8 Ocak 2016 02:36

Celal BAŞLANGIÇ

Fotoğraf makineni koyduğun çantayı çalışma masanın üzerinden yarım kavisle sırtına vurup yeni bir habere doğru yola çıkmıştın.
Ümraniye Cezaevinde Orhan Özen ile Rıza Boybaş dövülerek öldürülmüştü. Cenaze törenlerini izleyecektin Alibeyköy’de.
Son gittiğin bu haberin üzerinden tam 20 yıl geçmiş Sevgili Metin.
O günden bu yana her şey öylesine değişti ki...
Sen cevval bir muhabirsin. Bütün mesleki merakınla sorularını peş peşe dizmeden ben anlatmaya başlayayım.
Hani en son cezaevinde öldürülen iki kişinin cenaze törenine gitmiştin ya, artık bu ülkenin bazı kentlerinde cenaze törenleri bile yapılamıyor.
Kürtlerin yaşadığı kentlerde kuşatma var, sokağa çıkma yasağı var, bomba var, keskin nişancılar var, tank var, top var... Ölen kadınlar var, çocuklar var, yaşlılar var... Ama cenaze törenleri yok.
Bir Kürt annenin cenazesi bir hafta sokağın ortasında kalıyor. Gençlerin, yaşlıların, çocukların cenazeleri Kürt kentlerindeki hastanelerin morglarını doldurmuş, artık taşıyor.
Kürt gençlerinin cenazeleri cami avlusunda, boşaltılmış okul binasında günlerdir bekliyor, kimsenin gidip almasına izin verilmiyor.
Sophokles’in Antigone’sinde olduğu gibi sanki zalim bir kral bu cenazelere “toprağa gömülmeme” cezası vermiş...
O yüzden, bugünlerde onca ölüme karşın,  son gittiğin haberdeki gibi cenaze törenleri yapılamıyor artık bu ülkede.
Yani buralarda öldürülen Kürt sayısı çok ama, gömülen Kürt sayısı daha az sevgili Metin!
“Bu nasıl iş?” diye sorma bana cevval muhabir. Öyle işte.
Biz şimdi iki meslektaş olarak biraz da işimizden konuşalım.
Hatırlarsın mutlaka, 1990’lı yıllarda gazetesi, televizyonu olan medya patronlarına hükümet bir de ihale verirdi.
Şimdi durum neredeyse tam tersine dönmüş durumda.
Gazeteler, televizyonlar hükümetin denetlediği “fonlara düşürülüyor” önce, sonra da ihale alan “yandaş patronlar”ın oluşturduğu “kirli para havuzları”na bir ya da birkaç televizyonla gazete veriliyor.
O da olmazsa, yayın çizgisini değiştirmeyen patronların holdinglerine el konuluyor, kayyumlar atanıyor, böylece o medya grupları da yandaşlaştırılıyor.
Hani hep haberin 5 N bir K’sından bahsederdik ya, biz o “K”yı hep “Kim?” sanmıştık. Meğer haberin o “K”sı, “Kayyum” demekmiş.
Hâlâ “fona düşmemiş”, yönetimine kayyum atanmamış olanlar da iktidarın bütün gücü kullanılarak, maliye denetimi baskısı yapılarak, medya dışındaki yatırımlarına gerekirse el konularak; sindiriliyor, diz çöktürülüyor, biat ettiriliyor.
Artık iş öyle bir rezillik boyutuna vardı ki, tahmin bile edemezsin.
Daha önceki gün, yandaş bir patrona verilen “fon ganimeti” bir gazetede, yandaş bir yazar bugünlerde iyiden iyiye “havuz medyası”na dönüşen koca Babıali’nin “amiral gemisi”yle kafa buluyordu.
Okyanusa doğru gittiğini sanırken kendini “çamur havuzu”nda bulan “amiral gemisi”nin en popüler yazarının gazetesinin geneli gibi tümüyle AKP iktidarına biat etmesi bile kesmemiş “yandaş yazar”ı.
Adamın artık Erdoğan’ı yere göğe koyamayan yazılar yazmasıyla alay ediyor:
“40 yılın yandaşıyım, böyle yazı yazmadım.”
Sonra da “İyi bir yandaş yazarın” üstün vasıflarını sıralıyor:
“Anlamadıkları şu; tüm bunları yapınca yandaş olacağını sanıyorlar. Ama yandaşlık yerine yalakalıktan öteye gidemiyorlar. Çünkü yandaş demek taraf demektir. Çizgisinde sabit olmak demektir. Savunduğu ilkelerden taviz vermemek demektir. Bir gün öyle bir gün böyle olmamak demektir. Senin bu rüzgarının etkisinde kalsak zatürre olmamız işten bile değil ama tüm bu dönüşler seni ancak ve ancak topaç yapar, yandaş yapmaz.”
Gördüğün gibi “gazete köşe yazarlığı” adına “kıdemli yandaş”, “taze yandaş”ı “topaç” diye eleştiriyor.
O da haklı. Çünkü yandaşlar arttıkça kendi değeri azalacak, köşesi tehlikeye girecek.
İşte 20 yılda vardığımız son nokta burası.
Ama sakın sıkma canını Sevgili Metin.
Toplumun umudu, sessizlerin sesi olma adına gazeteciliğin hakkını gözünü kırpmadan veren gerçek aşıkları hâlâ var!..
Kurşunlara, tanklara, toplara rağmen hendeklerin ve barikatların ardında yaşananları bugüne haber, yarına utanç belgesi olarak taşıyan gençler hâlâ var!..
Sivilleri öldüren silahların, zırhlıların arkasına saklanmayıp cenazeleri toprağa verilmeyen ölüleri yalnız bırakmayan muhabirler hâlâ var!..
Sensiz geçen 20 yılda verdiğimiz Metin Göktepe Ödülleri’ni alan sahici gazeteciler hâlâ var!..
Yani Sevgili Metin, bugün artık bu mesleğin sözlüğüne girmiş bir “Metin Göktepe gazeteciliği” varsa, demek ki hâlâ umut var!

Evrensel'i Takip Et