30 Ocak 2016 00:56

Cenevre’de sahte diplomasi

Paylaş

Cenevre’de yapılacak Suriye Konferansı, katılımcılar konusundaki anlaşmazlık nedeniyle ertelendi. IŞİD’e karşı mücadelesiyle dünyanın övgüsünü kazanan ve BM’nin “terör listesi”nde yer almayan PYD ise konferansa katılmıyor. Konferansın ne kadar sağlıklı ilerleyeceği kuşkulu. 

Cenevre görüşmeleri Avrupa basının da gündemindeydi. Kimi gazeteler görüşmelerden beklentilerini oldukça sınırlı tutarak “önemli olan konuşmak” yorumu yaparken, konuşmaktan sonuç çıkmazsa ABD Dışişleri Bakanı Kerry’nin  “Askeri çözüme hazırız” sözleri hatırlatılıyor. İngiltere merkezli The Guardian gazetesinin başyazısında görüşmeler “içeriği boş ve sahte” olarak nitelenirken, İran ve Rusya üzerine gözlerini dikmiş bir süreçten bahsediliyor. 

RUHANİ’NİN AVRUPA ZİYARETLERİ

Avrupa’nın bir başka gündemi ise İran. Çarşamba ve perşembe günleri İran Devlet Başkanı Hasan Ruhani, Paris’e geldi ve resmi ziyaretlerde bulundu. İtalya’daki iki günlük görüşmelerden sonra kırmızı halılarla ve resmi devlet töreni yapılan Invalide Meydanı’nda karşılanan Ruhani, Fransa Devlet Başkan Hollande ve hükümetiyle yaptığı temasların yanı sıra ülkenin en büyük tekellerinin temsilcileriyle, büyük sermaye örgütü MEDEF binasında bir araya geldi. İki gün boyunca tüm Fransız basını Ruhani’yi “Açık, ülkesini modernleştirme kaygısı taşıyan” bir devlet başkanı olarak tanıttı. Le Monde’dan seçtiğimiz yazıda, Fransız büyük sermayesi ve temsilcisi Hollande’ın, Ruhani’yi neden bu kadar gürültüyle karşıladığının ekonomik boyutlarına dikkat çekiliyor. 


SURİYE BARIŞ GÖRÜŞMELERİ: SAHTE DİPLOMASİ, DİPLOMASİ DEĞİLDİR

The Guardian 
Başyazı

Herhalde Suriye çatışmasının yarattığı insanlık faciası ve bölgedeki ölümcül dengesizliğe son vermekten daha acil bir durum yoktur. Bu savaşta 300 bin kişi öldü, sonuç olarak ülkenin yarısı göç etti ve 4 milyon kişi ülkeden kaçmak zorunda kaldı. Suriye, zamanımızın en kötü insanlık faciası. İnsanların yaşadıkları zorluklar Avrupa’nın da dengesini bozuyor ve kurumlarının zaaflarını gözler önüne seriyor. İnsanlık faciası yeterli bir gerekçe değilse bile en azından Avrupa’nın göçmenlik krizine, kaynağında çözüm bulmak adına da olsa Cenevre’de gerçekleşecek olan barış görüşmelerine dikkatimizi vermemiz gerekiyor. Fakat masanın etrafında oturanların hali bile endişe verici.

Mevcut şartlarda, barış görüşmelerinin amaçları olağanüstü büyüklükte. Aralıktaki Birleşik Milletler kararının ardından bu görüşmelerin amacı, hem Esad rejimini hem de muhalif grupları bir araya getirerek yeni bir hükümet ve daha sonra da yeni seçim hayallerini gerçekleştirebilmek. Savaşın bu haline bakılırsa, konuşabilme olasılığı bile bir başarı. Fakat bir çok sebepten dolayı bunlar sahte diplomasiden başka bir şey olmayabilir.

Birincisi, artık Suriyeli sivilleri korumak gündemde değil. Onların ihtiyaçlarına odaklanmadan hiç bir gelişme elde edilemez. İkincisi, Batı hükümetleri Esad rejiminin destekleyen Rusya ve İran’ın önemli siyasi kazanımlar elde etmesine izin verdi. Sonuç olarak, Suriye’nin diktatörü kendi halkına toplu saldırılarına devam etmekte daha da güçlenecektir ve kendisinin kazanacağını düşündüğü için yıpratma harbine devam edecektir.

Diplomasi her zaman yavaş bir süreçtir. Her zaman terslikler, şüpheler ve olumsuz gazete başlıkları olacaktır. İran nükleer anlaşması yıllarca sabırlı bir efor gerektirdi; Küba ile Barack Obama’nın olumlu gelişmeleri de öyle. Fakat diplomasi sadece konuşmak için bir alan değildir, ve sadece insanları bir odada toplamak veya zirveler organize etmeye indirgenemez. İçerik, diplomasinin en önemli ihtiyacıdır -ve Obama, şu anda cumhurbaşkanı olarak son yılına girerken, süreci içerikten daha üstün tutuyor-  yani savaşın bu kadar sürmesine neden olan sebeplere bakmaktansa sadece zaman kazanılıyor.
Görüşmelerin olasılığı ciddileştikçe, misket bombalarına son verilmesi gibi, Madaya’da ve başka bölgelerde ateş altında olan insanların aç kalmasına engel olmak gibi ve Esad’ın ordusu tarafından Suriye halkına karşı yapılmış toplu katliamlara karşı bir çok Birleşik Milletler kararı halının altına süpürüldü. 
Muhalif gruplar bu kararların gerçekleştiğini görmeden konuşmayı reddedeceklerini söylüyordu, fakat bu aşırı bir engel sayılmaz. ABD hükümetinin, yardımlarını kesmek tehdidi ile sözde baskı yaptığı söyleniyor. Bu güven üzerine bir ilişki kurmak için iyi bir zemin değil, uzun soluklu bir anlaşma yapabilmek için hiç değil.

Aynı zamanda, Rusya ve İran, Cenevre’ye çağrılan muhalif grup delegasyonunun Esad rejiminin de onayladığı ve kendi çıkarlarına da denk düşen grupları da içerecek şekilde değiştirilmesini istiyor.  
Eğer ki ABD ve diğer ittifak ülkeleri bu isteği reddetmezse, bu talep, Suriyelilerin gözünde delegasyonun meşrutiyetini kaybetmesine neden olur ve ciddi görüşmelerin olabileceği umudunu yok eder.  
Üstelik daha önemlisi ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, Suriye için “geçici” bir hükümet değil “ulusal birlik” hükümetinden söz ediyor. Bu hem Rusya’nın kullandığı dili andırıyor hem de karşılıklı uzlaşarak siyasi geçişi öneren ve bu görüşmelerin temeli olan 2012 Cenevre Bildirisi’ne de ters düşüyor. Washington da Esad’ın sandığa gitmemesi konusundaki söylemlerinden artık vazgeçti.

Suriye’de barış için bir umut olacaksa müzakerenin sağlam bir temeli olmalı. Kısa süre önce yaşanan aksaklılar yüzünden şimdi muhalefete baskı yapmak daha kolay olmalı. Ama asıl baskı yapılacak yer Esad’ı destekleyen Moskova ve Tahran. Washington’a göre Rusya eninde sonunda Esad’ı devre dışı bırakacak bir anlaşmayı kabul edecek ve bu yüzden Rusya ile ne pahasına olursa olsun bir iş birliği yapılmalı. Gerçi Rusya şimdiye kadar görüşmelere olanak sağlamak yerine baltalamayı amaçladı. Daha da kötüsü, eğer Sayın Esad üstünlük sağlarsa bu IŞİD’in Sünni Müslümanları koruyabilecek tek örgüt olduğu masalını körükleyecek. 

İş olsun diye görüşmeler yapmak bir ilerleme kaydediliyor yanılsaması yaratabilir ama bu Suriyeliler ve de Batı’nın güvenliği açısından pahlıya patlayabilir. Sahte diplomasi diplomasi değildir.

(Çeviren: Çınar Altun)


ÖNEMLİ OLAN KONUŞMAK

Steven GEYER
Frankfurter RUNDSCHAU

Aslında Cenevre’deki Suriye Konferansının başlaması gerekiyordu. Ancak barış için bir araya gelecek katılımcılar arasındaki anlaşmazlık bunu engelledi. Alman Hükümeti, ‘Görüşmeye katılacak grupları tercih olanağınız olmadığını biliyorsunuz’ gerekçesiyle her türlü yolu deneyip görüşmelerin yapılmasını sağlamaya çalışıyor.

Pazartesi başlaması gereken konferans, aylar süren hazırlığa rağmen gerçekleşemedi. Suriye ile ilgili barış görüşmelerinin ne kadar zor olduğunu ortaya koymak açısından sadece birkaç örnek: Rusya ve İran, Esad’ın müttefikleri olarak Suudi Arabistan tarafından desteklenen isyancılarla masaya oturmayı reddetti. İslamcı gruplardan Ahrar’uş Şam ve İslam Ordusu’nu terörist örgütler olarak görmekteydiler. 

Rusya, PYD gibi Kürt örgütlerinin görüşmelere katılmasını zorunlu görüyor ama Türkiye bunu kabul etmiyordu. PYD, İslam Ordusu’nun terör çetesi IŞİD’den farklı olmadığını söylüyordu. Bazı başka gruplar ise Suriye’ye yönelik Rus hava saldırıları bitmeden masaya oturmayacaklarını belirtiyorlardı.
Yaygınlaşan bu tartışmalar eşliğinde Alman Hükümeti, konferansı kurtarma girişiminde bulundu; “Tabii ki Birleşmiş Milletlerin terör listesinde yer alan gruplar partner olarak kabul edilemezdi. Suriye sorununun barışçıl çözümünü sabote eden grupların Cenevre’ye davet edilmesi beklenemezdi ama Esad rejimini destekleyen veya karşı çıkanların şunu bilmesi gerekiyordu: Artık eskisi gibi kiminle görüşüp görüşmeyeceğinizi seçme olanağınız yok!”

Federal Dışişleri Bakanı  Frank-Walter Steinmeier (SPD), İslamcı gruplarla da görüşmek gerektiğini söyleyerek tepki çekmeyi göze aldı. Bir iç savaş ülkesinde devletler hukuku ve insan haklarını ihlal etse de, toplumun belli kesimlerini temsil eden, toplumsal olarak etkisi olan ve bunu gösteren güçler olabilirdi. Eğer barışçıl çözüm isteniyorsa ve onlar Viyana’da yapılan, oldukça uzun süren uluslararası hazırlıklarda kabul edilen kurallara uyarlarsa Cenevre’deki barış görüşmelerinde yer almalıydılar. Viyana Prensipleri arasında en önemlisi Suriye’de demokratik, çok etnik yapılı ve laik bir devletin varlığıydı. 

Alman Hükümeti bu konuda hemfikir, Federal Meclis Dışişleri Komisyonu Başkanı Norbert Röttgen (CDU), “Geçerli bir sonuç elde edilmek isteniyorsa bölgede güç gösteren her grupla görüşmek zorunludur” derken, onların görüşmeye davet edilmesinin bu grupların savunduğu değerler nezdinde kabul edilmesi anlamına gelmediğini  sözlerine ekliyordu. 

Steinmeier’in sözcüsü pazartesi günü, İslamcı grupların Cenevre görüşmeleri devam ederken bölgedeki çatışmalarla bu prensiplerden kopacak olurlarsa, hem konferansın hem de batılı askeri ittifakın uygun tepkide bulunacağını vurguladı. ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden da hafta sonunda  Washington’un IŞİD’e karşı mücadelede katıksız askeri çözüme hazır olduğunu belirtmişti. 

ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, herhangi bir tarafın ön koşullarını dikkate almadan Cenevre konferansının yapılacağını bildirdi. Kısa süre sonra Arap gazetelerinde ABD’nin yaptığı mali destekte  kısıtlamaya gideceği tehdidi ile  Suriye’deki Esad  muhaliflerini zirveye katılmaya zorlamayacağını bildirdi. Kerry, muhalif gruplara zirveye katılmazlarsa paralarının kesileceğini söylememişti. ABD, Esad’a karşı olan isyancı gruplara zirveye katılsalar da katılmasalar da maddi, askeri ve politik desteğini sürdürecekti. Muhalifler, görüşmelerde partnerdiler ve kendi kararlarını kendileri vereceklerdi. Esad karşıtı muhalefet, salı günü kararını alacaktı.

Konferansın açılışının cuma (dün) yapılacağı açıklandı ama batılı emperyalistler ve bazı müttefiklerini memnun etmekten öteye gitmeyen hatta onların Suriye’deki ortaklarının bile karşı çıktığı bir konferansın başarılı olmayacağı açık. 

İki hafta sonra 4 Şubat’ta Londra’da yapılacak Suriye Konferansı da başka nedenlerle olsa da aynı baskıyla karşı karşıya. Londra’da savaşın mağduru olan 22 milyon kişinin insani bakımı ele alınacak.  Bölgedeki mülteci kamplarının insani koşullara sahip olması için BM’nin verilerine göre bu yıl 7 milyar avrodan fazla paraya ihtiyaç var. BM’ye göre mültecilere bölgede yapılacak yardım, kış sonrası ne kadar mültecinin Avrupa’ya doğru yola çıkacağını belirleyecek. Bu nedenle 4 Şubat, Angela Merkel ve onun Avrupa’ya gelecek mülteci sayısının azaltılması yönündeki uluslararası çabası açısından merkezi bir önem taşıyor. 

(Çeviren: Semra Çelik)


AVRUPALILAR CEZALARIN KALKMASINDAN FAYDALANABİLECEKLER

Claire GUELAND
Le Monde 

İran’ın maruz kaldığı ekonomik cezanın kalkmasından sonra Almanya ve ardından Fransa, Avrupa’da bu durumdan en fazla faydalanacak ülkelerin başında geliyor. Cezanın kalkmasıyla, 2014’de resesyondan çıkan İran, ekonomik kalkınmasını 2016’da yüzde 4, 2017’de ise yüzde 4.2’e kadar yükseltebilecek. Bu ülkede sanayi üretiminin yılda 5 kat artacağı öngörülüyor ve 80 milyonluk bir nüfusla bu pazarın açılmasından en çok Avrupalılar faydalanacaktır. En azından “İran: Back in the Game?” (İran, oyuna geri mi dönüyor?) adlı bir rapor yayımlanan Euler Hermes grubunun ekonomistleri böyle düşünüyorlar. Uzun yıllar kapalı olmadan kaynaklı İran’ın altyapı ihtiyaçları ve orta sınıfların iştahları, kabarmış durumda. Zaten yükselmekte olan dış yatırımların 2017’de 3.7 milyar dolar seviyesine ulaşması, en ağır yatırımların ise enerji, gaz ve petrol yataklara yapılması öngörülüyor. Ülke sınırlarının açılmasıyla hızla büyüyecek diğer sektör ise otomobil sektörü olacak, zira yılda 1.1 milyon yeni arabayla İran zaten bu sanayinin en büyükleri arasında yer alıyordu. Euler Hermes bu yıl İran’da ihracatın da yüzde 20 artışın olacağını bekliyor. Yerel otomobil sanayinin hızla canlanması demir, yedek parçalar ve Çin’den gelecek ek sanayi ürünlerini de kaçınılmaz olarak canlandıracaktır. 

Avrupalılar içinde İran sınırlarının açılmasından en karlı çıkacak potansiyel ülkelerin başında Almanya geliyor. 2015-2017 yılları arasında İran’a doğru ihracatlarında 1.9 milyar dolar miktarında ek bir artış olması bekleniliyor. Ardından Fransa (1.3 milyar dolarlık artış) ve İngiltere (600 milyon) geliyor. ABD’nin ise Tahran’a yönelik ihracatlarının 5 katı artarak 500 milyona ulaşması öngörülüyor. 

2006’dan bu yana azımsanmayacak bir oranda pazar payı kapmış olan Birleşik Arap Emirlikleri, Çin ve Güney Kore ise bu oranları muhafaza etmek istiyor. Tahran’a yönelik ihracatları 2.1 milyar dolar artması öngörülen Birleşik Arap Emirlikleri, İran’a yönelik mali ihracatının tamamen normalleşmesine kadar yabancı malların bu ülke ile diğerleri arasında aktarıldığı platform rolünü oynamayı hâlâ istiyor. BNP Paribas bankasının ABD’nin ambargosu olduğu ülkelerle ticaret yağmasından dolayı çarpıtıldığı rekor para cezasından (9 milyar dolar) sonra Fransız bankalar şimdilik çekingen duruyorlar. Fransa’nın dış ticaretinde danışmanlar ulusal konseyi (CNCCEF) Başkanı Alain Bentejac’a göre “Bankalar durum tam anlamıyla açıklığa kavuşmadığı sürece mesafeli davranmaya devam ederler”. İran’daki talep artmasından Çin (1.8 milyar artış) ve Güney Kore’de (1 milyar artış) önemli oranda faydalanacaklar, yalnız Türkiye ve Rusya, resesyonda olduklarından, Avrupalılar lehine pazar kaybetmeleri öngörülüyor. Ama kaybettikleri pazarları tekrar bulma arzusu taşıyan Avrupalılar, temel ihracatçı olarak kendisini dayatmak isteyen ABD, var olan pozisyonları savunma konusunda kararlı olan Çin, Birleşik Arap Emirlikleri ve Güney Kore arasında rekabet kızgın geçecek gibi görünüyor. 

(Çeviren: Deniz Uztopal)

ÖNCEKİ HABER

Avrupa’da mülteci paranoyası

SONRAKİ HABER

Barış için ses vermezsek ekmek için birleşemeyiz

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...