14 Nisan 2012 12:35

İran’dan İran’a bakmak

Suriye krizi odaklı Ortadoğu gündeminde, son günlerde İran’ın attığı ve atacağı her adım, gerek bölge ülkelerinde gerekse Batı tarafından dikkatle takip ediliyor. Son bir ay içerisinde yaşanan olaylar dikkate alındığında, Tahran yönetiminin her söylemi ve eylemi ilginin biraz daha İran üzerinde yoğunlaşmasına neden oluyor.

İran’dan İran’a bakmak
Paylaş
Tuncay Seyman

İktidarda 33 yılını dolduran ve bunun yaklaşık son 10 yılını, her geçen gün biraz daha ağırlaştırılan ambargo altında geçiren İran rejimi, pek çok Batılı ve iş birlikçisi olan bölge ülkeleri tarafından “öcü” gibi gösterilirken, özellikle ABD-İsrail-Avrupa eksenine karşı aldığı bağımsız tavrı nedeniyle de bazı ülkelerin yoğun sempatisini kazanıyor.

KISA BİR ÖZET

Bu “nefret” ve “sempati” ikilemini anlamak için öyle çok eskilere gitmeye gerek yok aslında. Son bir aylık süreç içerisinde, özellikle Türkiye’yi rahatsız eden bazı gelişmeler şöyleydi:
- Başbakan Tayyip Erdoğan’ın İran ziyareti sırasında, İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinecad yönetiminin “diplomatik nezaket”i aşan tutumu (Hatırlanacağı üzere Erdoğan’ın Tahran’a geldiği gün planlanan görüşme, Tahran yönetiminin Ahmedinecad’ın “hasta” olduğunun ileri sürülmesi üzerine bir sonraki güne alınmıştı. Ancak aynı günün akşamı, Ahmedinecad, Türkmenistan Başbakan Yardımcısı ile görüşürken son derece sağlıklı görünüyordu!)
- Sonrasında Başbakan Erdoğan’ın P5+1 ülkeleriyle (Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Daimi Üyeleri ABD, İngiltere, Fransa, Rusya ve Çin+Almanya) İran arasında yapılacak nükleer ana gündemli toplantının İstanbul’da yapılacağını söylemesinin ardından, Tahran’ın adeta “naza çeken” tutumu ve akabinde Ankara’yı “ikiyüzlü olmak”la suçlayan açıklamaları geldi.
- Son olarak da Türkiye-Suriye sınırında silahların konuşmasının üzerinden Ankara yönetiminin “çok sert çıkışı”na karşılık Tahran’ın Suriye’de bir çözümün ancak Beşar Esad yönetimi liderliğinde olabileceğini açıklaması yakın zamanda bölgede yaşanan çarpıcı gelişmelerdi.

ANNAN ZİYARETİ

İran’ın dış politikası, komşusu Türkiye’ye bakıldığında, aslında kendi içerisinde son derece tutarlı. Nükleer enerji üretimi, Suriye krizi gibi konularda asla taviz vermiyor, bir adım dahi geri atmıyor.  

Çarşamba günü Birleşmiş Milletler (BM) ve Arap Birliği Suriye Özel Temsilcisi ve Birleşmiş Milletler Eski Genel Sekreteri Kofi Annan’ın, İranlı yetkililerle yaptığı görüşmede sarf ettiği “Suriye krizinde İran ‘çözümün bir parçası’ olabilir” sözleri, Tahran tarafından memnuniyetle karşılanırken; reformların sadece Esad yönetimi tarafından gerçekleştirilebileceğinin vurgulanması, Ankara yönetimini yine rahatsız etti.

Annan, salı günü geldiği Tahran’da sırasıyla İran Dışişleri Bakanı Ali Ekber Salihi, İran Ulusal Güvenlik Konseyi Sekreteri Said Celili ve son olarak da İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinecad’la Hürmüz Boğazı’ndaki Keşm Adası’nda görüştü.

Çarşamba günü Salihi ile yaptıkları ortak basın toplantısında Annan, Suriye krizi için kendisinin geliştirdiği; BM, Şam yönetimi ve muhalifler tarafından da kabul edilen ve öncelikli şart olarak silahların susmasını öngören “6 Aşamalı Çözüm Planı”nın Tahran yönetimi tarafından da olumlu karşılanmasının memnuniyet verici olduğunu söyledi. “Bu, Suriye’de şiddete son verecek bir yolu bulmamız açısından oldukça önemlidir” diyen Annan’ın sözlerine karşılık İran Dışişleri Bakanı Salihi de Suriye sorunu konusunda dışarıdan gelecek her türlü müdahaleye şiddetle karşı olduklarını bir kez daha vurguladı ve yapılacak reformların sadece Beşar Esad liderliğindeki Suriye yönetimi tarafından gerçekleştirilebileceğini söyledi.  

‘SİLAHLAR SUSMAZSA, FELAKET OLUR’

“Suriye krizi”nde açıkça Suudi ve Katar yönetimini eleştiren İran, bazı muhalif grupların bu ülkelerden açık destek aldığını da vurguluyor. Salihi ile gerçekleştirilen basın toplantısında Annan’a bu konuyla ilgili soru soran gazeteciye, özel temsilcinin verdiği yanıtsa, Suriye krizini askeri bir sonuca yönlendirecek her türlü girişimin felaketle sonuçlanacağı oldu.

İran’ın Suudi Arabistan’a, özellikle Suriye krizinden sonra artan tepkisinin bir diğer nedeniyse, İran ile Pakistan arasında varılan enerji anlaşması hakkında Suudi yönetiminin yaptığı girişim oldu. Suudi yetkililer, Pakistan’ı uyararak, İran ile yapılan anlaşmayı tekrar gözden geçirmelerini istedi. Iran News gazetesinin ismi belirtilmeyen bir Pakistanlı yetkiliden edindiği bilgiye göre; Suudi Arabistan Dışişleri Bakan Yardımcısı Prens Abdül Aziz bin Abdullah bin Abdül Aziz, Pakistan’a yaptığı ziyaret sırasında, Pakistan-İran gaz boru hattı ile iki ülke arasındaki elektrik ve petrol ithalatı anlaşmalarından vazgeçilmesi halinde “alternatif bir paket” önerdi. Pakete göre; Suudi Arabistan, Pakistan’la yaşadığı finansal ve enerji krizini aşması için borç kredi ve petrol sözü vermişti.

‘VAHABİ’ TEPKİSİ

İran-Suudi Arabistan arasındaki ilişkileri, Suriye krizinden sonra ortaya çıkmış bir “soğuk savaş” olarak nitelendiren İran medyası; Sünni nüfusun çoğunlukta olduğu Belucistan eyaletinde, rejim yanlısı fikirleriyle tanınan Sünni Din Adamı Molla Mustafa Cengi Zehi’nin suikaste uğramasının sorumlusu olarak da Suudi Arabistan, ABD, İngiltere ve Siyonist İsrail’i sorumlu tuttu. Resmi kaynaklardan yapılan açıklamada, İran rejiminin “terörist” olarak tanımladığı Halkın Mücahitleri örgütü ile bazı Vahabi grupların içerisinde yer aldığı iddia edilen 15 kişilik grup, geçtiğimiz çarşamba günü yakalandı ve en ağır cezaya çarptırılacakları belirtildi.

Tahran’ın tepki gösterdiği ülkeler Suudi Arabistan ve Katar’la da sınırlı değil. Bahreyn, Yemen ve elbette Türkiye de İran yönetiminin sert eleştirilerine maruz kalıyor. Bahreyn polisinin, çoğunluğunu Şii grupların oluşturduğu protesto gösterilerinde, “orantısız güç ve biber gazı” (Bu kelimeler aslında bizim için pek de yabancı değil) kullanarak, Bahreynli sivil vatandaşların ölümüne neden olduğunu söyleyen Press TV, bundan iktidara verdiği destekle bilinen Suudi Arabistan’ı da sorumlu tuttu. Bu arada İran Savunma Bakanı Tuğgeneral Ahmed Vahidi, çarşamba günü İran’ın resmi haber ajansı IRNA’ya verdiği demeçte, Batılı ülkelerin açıkça, antiiran faaliyetlerinde bulunan Halkın Mücahitlerine destek verdiğini söyledi.  

İRAN - TÜRK(İYE) İLİŞKİSİ

İşte tüm bu “ahval ve şerait içinde” Başbakan Erdoğan’ın son İran ziyareti büyük önem arz etmişti. Ancak bu ziyaret sırasında, Türkiye kamuoyuna pek yansıtılmamaya çalışılan gerginlik, iyice gün yüzüne çıktı. Hatta hükümet yanlısı medyanın, Erdoğan’ın Ahmedinecad ve İran’ın Dini Lideri Seyid Ali Hamaney ile fotoğraflarını da kullanarak göstermeye çalıştığı “güçlü ülke Türkiye” balonu, görüşmenin hemen akabinde İranlı bazı yetkililerin Türkiye dış politikasını ikiyüzlülükle suçlamasıyla erken patladı.

İran’ın içindeyse hükümet, daha sert politikalar uygulayacağı mesajı verdi. Nüfusun neredeyse yarısına yakınını oluşturan Türk nüfusunun yoğun olarak yaşadığı Tebriz ve Urumiye’deki Türk konsolosluklarının kapatılacağı ve sadece Tahran’daki Türk Büyükelçiliğinin hizmete devam edeceği yönündeki hükümet kaynaklı duyumlar, özellikle bu bölgelerde huzursuzluğa neden oldu. Geçmişten beri “Farsi Hükümet”le arası iyi olmayan Tebriz’de, şimdilik çok da fazla ses getirmeyen gösterilere bile neden oldu.

Türkiye’nin özellikle Suriye yönetimi karşısındaki sertlik yanlısı tutumu ve İran’ın da tüm baskılara rağmen Esad yönetimini destekleyen tavrı bu gerginliğin daha da tırmanacağının işaretlerini vermiyor değil. Yakın zamana kadar Beşar Esad ile “canciğer kuzu sarması” olan Başbakan Erdoğan’ın büyük çarkı; özellikle son dönemde İran’ın Kürt gruplara karşı sert müdahalesiyle yakınlaşan Erdoğan ve Ahmedinecad hükümetlerinin bu yakınlaşmasının da fazla uzun soluklu olmayacağını gösteriyor.

İRAN’IN İÇ SORUNLARI

Tüm bu hengame içerisinde İran, ambargonun her geçen gün daha da ağırlaştırılmasının büyük etkisiyle iç politikada -özellikle ekonomik alanda- ciddi sorunlar yaşıyor. Bunu da “klasik yöntem”le; dış politikayı, iç politikaya malzeme yapmaya çalışarak çözmeye çalışıyor, gündemi başka yöne çekmek istiyor. Sürekli artan enflasyon, pahalılaşan hayat -özellikle kısıtlanan ve fiyatı zamlanan benzin-, düşen ücretler, İran’da bugüne kadar dengeyi sağlamış olan rejimin korkusu haline gelmeye başlıyor. Bunlara İran’ın Dini Lideri Ayetullah Seyid Ali Hamaney ve Molla Konseyinin, Ahmedinecad ile ciddi anlaşmazlıklara düşmesi, son seçimlerde Parlamento çoğunluğunun Hamaney’e yakınlığıyla bilinen kişilerden oluşması ve Ahmedinecad’ın bir dönem daha cumhurbaşkanı olabilme ihtimalinin neredeyse imkansız hale gelmesi, bu tür konularda ketumluğuyla tanınan İran rejimi tarafından bile artık gizlenemez hale geldi.
Hatta yakın zamanda cumhurbaşkanlığı yapmış olan ve “reformist” olarak tanımlanan Muhammed Hatemi’nin adının, tekrar bu görev için geçmesi, İran’ı iç politikada, daha da çatışmalı günlerin beklediğinin habercisi olarak yorumlanıyor. İran rejimi, “Arap Baharı” öncesinde ve sonrasında, özellikle sokaklara çıkan İran gençliğini, bazı “reformist” liderlerin provoke ettiğini söylemişti. Şimdi Hatemi liderliğinde bir hareketin, “ehven-i şer” mantığıyla özellikle Batı tarafından destekleneceği ve “gerektiğinde” kitlesel sokak eylemleriyle beslenebileceği elbette ki malumdur.

Tüm bunlara ek olarak Ahmedinecad’ın sık sık vurguladığı, Şii İslam inancında yer alan “Mehdi”yi* kullanması da İran gericiliğinin kendine olan güvenini ve “düşmana” saldırı konusundaki azmini bilemektedir. Nasıl ki “Evangelist” Bush yaptığı her şeyin “Tanrı’ya olan inancı doğrultusunda” gerçekleştiğini iddia ettiyse, Ahmedinecad da Allah’a hizmet adına bir an önce “kıyameti” getirmeye çalışıyor.

BUNDAN SONRASI...

Bütün bu yaşananların ışığında görünen o ki, Ortadoğu’nun suları, durulmanın aksine önümüzdeki kısa dönemde daha da kabaracak. Bölgenin ABD iş birlikçisi hükümetleri ile İran eksenli bu gidişe karşı olan güç odakları arasında yaşanan -şimdilik- gerilim, yerini daha sert kapışmalara bırakacak. Bunun gerçekleşmesi için elinden geleni ardına koymayacakların bol olduğu bir coğrafyada bunun olması da kaçınılmaz değil midir? (Tahran/EVRENSEL)

* Şii inancına göre 12. imam olan Mehdi, ahir zamanda yeryüzüne gönderileceği peygamber tarafından müjdelenen kişidir. Mesih (İsa) ile birlikte yeryüzünde Deccal’e karşı savaş verecek ve kazanılacak olan bu savaşın sonunda insanlık doğru yolu bulup hidayete erecek.

ÖNCEKİ HABER

Hey Tekstil işçilerine polis barikatı

SONRAKİ HABER

Tasarı çocuk işçiliğini kamufle ediyor

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...