18 Ocak 2016 11:58

Daha ileri kazanımlar için birlik, mücadele dayanışma!

Paylaş

Hakkı TALİ

Metal patronları (Metal Eşya Sanayicileri Sendikası-MESS), işbirlikçi ve bürokrat sendika yönetimlerini de yanlarına alarak, işyerlerinde kurdukları baskı ve sömürü çarkını işletmeye, işçilerin canı pahasına karlarına kar katmaya devam ediyor. Özellikle 1980 askeri darbesinin ardından, sermayenin kucağında sendikacılık yapanların ihanetiyle, mücadeleci işçileri işten atarak işyeri ve fabrikalarda tam bir ölüm sessizliği sağlamışlardı. Başta Türk Metal Sendikası’nın örgütlü olduğu yerler olmak üzere her sözleşme döneminde MESS yöneticileri ile birlikte taslaklar hazırlanır, yapılan eğitim toplantıları ile de işçiler bu sömürü çarkının devam etmesi için hazırlanırdı. 

Adeta bir orta oyunu gibi sürdürülen TİS süreçleri, bir hafta sonu ya da bayram tatiline denk getirilerek “sürpriz” bir şekilde atılan imzalarla sona erdirilir, işçiler tam olarak neye imza atıldığını bile sonradan öğrenirdi. Bu şekilde geçen 35 yıllık kara dönem boyunca metal işçileri, zaman zaman bu tabloya tepki gösterdi. 1998 yılında eylemler, yürüyüşler ve kitlesel istifalar, 2012 yılında işbırakmalar oldu, ama bunların hiçbiri işçilerin Türk Metal’den kurtulmasını sağlayamadı. Bütün işçiler tepkili hatta öfkeliydi, ancak bu kazanmaya yetmiyordu, daha fazlasını yapmaya ihtiyaç vardı. 2014 yılında yine işçilere sorulmadan ve bu kez 3 yıllık imzalanan sözleşme, bardağı taşıran son damla oldu olmasına ama yine hazırlıksızlardı. İşçiler cılız tepkiler ile itiraz etmişler, yine dinleyen olmamıştı. Ta ki  2015 Mayısında artık önüne geçilmez bir metal dalgası oluşuncaya kadar. 

YASAKÇI KANUN YERLE BİR OLDU

Metal işçilerinin yenile yenile biriktirdikleri deneyimlerle hareket eden Renault fabrikasında işçiler, üç madde halinde formüle ettikleri talepleriyle ortaya çıkmış ve fabrikanın ezici çoğunluğunu birleştirmeyi başarmışlardı. Bundan sonrası birliği dağıtmadan süreci doğru biçimde yönetmek olacaktı.

Kendilerinden bekleneni yaparak harekete geçen Renault işçileri, diğer büyük metal işletmelerinde çalışan onbinlerce işçiyi de harekete geçirmişti. Bir çok fabrikada şalter indi, 12 Eylül darbesinin ürünü olan yasakçı grev kanunu yerle bir edildi. Yasaları aşan, yasakları tanımayan binlerce metal işçisi, tamamen fiili  meşru bir biçimde başlatıp sürdürdükleri direnişle, kendini sağda ya da solda gören bütün sendikacıların ezberini de bozdu. Açıkça ihanet içinde olanlar... Grev yasağı karşısında ‘ne yapalım hükümet yasakladı’ diyerek hiçbir şey yapmadan işçileri fabrikalara sokanlar... ‘MESS’e karşı mücadele edilemez, bizi yok ederler’ diyenler yüzlerine okkalı bir tokat yemiş oldular. Sendikacılığı eskisi gibi yapmaya çalışanların işi artık daha zor.  Öyle ki Türk Metal Sendikası tüzük değiştirmek zorunda kaldı. Yani direnişçi metal işçileri, yalnızca kendilerine değil sektördeki 170 bin işçiye yansıyan kazanımlar elde ettiler. Kazanımlara ulaşan bu birlik ve mücadele, diğer işkollarındaki pek çok işçi için de örnek oldu; işçiler arasında sürekli kışkırtılan güvensizliğe karşı “Birleşirsek yapabiliriz” fikrini besledi.  

DAYANIŞMA KISITLANDI

Metal işçileri bu kazanımları daha ileriye götürebilir miydi? Mücadeleci yeni sendikalar ortaya çıkarmaya güçleri yeter miydi? Bu sorular işçiler arasında bugün de tartışılmaya devam ediyor. Bu tartışmalar elbette “birlik” ve “mücadele” temelinde sürdürülüyor. Ancak bu ikisinin önemli bir yol arkadaşı daha var; DAYANIŞMA. Zira dayanışma olmadan uzun soluklu bir mücadeleyi sürdürmek ve daha ileri kazanımlarla sonuçlandırmak çok zor. 

Direnişin yaşandığı Renault, TOFAŞ, Mako, Coşkunöz ve Ototrim gibi fabrikalar arasında sınırlı da olsa bir dayanışma örgütlendi. Bu daha çok, yiyecek ve içeceği fazla olan işçilerin bunları diğer fabrikalara göndermesi, birbirlerine toplu ziyaretlerde bulunmaları gibi yöntemlerle hayat buluyordu. Metal işçileri her fabrikayı MESS ve Türk Metal’e karşı bir kale olarak görüyor, neresi zayıfsa oraya desteğe gidiyorlardı. Böylece fabrika önünde ortak sloganlar atarak kucaklaşan işçiler, güçlerini de görüyorlardı. 

Aralarında kısmen de olsa bir dayanışma ağı kuran metal işçileri, özellikle polisin yönlendirmesiyle, kendilerini dışarıdan gelecek dayanışmaya kapattı. Polisin sürekli biçimde “Siyasi partiler ve terör örgütleri buraya gelecek, haklı davanıza gölge düşürmeyin, marjinalleri aranıza almayın” telkinleri işçiler üzerinde etkili oldu. Böylece siyasi partiler, sendikalar ve emek örgütlerinin ziyaret isteklerini geri çevirmeye başladılar. Yine haklı mücadelelerini kamuoyuna duyuracak gazete ve televizyonları fabrika önüne sokmayarak, deyim yerindeyse kendi ayaklarına kurşun sıktı işçiler. 

Çeşitli işkollarında direnişte ya da grevde olan işçiler, her vesile ile kamuoyuna dayanışma çağrıları yaparlar. Bu kez öyle olmadı. Metal işkolunda yaratılan artı değerin büyüklüğü, siparişlerin yoğunluğu gibi etkenler, işçilerde, patronların daha fazla dayanamayacağı, bugün yarın pes edeceği düşüncesinin oluşmasına neden oldu. Renault’da görüştüğümüz öncü işilere “Neden dışarıdan gelen dayanışmaya izin vermiyorsunuz? Direniş uzun sürerse buna ihtiyacınız olacak...” diye sorduğumuzda şu yanıtı almıştık: “Dışarıdan yardıma gelen kurum ve kişiler bayrakları ile buraya gelecek, işçiler bölünecek diye korkuyoruz. Şimdi bize destekleri olanların yarın bizden bir beklentileri olur diye düşünüyoruz.” 

SINIFA KARŞI SINIF

Evet, metal işçileri büyük bir direniş örgütlemişlerdi, ancak sınıf bilincinden yoksun oldukları için, mensubu oldukları sınıfın olanaklarından yararlanmak istemiyorlardı. Metal fabrikalarında üretim aksamadan devam ediyordu, siparişler yoğundu ve patronların bantları durdurmaya tahammülleri yoktu; bu doğru. Ama metal patronları yalnız değildi, bir bütün olarak hareket ediyorlardı. Üstelik sadece metal değil diğer sektörlerdeki patronların da desteğini alıyorlardı. Hükümet bürokratı, yargısı, polisiyle patron yanlısı tutum alıyordu. Medyanın büyük çoğunluğu ise zaten her renkten sermayeye aitti. 

Evet, Renault işileri dakikada bir otomobil üretilen fabrikada şalteri durdurmuştu ve güvendikleri tek şey üretimden gelen güçleriydi, elbette bu gücün farkına varmaları çok önemliydi. Ancak, işçilerin kendilerini dışarıya tamamen kapatma  tutumu, direnişin farklı sektörlere yayılmasını engelledi. Metal etrafında birleşen bir emek hareketinin yaratılmasının, dolayısıyla gerçek dayanışmanın tüm Türkiye işçi ve emekçilerine ve emekten yana kesimlerine yayılmasının imkanlarından da yararlanılamadı. 

Diğer yandan direnişlerini sadece kendi yaşadıklarından çıkardıkları deneyimler ışığında el yordamıyla sürdüren metal işçileri, kendileri için hayati önemde olan sınıfın birikimleriyle buluşma imkanlarını da bir kenara atmış oldular. Üstelik, direniş patronların sipariş baskısı altında olduğu bir dönemde yaşanmıştı; patronların elinin daha rahat olduğu, çok daha uzun sürmesi muhtemel bir dönemde de olabilirdi. Burada önemli olan ağır bir sömürü altında çalışan metal işçilerinin taleplerini elde edeceği bir mücadeleyi her koşulda örgütleyebilmektir. 

Böyle düşünüldüğünde devlet gücü dahil kendi sınıfının tüm imkanlarını arkasına alan metal patronları karşısında, bir sınıf olarak  hareket etmek açısından yaşanan zaafların hayati önemde olduğu ortadadır. Bunun için işçi sınıfının tarihindeki sayısız mücadele deneyimine bakmamız yeterlidir. Karşı karşıya olduğumuz sınıfın (sermayenin) yenilmez olmadığını biliyoruz. Ancak sermaye sınıfının, hükümeti ve yasalarıyla, gazete ve televizyonlarıyla işçilerin karşısına topyekün geçtiğini bir an olsun unutmamalıyız. Bu nedenle mücadeleye geçtiğimizde aynı kaderi paylaşan diğer işçi kardeşlerimizin de maddi ve manevi gücünün yanımızda olduğunu bilerek hareket etmeliyiz.

Metal işçileri, kazanımlarını korumak ve yeni haklar kazanabilmek için, çok daha uzun ve zorlu mücadelelere bunları bilerek bugünden hazırlanmalıdır.

ÖNCEKİ HABER

Bu direniş bize çok şey öğretti

SONRAKİ HABER

Aydınlar kendilerini ihbar etti

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa