20 Ocak 2016 00:59

Önder: Asgari ücret seçimde de, yeni anayasada da hep koz, oyuna gelmemek lazım!

Paylaş

Uğur ZENGİN
İstanbul

Yeni yılın ilk ayı, net 1300 lira denilip sonrasında 1180 olduğu anlaşılan asgari ücret tartışmaları, zamlar, kıdem tazminatı gibi emekçileri yakından ilgilendiren ekonomik tartışmalarla geçiriyor. Tartışmaları konuştuğumuz Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. İzzettin Önder, OECD ülkeleri arasında en düşük ücrete ve en yüksek vergi oranına sahip ülkenin Türkiye olduğunu vurgulayarak emek ve sermaye arasındaki güç ilişkisine dikkat çekti: “Bütün mesele, güç meselesidir. Kapitalist sistemde sermaye güçlüdür. Emekçi gücünü ortaya koymadıkça kaybedendir”. 

Yeni yıl ile birlikte asgari ücrete de tüketim mallarına da zamlar geldi ve gelmeye devam ediyor. Bu zamlara nasıl bakmak gerekiyor?
Zam meselesi, toplumsal sınıflar kavgasının bir tür yansımasıdır. Çünkü iktisatta her artının bir de eksisi vardır. İktisat böyle bir denge üzerinde yürür. Dolayısıyla bir grup artı kazanıyor ise başka bir grupta eksi olması gerekir. 

Dolayısıyla böyle baktığımız zaman bu bizi bir güç ilişkisine götürür. Güç ilişkisi dediğimiz de sermayenin karşısında emek yani insanı koymamız gerekiyor. Böyle baktığımızda memurun, emeklinin, emekçinin sevinmesini ben iktisatçı olarak anlamsız buluyorum. Hatta bir mücadele yapmadan, sermayeyi ürkütmeden, korkutmadan hükümetin, işverenin verdiği ile sevinmesi anlamsızdır.

Neden anlamsızdır?
Asgari ücret artışı bir yerden çıkarılacaktır ve doğrusu bu kaçınılmazdır. Bunu ahlaki olarak değil ekonomik dengeler itibariyle söylüyorum. Kaçınılmazdır derken şunu demek istiyorum: Öncelikle devlet zam falan veremez. Kapitalist sistemlerde devletin iki önemli özelliği vardır. Birinci özelliği mülksüzdür. Kendi mülkü yoktur ki oradan versin. Devlet vergi alır birilerinden, yani bir gelir sağlar bu gelir üzerinden oluşturduğu bütçesinden aktarım yapar. Biz devlet verdi sanıyoruz ama devlet, birisinden aldığını birisine veriyor. Devlet sınıflar arasına girmiş bir katman demektir. Böyle baktığımızda devlet kimden alacak? 

İkinci mesele ise devlet eğer gerçekten sermayeye gidip de sermayenin arttırdığı gelirinden pay alabiliyor ise tamam ama bu da bir güç ilişkisidir. Devlet bunu yapamaz. Devletin ikinci özelliği işte burada devreye giriyor. Devletin yüzü sermayeye dönüktür. Arkası emekçiye, emekliye, halka dönüktür. Ama emekçiye, emekliye de bir şey yapar o da sistemi meşrulaştırmak, yumuşatmak içindir. 

Bu yumuşatma işçiye az da olsa avantaj sağlamaz mı?
Yeni yılda hayalleriniz büyütülmeye çalışılıyor. Ama aynı zamanda insanlar gelirine yapılan mutlak iyileşmeyi algılarlar ama nispi değişmezliği hatta bazen kötüleşmeyi anlayamazlar. O zaman da yeni yıla umutlarla girilir devlet de bunu böyle kullanır. 

Asgari ücret meselesi sermayeye yüktür. Sermaye bu yükü çekmek isteyebilir istemeyebilir. Öncelikle kesinlikle çekmek istemez. Ama çekme potansiyeli var mı yok mu bir de buna bakmamız lazım. Bir kere mutlak olarak çekme potansiyeli olsa da çekmek istemez. Çünkü kârı baskılıyor olabilir. Gelen bir zam eğer verimlilik artışı ile telafi edilebiliyor ise sermayenin sömürüsünü fazla değiştirmiyor olabilir. Sermaye burada daha yavaş hareket eder. Çünkü bir alanı var demektir. 

Verimlilik artışı ile bunu telafi etme olanağı yok ise emeği tehdit eder. İşsizlikle, işten çıkartmakla tehdit eder. Devleti “Sen karşıla” diyerek tehdit eder. Devletin de cebi yoktur. Böyle baktığımız zaman devlete yıkmak halka yıkmak demektir. Bu zamlarla da gelir, vergileri artırabilir, oranları yükseltebilir, fiyatlar arttığında fiilen vergi hasılatı artabilir, anlaşılmaz şekilde de yıkılabilir.

Asgari ücretli çalışanların ekim ayından sonra yüzde 20’lik vergi dilimine gireceği ve AKP’nin bununla ilgili düzenleme yapıp işçilerin kayıplarını önleyebileceği ifade ediliyor. Bu da işçilerde beklenti yaratma hamlesi mi?
Biraz karikatürize edeyim. Asgari ücret demek işçi işveren devlet kesimi bir araya geliyor. Bir adam günde ne kadar pırasa yer, şunu yer bunu yer diye hesaplıyorlar ve sana bu kadar para yeter diyorlar. Ama bu hesaplamada ne kültürel ihtiyaç vardır, ne birikim vardır. Ve asgari ücrete de vergi koyuyor. Türkiye Avrupa OECD ülkeleri arasında gelir düzeyi en düşük ve gelir dağılımı en bozuk ülkedir. Ama en düşük geliri en yüksek şekilde vergilendiren ülkedir. Asgari ücreti vergi dışı bırakan, çok düşük vergiler alan ülkeler vardır. 
İşverene göre “Asgari ücretin vergisini işçi ödemiyor, İşçi bütün pazarlığını net ücret üzerinden yapar vergi patrona yansır”. Nitekim gazetelere patronların, “Ben 1500 lira ödüyorum. İşçimin eline 1000 lira geçiyor” sözleri yansıyor. 

İşçinin eline 1000 lira geçtiği doğru da geri kalan yükü patronun çektiği vurgusu yanlış. Çünkü 1500 lira öderken, onu maliyetine koyarak, onu tüketiciye yansıtıyor. Bir de utanmadan kalkıp “Bu yükü ben çekiyorum” diyor. Piyasa daralıyorsa çok azını çeker, işler iyiyse hiç çekmez.

Yeni anayasa tartışmalarında asgari ücretin vergi dışı tutulacağı iddia ediliyor.
Yeni anayasa yapılırken iktidar, asgari ücreti vergi dışı tutma meselesini koz olarak kullanacaktır. 
“Asgari ücret vergi dışı tutulacaktır” diye söyleniyor fakat bunu yapamaz. Bunu anayasaya koyabilir. Bir takım rezervli hükümlerle koyabilir. Uygulaması bakanlar kuruluna bırakılmış diyerek kanuna koyabilir. Bunları aynen çözüm sürecinde olduğu gibi erteleyerek bırakacak çünkü işçilerin büyük bir mücadele gücü yok, yaratılmıyor da. Asgari ücretten verginin kaldırılacağı kanaatinde değilim. Çünkü bu kaldırıldığında önemli bir vergi kaybı ortaya çıkacak. Başkanlık sistemini koymaya çalıştıkları yeni anayasa için bir pazarlık maddesi olarak alacak devlet. İşçiler ve emekçiler buna kanarsa sözün bittiği yer olur.

Peki işçiler ne yapmalı?
Emekçiler için daha hayırlı olan net ücret üzerinden güçlerini koyarak pazarlık yapmaktır. Asgari ücret üzerindeki vergi zaten onlara yansımıyor. İşçi burada ağırlığını koymalı. Sendikalar, “Bizim üzerimizdeki vergiyi kârların üzerine koyun” desin. Bir tane sendikanın bu lafı ettiğini duymuş değilim. Bütün mesele, güç meselesidir. Kapitalist sistemde sermaye güçlüdür. Emekçi gücünü ortaya koymadıkça, bütün potansiyel emeği örgütleyerek bir şey yapabilirler. Emekçiye ilave vergi koymak istemezler çünkü emekçinin doğrudan vergi ödeme gücü yok.

‘EMEK GÜCÜNÜ ORTAYA KOYMUYOR’

Yeni dünya düzeni ortaya çıkarken, İsveç’te emekçi fonu diyebileceğimiz bir fon vardı. İşçi ücretinin bir kısmını almıyordu ve birikiyordu. Burada müthiş bir para birikti. Kapitalist sistemde tek güç kapital birikimidir. Emekçinin birikimi oldukça, gücü oluşmaya başlıyor. Neden korkuyorlar biliyor musunuz? İşçiler para biriktirir ise yarın sermayeye ortak olmaya başlayabilir. Sermayenin bütün korkusu alanını kaptırmaktır. Parayı dağıtma yolunu seçtiler ki bilinç uyanmasın olmasın diye. 

Kıdem tazminatının varlığı işçilerin gücünün atması demektir. İşçinin pazarlık gücü artar, sermayenin işçiyi, işten atması zorlaşır. Sermaye “Kardeşim bu bir maliyet unsurudur. Bu para zaten işçiye gidecek” diyerek akıllıca fon savunması yaptı. Veren emek değildir. Emek üretimi yapıyor. Veren sermaye kesimidir. O zaman pazarlığa oturduysa emekten hâlâ bir şey almaya çalışacaktır. Emeği katiyen yükseltmeyecektir. Çünkü emek, gücünü ortaya koymuyor. Emekte grev veya iş bırakma tehdidi yok. Sermaye “ Bunlar bana mecbur” diyor. O zaman sermaye niye versin?

ÖNCEKİ HABER

Diyarbakırlılardan Başbakana yanıt: Can güvenliğimiz yok

SONRAKİ HABER

Bursaspor'un 25. başkanı Ali Ay oldu

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...