30 Ocak 2016 00:50

Kaybedenlerin başına ne geliyor acaba?

Berkay Ateş’in Kuş Öpücüğü'nün başrol oyuncuları Güneş Hayat ve Berkay Ateş’le oyunu konuştuk. Gerçeğin sertliği ile yalanın umarsızlığı arasında kalan seyirciye çok sarsıcı bir deneyim yaşatmayı vadediyor Kuş Öpücüğü.

Paylaş

Devrim ACAROĞLU
İstanbul

Berkay Ateş’in kaleminden çıkan yeni ve oldukça sarsıcı bir D22 oyunu ile karşı karşıyayız. İsmi Kuş Öpücüğü. D22’yi kuran üç genç adamın diğer ikisi, Can Kulan ve Emir Çubukçu’nun yönettiği oyun; 20 yıl göremediği oğluna kavuştuğunda oğlunun ameliyat isteyen kalp hastalığına mı yoksa ona çok kötü davranmasına mı yansın bir anne ve bütün yoksunluklarının sebebi gördüğü annesinin geldiği yere geri dönmesini dileyen oğlunun sert hesaplaşmasıyla açılıyor. Laf olsun diye değil, hakikaten sert.  Anne oğlun ameliyat parası için bir yarışma programına katılmalarıyla ise oyun adeta kopuyor. Gerçeğin sertliği ile yalanın umarsızlığı arasında kalan seyirciye çok sarsıcı bir deneyim yaşatmayı vadediyor Kuş Öpücüğü. İki Başrol Oyuncusu Güneş Hayat ve Berkay Ateş’le Kuş Öpücüğü’nü konuştuk.

Neydi seni bu oyunu yazmaya iten Berkay? 
Berkay Ateş: Kafamda ilk oluşan yarışma bölümüydü. İnsanların yardım etmek için SMS üzerinden para yatırdığı bir yarışma formatı üzerinden hikaye kafamda şekillendi. Programın önüne bir ev yaşamı yazmam gerektiğini düşündüm. O programa nasıl geldiklerini yazdım. Televizyon programında sağlığı için ya da başka dertleri için para talep edenlerin hayatını görmek, o programların insanları nereye çekmeye çalıştığını göstermek istedim... Sonra dallandı, budaklandı iş. Her zaman olduğu gibi yazmaya başlayınca derinleşti. Annenin ve oğlanın hikayesi, sonra diğer katmanlar; komşular, mahalleli... Ve hikaye yolunu buldu.

Özel olarak bu tip programları izlediniz mi?
Güneş Hayat:
Hazırlanırken çok izledik tabii. Müge Anlı’nın programını izledik, Yalçın Çakır’ı internetten izledik... Evlilik programlarını da izledik tabii. Çok kanlı canlılar çünkü. Bazı programların kasting olduğu söyleniyor ama öyleyse de çok gerçek olduğunu düşünüyorum, çok kendilerini kaptırıyorlar demek ki. Ağlıyorlar, bağırıyorlar, büyük kavgalar çıkıyor... İnanılır gibi değil. Orada yaşıyorlar, evleri orası sanki. 

Bir insanın kameraların, seyircilerin karşısında hikayesini rahatlıkla anlatabilmesi bir oyuncu meziyeti değil midir. Oyuncu olmayanlar da oyunculaşıyor galiba...
Ateş:
Bazı programlarda neyle karşılaşacağını biliyor insanlar ve ona göre geliyor. Bir kültür oluşmuş durumda. Belki de öğretiliyordur, gerçekten bilmiyorum. Ama bilgisi olmayan insanların o anda oynamak zorunda kalması benim daha çok ilgimi çekiyor. Bizim oyunda çocuk hiç bilmiyor yarışmayı anne ise biliyor gibi...

Hayat: Ama yine de hazırlıksız yakalanıyor. Reyting uğruna bu kadar zor bir duruma sokulacağını düşünemez çünkü. Sadece oğlunun hastalığını anlatıp ameliyat için yardım talep edeceğini düşünüyor safça. 

Bizde neden bu kadar seviliyor, tutuyor bu tip yarışmalar?
Hayat:
İnsanların kendilerini unutmak istediklerini düşünüyorum. Başkalarının sorunları her zaman avutucudur. Başkalarına küfretmek de öyle... Özellikle belli bir yaşın üstündeki insanların nasıl televizyonla kavga ettiklerine ve ardından rahatladıklarına çok şahit oldum. Ertesi sabah tekrar o programın başına oturuyorlar tabii. 

Ateş: Suçlu televizyon değil sanıyorum. 10 sene önce Olacak O Kadar’ı izliyorduk mesela aynı heyecanla. Onun yerine; ilişkilerin lime lime edildiği, her şeyin ortaya döküldüğü bir alan haline geldi televizyon. Halkımız bunu istiyor oldu tabii. Öyle bir şey yok oysa. Bunu sundular bu oldu.

Sunuldu da oldu tamam da, kültürel zemin de yatkın değil mi memlekette?  
Ateş:
Olmaz mı. Her şeyin başı şükür zaten. Bizden fenalar da varı görmek. En büyük eğlence dedikodu değil mi. Kamera yokmuş gibi dedikodu yapabilmek. 
Sevaba girmek için yardım ediyor zaten. Tamamen kendisiyle ilgili bir şeyden dolayı. Verip vicdanını rahatlatmak istiyor. 

KENDİMİZİ KAPTIRSAK RAHATLAYACAĞIZ

Tiyatro seyircisi bir anda yarışma seyircisi olmayı deneyimliyor ve aslında yarışmanın kamera arkasına da tanık oluyor. Ekranları başındakiler kameranın çekim yapmadığı zamanlarda olup biteni görebilseler bu programların hesabı bozulur mu sizce?
Hayat:
Bozulur diye düşünüyorum. Çünkü bambaşka şeyler oluyor. İki kameramanın şakalaşmasını görmek bile bozar aslında yaratılmak istenen dünyayı.  

Ateş: Herkes her şeyi biliyor bence ama kimse yüzleşmek istemiyor. Televizyonun arkasını görmek istemiyor. Yalansa da orada kalsın, yüzüme çarpılmasın isteniyor. En büyük problemimiz sorgulamak istemeyişimiz değil mi zaten. Ya sorgularsam da düşüncelerim değişirse, ya bir boşluğa düşersem. İnandığı, koruduğu dünya içinde mutlu o. 

Hep seyirciler, konuklar üzerinden konuştuk bu tip yarışma programlarını ama ülkenin eğitimli kesiminin televizyonda gördüğü insanları çok kolay yaftalayabildiklerini düşünüyorum. Bu yüzden oyun sırasında seyirciye o insanların yaşamlarını göstermeyi de tercih ettim. “Bu programlara nasıl çıkıyorsunuz” diye üstten bakanların orada neler yaşandığını, neden çıkmak zorunda kalınabildiğini görmelerini istedim. 10 saniye izleyip, “eğitimsizler, kültürsüzler” diyerek kanalı değiştiriyorsun da orada neler oluyor acaba. O insanlar orada bir şey içinde var, o sistem onları oraya gelmek zorunda bıraktı da sonra ne oluyor, kaybedenlerin başına ne geliyor acaba... Oralara bakmak istedim. Bu kesime hepimiz bir ucundan dahiliz. Hem ben hem de seyirci bunu deneyimlesin istedim, o programın içinde kısa bir süreliğine de olsa yer alsınlar, empati kursunlar istedim.

Hayat: Prova yaparken, “Burada mutlaka alkış gelir” diye düşündüğünüz yerler olur. Bazı oyunlarda oluyor ama genelde insanlar donuk bir şekilde karşılıyor olan biteni. İnsanların başka şeylerle yüzleştiklerini düşünüyorum o sırada. Bırakmıyor kimse kendini, herkes sımsıkı duruyor. Oyun halbuki bir şeyin içine alıyor onu ama o kaptırmak istemiyor kendini. Vazgeçmiyor durduğu yerden. Yıllar önce Ankara Devlet Tiyatrosunda, seyirciyle direkt ilişki içinde bir oyun oynamıştık. Seyircileri sahneden indirene kadar canımız çıkıyordu. Şimdi oyunun içine almak için yalvarıyorsun ve ama kimse gelmiyor. Kendini kaptırmaktan vazgeçmek bizi bu sevgisizliğe getiriyor işte. Bir kaptırsak rahatlayacağız ama kalkanlarımızla kös kös oturuyoruz. 

BAZI PROVALARDAN SONRA BİRBİRİMİZE SARILIYORDUK

Annenin duygu dünyasını nasıl kurdunuz?
Hayat:
Tabii ki en çok anne oluşumdan faydalandım. Burada zor olan 20 yıl oğlunu görmemiş olan bir anneyi oynamaktı. Her günü oğlunu görmenin umuduyla geçen ama buluştuklarında oğlunun onu istememesini yaşayan bir anne var. Berkay’la aramızdaki anne-oğul ilişkisine benzeyen duygusal bağı bu yola sokmak da çok zorlayıcı oldu.  Bazı sahnelerin provası bittiğinde birbirimize sarılıyorduk. O kadar sert ki bazı sahneler. Bazen gerçekle hayal arasındaki ayrımı da kaçırıyorsun. Bu kadar sert olmalı mı diye soruyorsun kendine, olmalı, biliyorsun. 

İkinizin ilişkisi oyundan öncesine dayanıyor o zaman? 
Ateş:
On yıl önce TOBAV’da hocamdı Güneş Hoca. Henüz konservatuvara girmemiştim.

Hayat: Bebekliğini bilirim (gülünüyor)

Ateş: Hep görüştük eğitimden sonra da. Zor bir oyun Kuş Öpücüğü. Güneş ablayla oynamak beni en çok rahatlatan tarafıydı işin. Gerçek olmalıydı oyundaki her şey ve bu bizi çok zorladı. 

Hayat: Gerçek olmasa seyirci bir noktadan sonra “Bu da ne böyle” diyebilirdi. Gerçek olması için anne-oğul ilişkisinin hiç bir köşesini saklamadık. Hepsi bu, hepsi ortada. 

Sahne kurgusu da ona imkan tanıyor. Sahnenin etrafına yerleşince olay yeri inceleme ekibi gibi izliyor seyirci olan biteni. 

Ben evin içinde iş yaparken yerleşiyor seyirci. Son oyunda sağımdan solumdan seyirciler geçti. Sahnenin içinden yani. Arkadaşları uyarıyor bazen, bazısı fark bile etmiyor.

ANNE KAZANSIN İSTEDİM

Annelik halihazırda zor zanaat fakat burada oğlu tarafından istenmeyen bir annenin ısrarla annelik yapma çabası var. Bu “karşılıksız sevme” hali çok aşırı değil mi? Kendini hiçe sayan bir sevgi üretmek zor olmalı...
Hayat:
Hayatta tek affedebildiğiniz insan çocuğunuz oluyor. “Anne bana kızmıştın ya” dediğinde oğlum, hiç hatırlamıyor oluyorum meseleyi, şaşırıyorum. Aynı şeyi en yakın dostum yapsa hayatımdan çıkarırım. Üç gün turneye gitsem annem tişörtümü kokladığını söylerdi. Garibime giderdi. Şimdi ben yapıyorum aynısını. Hatta tişörtünü giyebiliyorum oğlumun. Oyunda da kullandım bunu. Katıksız anne sevgisi başka duygularla karşılaştırılabilecek bir şey değil. Oğlu ne yaparsa yapsın, ben onun annesiyim ve oğlumu iyileştireceğim diyen başka meselesi olmayan bir anne var oyunda. 

Ateş: Annem “Sevgi almadan vermek” diye tanımlar bu sevgiyi. 25 adlı oyunumuzda da yazmıştım bu lafı. Annenin çocuklarına olan sevgisi dışında diğer ilişkilerde bu böyle olmuyor. Hep bir beklenti içinde oluyor sevgi. Bir baba-oğul ya da iki kardeş hikayesi de olabilirdi ama anne-oğul tercih ettim. Televizyon yarışmasında gerçekle yalan birbirine girerken, algılarımız bozulurken dünyanın en saf ve gerçek sevgisini, anne-çocuk sevgisini referans almak istedim. Slogan bile “Anaların öfkesi katilleri boğacak” diyor. Kendini hiçe sayarak sunulan saf sevgi çok değerli çünkü. O sevgi, o fedakarlık kazansın istedim. Anne kazansın istedim. Şu anda en çok ihtiyacımız olan da bu değil mi? Vicdanı ile hareket edenin kazanabilmesi. 

D22’DE YÜKSEK LİSANSIMI YAPTIM

Öğrencinizin yazdığı oyunda aynı öğrencinizle sahne paylaşmak nasıl bir duyguymuş?
Hayat:
Çok çok keyifli. TOBAV’da verdiğimiz eğitim dört yıl sürdü ve yüzlerce öğrenci oradan konservatuvara girdi. Sonrasında üniversitede de tiyatro eğitimi verdim. Öğrencileri mezun ederken hep “İnşallah bir gün birlikte oynarız” derim. Bu temenni ilk defa Berkay’la başıma geldi, dolayısıyla çok mutluyum. Bir de şu var; 3-4 ay boyunca ahkam kesiyorsunuz öğrencilere, karşılıklı oynamaya başlayınca, o öğrettiklerin var mı acaba sende... Öğrenci de bunu merak ediyor. Bu sefer o sana not veriyor. Bu bakımdan da muhteşem bir deneyim oldu.

Yönetmenler de genç üstelik...
Bir oyuncu olarak kendimi reji ekibine teslim etmeye çok inanırım. Eğer ki çok çok aksi bir istek olmadığı sürece, hizmet etmeyi severim. Can (Kulan) ve Emir’e (Çubukçu) hizmet etmek de çok keyifliydi. Gerçekten kanlarının son damlasına kadar bu işe kafa yordular, çok çalıştılar. Bir provada tartışmadık. Ballı börek başlayıp öyle bitirdik. 28 yıldır Devlet Tiyatrosunda çalışıyorum. Ama bu sene D22’de yüksek lisansımı yaptım.

ÖNCEKİ HABER

Hatay Emniyet'inde Grup Yorum Korosu üyesi kadınlara işkence

SONRAKİ HABER

23 yıl sonra MİT kapıyı çaldı!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...