyorlardı. 

Düşünce özgürlüğü ekseninde hareket ettiğini söyleyen Adrian ve yine düşünce özgürlüğüne düşünce özgürlüğü temelinde karşı cephe kuran Anti-Adriancılar arasında uçuşan sözcüklerin ise dil düzeyinde uzlaşmaz bir çelişkinin habercisiydi. Karşılıklı suçlamalar peşi sıra yükseliyordu. Akademisyenlerin idari sorgu ve cezai kovuşturma hattında mekik dokuduğu bugünlerde politik ve felsefi toplumsal demlenmeyi bu kamusal biçimler sürüklüyordu.

Adriancılar, Anti-Adriancıları trol olmakla itham ederken; Anti-Adriancılar ise “entel ekmeği yeme derdi” peşindeki düşkünler suçlamasıyla Adriancıları “afişe” ediyordu. Bu aşamada üçüncü yolcuların da sorunun çözümü için konferans hazırlığı içinde olduğunu öğrendik. 

Lakin, üç cephe için de müzisyenliğin bir “ütopya” için uğraş alanı ve bu anlamda oyun pratiği olduğuna ilişkin bir bakış açısı barındırdığını söylemek mümkün değildir. Mevcut adaletsizliğin fırsat eşitliği temelinde derinleştiğini ve bunun bir tür sömürüye dönüşmesini gayri adil bulan Cem Adrian da, muhtemeldir ki yarışma ekseninde örülen ve tüm insanlık gibi kendisinin de dışında kalamadığı verili siyasal hatta dair söylemini fırsat eşitliği ekseninde bir adalet perspektifi üzerinden kuruyordu. Çok fazla çalıştığı halde kış hazırlığı sırasında payını alamayan çekirgenin haklarını savunuyordu belli ki Adrian. Ama çekirgenin karınca ile yarıştırılmasına pek de diyecek bir şey yoktu. Üçüncü yolcular, karıncanın çalışmasını övüyor, çekirgenin de yaz boyu yatmasını yeriyordu. Anti-Adriancı Cephe, bu durumun da bir rekabet oluşturduğunu, hayatın tam da böyle bir yarışma güdüsüyle geliştiğini, bunun da son derece doğal-doğanın yasası olduğunu ısrarla dillendiriyordu. Eğer ki bu işin sonucunda verili sistem, müzisyeni “tüm hassasiyetleriyle örülü olmak kaydıyla da” dinleyicisiyle buluşturuyorsa bu anlamda bir adil sistem kurulabilirdi Adriancılara göre. Oysa mevcut müzik üretim biçiminde, yarışma programlarının, insanların umutları üzerinden sömürüsünü esas alıyor ve onlara vadettiklerini asla gerçekleştirmiyordu. Sanki bir Yeşilçam gibiydi modern dünyanın televizyon programları.

Tam da bu üç hattın aynı noktaya düştüğü yer ise müziği bir oyun olarak kurgulamaması, yarışmaya dayalı siyasallaşmanın veri alınması veya bir ütopya biçimi olarak müziğin toplumsal anlamı üzerine bir tartışma yürütemiyor olmalarıydı. Çekirge yaz boyu müzik yaparken, ısrarla çalışmayı ve zorunlu çalışmayı reddetmesine karşı tüm karınca taraftarlarının milli birlik ve beraberlik içinde “çalışacak” demesine bozulmadan, ütopyanın alanına da girmek pek mümkün değildi. Salt yaratıcılık ve üretkenliğin, bir toplumsal hazza dönüştüğü; insanların yeteneklerinin zorunlu bir geçim aracı olmaktan çıktığı bir dünyayı işaret etmeyen müzik bilgisinin, karıncalar üzerinden kurulan politik dilin şu ya da bu cephesine denk geldiğini sadece çekirgeler biliyor olamazdı!

ÖNCEKİ HABER

Ama siz böyle çok çirkinsiniz!

SONRAKİ HABER

O Ses Türkiye: Su diyorum heval su! Su heval su su...

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...